2 Mayıs 2020 Cumartesi

02 Mayıs 2020 Cumartesi 22:00 CORONA GÜNLERİ............................Coronanın düşündürdükleri


Deselerdi ki:

Geçen yıl; bir hastalık çıkacak adeta "hayatı durduracak, evlerimizden çıkamaz hale geleceğiz" denseydi kim inanırdı? "Çinin bilmemne kentinde, bilmem hangi hayvandan, bilmem kimin aldığı bir virüs üç ay içinde bütün dünyaya bulaşacak, en az beş milyon insanı hasta edecek ve yarım milyon insan bu yüzden ölecek" denseydi bunu aklımız alabilir miydi? Komplo teorisi der geçerdik. Yok yok "Dünyanın bütün sıcak gündemlerini bir anda solda sıfır yapacak, herkes bunu konuşacak, bütün devletler bununla uğraşacak, süper güçleri, ve gelişmiş ülkeleri sallayacak" diye ısrar etseydi "git işine be adam!" der miydik demez miydik?

"Bu virüs savaşlardan, bombalardan, en gelişmiş silahlardan daha tesirli olacak, bütün dünyayı adeta sığınaklara kapanmaya zorlayacak" şeklinde bir şey okusak "bilim kurgu yapmışlar, amma acaip şey!" diye düşünürdük herhalde. Onca bilim ve teknolojik gelişmeye rağmen bu virüs karşısında bocalayan, sıfırdan çare bulmaya çalışan binlerce bilim insanını, yüzlerce laboratuvarı, onlarca üniversite ve ilaç şirketini duysaydık hayret etmez miydik?

Bugün borsa endekslerinden daha fazla dünyadaki virüs merkezlerinin en güncel verileri izleniyor. Vaka ve ölüm sayıları ile istatistikler takip ediliyor. Nefes nefese bütün dünyada corona ile yarışıyoruz. Belki her şeyi bahis mevzuu yapan bazı kumarkolikler kimin kazanacağı üzerine oyun bile oynuyor olabilirler. Globalizmin tam anlamıyla hakimiyet kurduğu sanılan bir zamanda, tam tersine bir gelişme yaşandı. Küresel olarak ülkeler sınırları içine, bireyler de evlerine kapandı. Özgürlük çağında olduğumuz iddia edilen bir zamanda birdenbire yasaklarla, sınırlamalarla, karantina ve sokağa çıkma uygulamalarıyla burun buruna geldik. Yetmedi bütün devlet adamları hala gönüllü mahpusluk rica ediyor halklarından.

Camilere gidemiyoruz ama minarelerden canlı yayın hatırlatmalar ve dualar dinliyoruz. İnancı zayıf hatta ateist insanlar bile "Allahım bir an evvel kurtar bizi bu durumdan" diye konuşuyor ve yazıyorlar. Kimimiz bu musibeti Allahın bir cezalandırması olarak görüyor, kimimiz onda ibret alınması gereken hikmetli taraflar görüyoruz. Her halukarda insanoğlunun her şeyi öngöremediği, çaresiz kalabildiği görüldü. Hatta geçmişte vebada, cüzzamda olduğu gibi kadim ve basit bir müdafaaya yeniden mecbur kaldı: "Evden çıkma!"

Coronanın düşündürdükleri

Corona günleri 24 Nisandan itibaren mübarek ramazan ayıyla birbirine karıştı. Bu ay zaten bir anlamda okuma, muhasebe ve tefekkür etmenin yoğunlukla yaşandığı bir zaman dilimi. Doğal olarak Kur'an'la ve dini öğretilerle daha fazla haşır neşiriz. İster istemez yaşadığımız salgın hastalık hakkında da bu bağlamda düşünüyoruz. Meselâ; yüce kitabımız Kur’an ı kerimin bazı ayetlerinde dünyada insanın başına gelen azap ve cezalandırmalardan söz ediliyor. Dünya hayatının tümüyle bir imtihan olduğunu anlatıyor. İnsanlığın zorluk ve felaketlerle imtihanı da böyle. “Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele” diyor Bakara suresinin 155.ayeti. İnsan corona türü musibetlerin de en azından böyle bir silkeleme, sarsma ve uyarma vesilesi olabileceğini düşünüyor. Ancak, Kur'an böyle imtihanlardan yüz akıyla çıkabilmenin yollarını da göstermiş. İnsan olduğumuz, insan olarak sorumluluklarımız ve insan olarak üstünlüklerimiz olduğu hatırlatılmış sürekli olarak. İnsan olduğumuz için ilahi hitaba mazhar olmuşuz, bütün uyarı ve müjdeler insan olduğumuz için.

Demek corona gibi imtihanlardan da başarıyla ve sağlıkla çıkmanın olmazsa olmazı önce 'insan' olabilmek. Ancak her nedense giderek daha fazla trans-hümanizm (insan sonrası) ve post hümanizm (insan ötesi) bir topluma doğru yönlendirildiğimiz bir gerçek. Bu konuda şu anda büyük çoğunluğu Amerika’da yapılan binlerce araştırma ve çalışma tespit edilmiş. Adeta teknoloji, ekonomi, siyaset, sosyal hayat ve eğitim insan ötesi bir dünya için, dijital bir dünya için yeniden dizayn ediliyor. Genlerle, kopyalama denemeleriyle, yapay zeka ve mikro biyolojik şeylerle hadsiz ve sorumsuz şekilde mi oynuyoruz? Acaba orta ve uzun vadede insansız bir toplum mu amaçlanıyor? Hayvan sevgisine, hayvan haklarına, robot haklarına, robot hukukuna vs. romantik romantik bakarken insanlığımız elden mi gidiyor? İnsan türü nasıl bir tehlike ile karşı karşıya? Tamam olabilir, biz buna hazırız demek, yeni bir sömürü sistemine mi kapı açmış olacak? Bu gidişat bizi nereye götürecek? İnsan ve insani değerler aşındırıla aşındırıla nostaljik hale mi getirilmiş olacak? Bugün nostaljik olarak andığımız pek çok şeyin artık bir daha geri gelmeyecek şekilde elimizden kayıp gittiğini çok iyi biliyoruz. Bugün için akla gelen esas soru şu: acaba corona insanlığın bu yanlış gidişiyle ilgili olabilir mi?

Yüce Kitabımız, “O halde nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir, 81/26) ayeti ile gidişatımızı sorgulamamızı ve “ Ey iman edenler, iman ediniz…” (Nisa, 4/136) ayeti ile de imanımızı taze tutacak işler yapmamızı emrediyor. O halde bu salgından ve bunun gibi krizlerden sağlıkla çıkabilmenin bir başka yolu da müslüman olmak, müslüman kalmaya çalışmak olmalı. İslam inanç ve medeniyetini referans alarak, yeryüzünün İnsan’ sızlaştırılma, Allah’ sızlaştırılma ve Ahlak’ sızlaştırılma Projesine dur demeliyiz. Mevcut düşünsel birikimimizi kullanmalı ve yeni sürece uygun fikirler üretebilmeliyiz. Zira şurası açık ki içinde olduğumuz çağda insanlık, düşünsel ve teolojik bir travma yaşıyor. Özelde Batı dünyası sürüklendiğimiz gidişi önleyebilecek bir dini-felsefi derinliğe sahip değil. Bazı iyi niyetli çabalar da çıkan sorunları engelleyemiyor işte. İslamsa, insanlığın ihtiyacı olan kadim ve evrensel değerlere davet ediyor sürekli. Kuşku yok ki böylesi kriz dönemlerinde insanların ve toplumların yeni arayışlara girmesi doğal bir gelişme. İslam’ın evrensel ilkeleri ve ilahi değerleri bu arayışlara ve travmalara ilaç olabilir. Bence de asıl ilaç bu.

İnsanlığın ve müslümanların iyi örnekliklere her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Her birimiz Kur’an ve sünnetin öngördüğü iyi Müslümanlar olmaya çalışmalıyız. Müslümanlık etiketimizin önüne başka hiçbir hassasiyetimizi onu unutturacak şekilde geçirmemeliyiz. Hayatımızı dünya ve ahiret bütünlüğü içinde planlayabilmeliyiz. Bu dünyanın nihayetinde 'oyun ve eğlence' olduğunu (En'âm 6/100) unutmamalıyız. İslam sadece iyiliği yaymak amacını taşımaz. Aynı zamanda kötülüğe engel olmak amacını da taşır. Bir yandan iyiliği yaygınlaştıracak, diğer yandan kötülüğe ve kötülüklere engel olacak çalışmalar yapmalıyız. Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak bu korku kültüründen uzaklaşabiliriz. Kur’an’ın müjdesidir: “Kim Benim hidayetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (2/Bakara, 38).

Zor bir zamandan geçiyoruz. Şöyle diyor Kur'an: "Zamana yemin olsun ki insanoğlu hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler kurtuluşa erecektir." (103 / Asr 1-3) “Rabbim, İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! ( / Araf 155)

30 Nisan 2020 Perşembe

30 Nisan 2020 Perşembe 21:30 CORONA GÜNLERİ............................Virüsün öğrettikleri

'Okumak' üzerine

"Oku!" Kur'an'ın ilk emri. İslamın bu ilk adımının böylesine kesin, net ve açık bir emirle başlamış olması çok ilginç. O andan itibaren çıkılacak bir yolculuğun, daha doğrusu asıl olandan sapılmış, savrulmuş bir noktadan tekrar ana yola çıkışın işaret fişeği gibi. Cenab ı Hak İslam nimetini tamamlamak üzere Hıra dağındaki mağarada uzlette bulunan bir adama "Seni elçi olarak seçtim. Git vazifeni yap ama önce 'Oku!'…"diye sesleniyor. Dikkat ediniz aylardan ramazan ve kendini izole etmiş bir 'insan' dan bahsediyoruz. İçinde bulunduğu cahiliye toplumundan, onun bulaşıcı virüslerinden korunmak üzere gönüllü karantinaya girmiş birinden.

Ben nasip oldu o dağa çıktım. Hiç te basit bir yükselti değildi. Sabah namazına doğru tepeye tırmanmaya başladık. Hava henüz aydınlanmamıştı; karanlık, serin ve ürkütücüydü. Kıvrılıp yükselen taş merdivenlerden oluşmuş dar bir patikadan gidiyorduk. Bir ara nefesim kesilir gibi oldu, ama 'Ya Allah!' diye diye tırmanmaya devam ettim. Tepeye vardığımızda Mekke'ye ve bütün vadiye hakim olduğunu gördüm. Manzara gerçekten de muhteşemdi. Taraça gibi bir yerde oturup etrafı gözlemledim. Aşağıda insanlar mağaraya girmek için izdiham halindeydi. Doğrusu buraya kadar gelmiştim ama orayı görmeye mecalim yoktu. Etrafıma bakıyor; 1400 yıl önce böyle bir dağa, karanlık dar bir mağaraya kapanmış yalnız bir adamın hissiyatını anlamaya çalışıyordum. Buraya o zaman nasıl inip çıkabildiğini düşünmek bir yana, sabahın yarı aydınlığında bile ürpertici haliyle burada nasıl geceleyebildiğine inanamıyordum. Değil ki gecenin içinden gelen "Oku!" sesiyle nasıl korkmuş olabileceğini size anlatabileyim. Ama o nokta, o hitap ve o resul İslamın meşalesi olmuştu işte. Ademden, Nuh'tan, İbrahim'den beri gelen ilahi davetin yine günyüzüne çıkmasının başlangıcı olmuştu.

Bugün ülkemizdeki Corona günlerinin 51. cisi. Bizler de evlerimizde uzletteyiz. Ramazan ayındayız ve Kur'an okurken, dinlerken "Oku!" hitabının ne manaya geldiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Okumanın böyle günlerde ne denli yararlı, yenileyici ve diriltici olduğunu bir kez daha fark ettik. O bize eşlik ediyor, biz de onunla arınıp şarj oluyoruz. Şunu öğreniyoruz ki; 'Okumak anlamanın kapısıdır. Anlamak da benimsemenin. Bir şey benimsenmezse inanmak da olmaz'. İnanmayan adamın bu yolda işi ne?

Anlıyoruz ki; inanmak taraftarlığın ve yoldaşlığın temelidir. Birlikte yol almayı, düşünmeyi, fikir üretmeyi ve hayata tutunup katkıda bulunmayı mümkün hale getirir. Zira okumadan anlamak mümkün olmadığı gibi, anlamadığımız bir konuda fikir sahibi olmak da mümkün değildir. Ayrıca, benimsemediğimiz bir konuya inancımız niye olsun ki? Fakat inancımız varsa her türlü zorluğa karşı devam etme gücünü de kendimizde bulabiliriz. Bu dini konularda da, siyasette de aynıdır. Herhangi bir hareketin ya da fikrin taraftarı olmak, onu desteklemek için de gereklidir.

Fakat altı boş bir desteğin ne gücü ne de bir katkısı olabilir. Ancak okuyan, anlayan, benimseyen, inanan, aktif destek ve katkı verenlerle birlikte büyük hedeflere yürünebilir. Öte yandan net, açık, billurlaşmış, yararlı katkılar vermek herkes için bu kadar kolay değildir. Birlikte yürünüyorsa; işte o okumalar sayesinde başlangıçta istişare manasında, giderek görüş ve öneri mahiyetinde alış verişler olur. Daha sonra da olumlu katkılar artar. Hiç kuşkusuz bunlar yolumuza birer mum gibi de olsa şavk verir. Böylece hiç değilse ateş böcekleri gibi parlayıp bir ışık deryası olunabilir.

Virüsün öğrettikleri

 bize Mart ayı başında teşrif etti. Bugün neredeyse iki aydır onunla köşe kapmaca, saklambaç oynuyoruz. 'Tıp' oyununu bilir misiniz? Hareketli bir grup içlerinden birinin 'Tıp!' demesiyle aniden donar. Herkes nasıldıysa öylece kalmıştır. Mart ayının sonunda da neredeyse küresel ölçekte bir tıp oyununun içinde bulduk kendimizi. Uçuşların iptali, sınırların kapatılması, evde çıkmama, ulaşım kısıtlamaları, sokağa çıkma yasakları ve karantinalar birbiri peşisıra geldi. Başlangıçta olay biraz değişik, biraz da spontaneydi. Ancak ölüm haberleriyle birlikte salgının vahameti de ortaya çıktı. Gün gün yayınlanan güncel korona virüs tablolarını adeta nefesimiz tutularak izlemeye başladık. 1 Nisan geldiğinde kimsenin oyun oynamaya, şaka kaldırmaya hali kalmamıştı. Hala şaşkındık; biri çıksa da tüm dünyaya seslense: "Nisan biiiiirr! Her şey şakaydı!.." deyiverse ne olurdu acaba?

Süreç ilerledikçe aile tragedyaları, bireysel serenadlar işitilmeye başlandı. Evlerine kapanan insanlar yalnızlıkla ve çaresizlikle tanıştılar. Konuşmak için dört duvar, gezinmek için odalar arası dolaşmalar keşfedildi. Herhalde bu dönem en çok tüketilen şey çay olmuştur. Demlik demlik çaylar yapılıp içildi. İşten gelip yemek üstüne bir bardak içilen çayla hiç alakası yoktu o sıcak renkli sıvının. Dostlarla, arkadaşlarla içilen kahveler çaylar özlenmeye başladı. Ne büyük nimetmiş "çayı koydum gel" diyebilmek bir komşuya. Derin sohbetler etmek akrabalarımızla çay kaşıklarının sesleri arasında.

Aile büyüklerini ziyaret edip ellerinden öpebilmek, sarılmak, birlikte vakit geçirmek meğer ne güzel şeymiş. Dışarı çıkıp parkta dolaşmak, bir bankta oturup hiç tanımadığımız biriyle muhabbet etmek ne kadar da özel anlarmış.
Yada bir bankta yalnız başına oturabilmek güneşli bir günde. Ne güzelmiş çiçek açan ağaçların, mis kokulu çiçeklerin altında yürüyebilmek. İçine çekerek kokusunu doya doya baharın. Ne güzelmiş, yağmurda yürümek bir şemsiyeyle. Çarşı pazar dolaşmak, vitrinleri seyretmek, eve eli kolu dönmek nasıl da özlenirmiş. Çocukları okula göndermek, her gün katlanılan eziyetine rağmen küçükleri kreşe götürebilmek ne büyük mutlulukmuş. Ne büyük nimetmiş hafta sonları çocuklarla bir parkın yolunu tutmak. Onların salıncaktaki gülümseyen yüzlerini seyredebilmek. Ne büyük nimetmiş her gün farkında olmadan gidip geldiğin o cadde. Selam verip tanıdıklara geçtiğin ama göremediğin sokak. Denizi seyredebilmek, gökyüzünde süzülen kuşlara çevirip yüzünü; düşünmek…Ne kadar da güzelmiş.

Böylece birdenbire sahip olduğumuz şeylere şükretmeyi hatırladık galiba. Kendimize şu üç günlük dünyada her şeyi dert etmemeyi telkin etmeye başladık yoğun olarak. Her şeyin başı sağlıkmış anladık, hem de çok fena anladık. Hayatımız ipliğe bağlıymış. Ne terör, ne atom bombası ne de üçüncü dünya savaşı aklımızda kaldı. Görünmez bir virüs bütün dünyayı tehdit edebiliyor, yüzbinlerce insanı katledebiliyormuş anladık. Virüsün zalim mazlum, zengin fakir, güçlü zayıf ayırd etmediğini gördük. Dünya üzerinde kibirle yürüyenlerin nasıl da pıstığını, korktuğunu, ellerinden gelse kırk kapılı muhkem tahkimatların arkasından çıkmayacaklarına şahit olduk. Bir anda dünyamız tepetaklak oldu. Bir ses duyduk derinden: "Akıllı ol İnsanoğlu! Her şeyin sahibi değilsin, şimdilik misafirimsin o kadar!"

Acaba, dünyayı sarsan bu salgın, insanoğlunun biraz olsun aklını başına getirir mi? Sevgiyle sarılabilmenin, kimseden kaçmadan özgürce dolaşabilmenin kıymetini öğretir mi? İşimize, okulumuza, istediğimiz her yere gitmenin yasak olmadığı bir sabahın değerini anlar mıyız? Malın mülkün, gücün ve paranın her şey olmadığını en büyük zenginliğin sağlıklı ve huzurlu bir yaşam olduğunu idrak eder miyiz? “Yaşlılar ölsün bize ne, yaşamışlar zaten yaşayacakları kadar“ diyebilenleri gördükten sonra onlara daha bir sarılır, daha bir özen gösterir miyiz? Böyle bir zamanda bile yalan ve gerçek dışı haber paylaşanlara bir daha o meydanları boş bırakır mıyız? Fırsatçıları, karaborsacıları ve sahtekarları barındırır mıyız yine içimizde? 

29 Nisan 2020 Çarşamba

29 Nisan 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı159...................................Fırsat ve tehditler (IV)

Fırsat ve tehditler (IV)

ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR başlığı altında önümüzdeki süreçte ilçemize dış çevreden yönelmiş bazı  'Fırsatlar' var. “Rüzgâr enerjisinin gelişimi” ile bölgemizin “Biyogaz kapasitesi” Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek birer dış 'Fırsat’ örneği. Zira son yıllarda Türkiye’de izlenen enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi politikaları çerçevesinde bazı uygulamalar bölgemizde de giderek yaygınlaşmış bulunuyor. Bu bağlamda yakın çevremizde yenilenebilir enerji üretimi yapılan pek çok ilçe var. Aynı şekilde önümüzdeki yıllarda da artan şekilde “Güneş enerjisinden yararlanma” projeleri görebileceğiz. Şimdiden güneş gören bazı kıraç ve yamaç arazilerde güneş panelleri çoğalıyor. İleriki dönemlerde bu tip projelerin yaygınlaşması hiç de şaşırtıcı olmaz. Aynı şekilde bölgemiz yüksek tarım ve hayvancılık birikimi ile ülkenin en önemli biyogaz/biokütle üretim merkezlerinden olmaya aday. Özellikle bizim de yakın olduğumuz Bandırma Alt Planlama Bölgesi bu açıdan öne çıkıyor. Gönen’de 2,2 MWh kapasiteli bir biyogaz/biokütle enerji santrali faaliyete geçmiş bulunuyor. Edincik’te de 2,16 MWh kapasiteli bir diğer biyogaz/biokütle enerji santrali kuruluyor. Biz niye böyle bir santrale sahip olmayalım ki? Susurluk bu rüzgârı görüp, bir fırsat olarak önümüzdeki orta vadede değerlendirebilir. Devletimizin bu yönde attığı her adım ilçemiz için de bir fırsattır.
Öte yandan bölgede çıkarılan endüstriyel hammaddeler arasında Susurluk’ta da bulunan bor madeni en ön sırada yer alıyor. Bunların şu anda işletilmiyor olması işletilemez anlamına gelmiyor. Yatırımcısı olması ve uygun projelerle gelinmesi halinde Susurluğun yeniden madencilik sektöründe yerini alması mümkün. Zira geçmişe nazaran Bor madeninin kazandığı stratejik önem ülkemizin gündeminde. Bor kaynağının sadece çıkarılması değil, işlenerek katma değerli pek çok ürüne dönüşmesi da artık hayal değil. Bu gün itibariyle bor konusunda alınan mesafe hiç şüphesiz ilçemiz için de yararlanılması gereken bir fırsat. Belki de eskiden taş toprak olarak vagonlarla Bandırma’ya geçen bor madeni gelecekte ilçemizde işlenebilir. Bu bir hayal değil, neden olmasın ki? Borun, sanayide çok sayıda kullanım alanına sahip olması ve yeni tüketim alanlarının artması bölge ekonomisi için bir avantaj. Artan petrol ve enerji maliyetine bağlı olarak ısıtma ve soğutma amaçlı izolasyon sektöründeki büyüme potansiyelinin de bor ürünlerine olan talebi arttıracağı düşünülüyor. Erdek-Kapıdağ, Ayvalık-Bağyüzü ile birlikte Susurluk-Çatal Dağda da granit rezervi var. İnşaat sektörünün gelişmesi oranında doğal taş kullanımı da artıyor. Madencilik sektöründeki bu gibi fırsatların değerlendirilmesi ile kalkınmamıza katkı sağlanması pekâlâ mümkün. 
 SANAYİ başlığı altında Susurluk için doğan ‘Fırsatlar’: “İstanbul sanayisinin desantralizasyonu” ve “İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması” olarak görünüyor. Büyük sanayi merkezleri çağımızda hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşme gibi nedenlerle yoğun bir baskı altında. Merkezlerin sürekli olarak büyümesi; bölge içi ve bölgeler arasında gittikçe büyüyen nüfus ve sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarına neden oluyor. Bu durum aşırı büyüyen merkezlerin doğal ve ekonomik kaynaklara dayalı olan sürdürülebilir kalkınmasını da tehlikeye sokmakta. Günümüzde giderek daha önem kazanan çevre sorunları da bu desantralizasyonu zorluyor. Bu yüzden İstanbul gibi geçmişte belli merkezlerde yoğunlaşmış bulunan sanayiinin yakın çevrede daha az yoğunluklu bölgelere taşınması gündemde. 

Özellikle İstanbul karayolu ağında ve kent merkezinde giderek artan trafik yoğunluğunun sanayinin yeniden dağılım politikaları ile ne ölçüde hafifletilebileceği üzerinde plan ve projeler var. Bu duruma bulunan çözüm stratejilerinden birisi İstanbul sanayisinin yer değiştirmesi üzerine gelişmekte. Nitekim bu fırsatı değerlendiren Güney Marmara Kalkınma ajansı aşırı büyüyen merkezlerin çevresindeki alanlara yayılması suretiyle merkezdeki yoğunluğu hafifletilip kaynakların devamlılığının sağlanması konusuna Bölge Planı’nda yer vermiş bulunuyor. Gerçekten de bu bağlamda Çanakkale ve Balıkesir’i içine alan TR22 Düzey 2 Bölgesi, coğrafi konumu, merkezlere yakınlığı ve sahip olduğu gelişme potansiyelleri bakımından aşırı büyüyen bu merkezlere alternatif olarak görülüyor.

2010- 2013 Güney Marmara Bölge Planı Mekânsal Gelişim Şemasında Bölgenin hangi alanlarının ne tür işlevler için uygun olduğu gösterilmiş. Bu doğrultuda Güney Marmara Bölgesi’nin kuzeyi sanayi, güneydoğusu madencilik alanları için uygun iken bölge genelinde tarımsal topraklar söz konusu. Bölgenin mekânsal gelişmesinin bu yönde devam edeceği varsayılarak İstanbul’dan taşınması gündemde olan sanayi için Balıkesir Merkez, Bandırma ve Biga uygun mekânlar olarak değerlendirilmiş. 
 
Zira bu noktalar gerek ulaşım kolaylığı gerekse hâlihazırda var olan sanayileşmeden dolayı desantralizasyon cazip görünüyor. İçemizin İstanbul, Bursa ve İzmir gibi büyük sanayi merkezleri arasında bulunması, güçlü ulaşım ağları içinde bulunmamız, söz konusu alternatif alanlara ve Bandırma limanına yakınlığımız bize de bu açıdan bir avantaj sağlıyor. Sadece biraz daha yüksek ve etkili bir sesle “Biz de varız!” dememiz gerekiyor. Bu açıdan Ömerköy’de kurulması planlanan karma OSB’sinin çok kıymetli bir fırsat olacağını sanıyorum. 

Bölgenin en önemli kentleri, Balıkesir, Çanakkale, Bandırma ve Edremit. Bandırma; limanları, demir yolu bağlantısı ve büyük ölçekli sanayi tesisleriyle bölgenin sanayi merkezi durumunda. Sanayide diğer ilçelere oranla daha çok gelişme gösteren Balıkesir merkez, Susurluk ve Bandırma ile birlikte Biga ve Çan bölgenin kuzeyinde uzanan bir sanayi aksı oluşturuyor. Sanayinin hâlihazırda Bandırma- Biga-Çan-Çanakkale aksı ile daha zayıf düzeyde Susurluk-Balıkesir-Edremit akslarında geliştiği, ancak bu gelişmenin asıl olarak Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Bursa yönünde kuvvetli olduğu izleniyor. Bursa-Gebze-İstanbul otoyolu ve Lojistik Köyü projelerinin etkisiyle önümüzdeki yıllarda bu gelişme daha da hızlanacak. Ancak sanayi gelişme akslarında yeni tesislerin dağınık, gelişigüzel ve sürdürülebilir olmayan bir şekilde yer seçmeleri yerine, daha ziyade OSB’lere yönlendirilmesi politikası da var. Bu nedenle OSB’lerin sağladığı uygun ortam ve maliyet avantajları göz önüne alınarak taşınması düşünülen sanayi için bu merkezlerin öncelikli alanlar olarak dikkate alınması söz konusu.
SANAYİ başlığı altında karşımıza çıkabilecek en önemli “Tehdit; “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için seçme ve yönlendirme lüksümüzün olmaması” gibi görünüyor. Ancak, doğaya duyarlı gelişim alanları olan Edremit Körfezi ve Kapıdağ Yarımadasının desantralizasyon için uygun görülmediğini de biliyoruz. Aynı şekilde verimli tarım toprakları ve sit alanları olan iç bölgelerin de hem nitelikleri hem de ulaşım modlarına uzaklığı bakımından İstanbul’la ilişkisinin zayıf kaldığını lehimize bir avantaj olarak değerlendirebiliriz. Bu açıdan ilçemizde kurulacak karma Organize Sanayi Bölgesinin (OSB); yasal altyapısı, oluşum disiplini sayesinde buraya gelecek sanayi için belirli bir plan çerçevesinde ve kendi içinde otokontrol sağlayarak doğru tercihler yapılmasını sağlayabileceğini düşünüyorum. Ayrıca, ilçemizin daha çok tarımsal üretime dayalı gıda sektöründe ileri olduğu açık. Bu sebeple normal şartlarda gelişmenin daha çok gıda sektörü ağırlıklı ve öncelikli bir sanayie doğru olacağını öngörebiliriz. Diğer yandan bölgenin genelinde olduğu gibi orman ürünleri ve enerji üretimi de ilçemizde varlığı gözlenen diğer faaliyetler. Bu sebeple ilçemizin taşıdığı fırsat ve güçlü yönlerinin gelecek sanayi tesisleri için etkili ve yönlendirici olacağını tahmin ediyorum.
Ancak sevgili S.Ramazan Topraktepe’nin de belirttiği gibi: “Hadi yatırım yapın” demekle kimse yatırım yapmaz. Bütün şehirler, bütün il, ilçe, kasabalar yatırımlardan pay almak için rekabet halindeler. Hiçbiri “benim bu fabrikaya, bu üniversiteye, bu tesise ihtiyacım yok, bu da sizin şehrinize olsun” demeyecektir. Sürekli rekabet halindesin. Birlik ve beraberliğini korumaz, akıllı davranmaz, harekete geçmezsek anında denklemin dışında kalırız. Susurluk’a bir yatırım gelecekse eğer…Bu şehrin insanının göstereceği gayrete, isteğe, birlik ve beraberlik içinde hareket edip etmediğine bağlı…” Şayet gelecek on yıllara daha yaşanılası bir Susurluk” olarak girmek istiyorsak…Cumhuriyetimizin 100. yılına kalkınmış bir Susurluk olarak girmek istiyorsak…Her alanda Susurluk’un gelişmesini, ilerlemesini istiyorsak, öncelikle bir yol haritasına ihtiyacımız var. Biz bazı şeyleri değiştirmedikçe hiçbir şey değişmez.” Yine bir arkadaşımızın çok doğru olarak söylediği gibi: “Susurluğun Resmî kurumları, STK’lar ve Siyasiler ilçemize gelecek her yatırım için ortak hareket etmek zorunda olduklarını bilmeliler.” Yoksa eskisi gibi kısır çekişme, çıkar hesapları ve politik tartışmalar içine girersek sadece ilçemiz ve bizler kaybetmiş olmayız, gelecek nesilleri de mağdur etmiş oluruz.




28 Nisan 2020 Salı

28 Nisan 2020 Salı 14:30 CORONA GÜNLERİ.......................................Işık göründü


Işık göründü

Türkiye'nin güncel korona verileri giderek daha iyileşiyor. Vaka sayısı iyileşenlerin altına düştü. Günlük iyileşme sayısı neredeyse 5000 olacak. 2000 dolayındaki pozitif vakaya göre fark neredeyse iki katından fazla. Yoğun bakım ve entübe hasta sayıları da giderek azalıyor. Vefat sayısı bir kaç gündür 100'ün altında seyrediyor. Elli bin test kapasitemiz olduğu halde başvurular 20 binlere geriledi.

Bunlar iyi haberler. Sağlık alt yapımız güçlü, malzeme eksiğimiz yok, tedavi süreçleri başarılı. Hocasından uzman hekimine, hemşiresinden teknisyenine bütün sağlık görevlilerimiz ülke çapında görevlerini çok uyumlu bir şekilde yapıyorlar. Yine de gevşememeliyiz. Bu sonuçlar yukarıda söz ettiğim faktörler kadar millet olarak evlerimizde kalmamızla da yakından alakalı. Bu virüsü yeneceğiz inşallah. Devlet olarak, millet olarak, Cumhurbaşkanından evinde kalan her vatandaşa kadar bu başarıda payımız var.

Tünelin ucu göründü. Karanlık yavaş yavaş aydınlanıyor. Ancak rehavete kapılmamalı. Yapamadığımız şeyleri özlüyorsak biraz daha sabır ve sebat gerekiyor. Düşmana karşı kazanabileceğimizi gördük. Gücümüz var. Bu öz güven ve umutla kazandıklarımızı heba etmemeliyiz. İnancımız da bize güç veriyor. Var olan gücümüzü sonuna kadar, kesin zafere kadar kullanalım. İlk hedef Ramazan bayramı. Sonrası kademeli olarak daha kolay olacak.

Dünya virüsün pençesinde

Ülkemizde durum günden güne daha iyiye giderken dünyada durum hala vahim. 28 Nisan itibariyle Dünya genelinde hayatı adeta durma noktasına getiren yeni tip Corona Virüste hayatını kaybedenlerin ve tanı konulanların sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. Yeni tip corona virüsün (Covid-19) dünya genelinde bulaştığı kişi sayısı bugün itibariyle 3 milyonu, can kaybı ise 210 bini aşmış durumda.

Özellikle ABD’den gelen son haberler koronavirüs vaka ve ölü sayılarında ciddi oranda artış gözlemleniyor. Verilere göre salgının ilk ortaya çıktığı Çin’de hayat normale dönmeye başlarken ABD’de durum her geçen gün daha da kötüleşmekte. Gelen son verilere göre ABD’de tanı konan son vaka sayısı 671425 olarak kaydedilmiş. Aynı zamanda Kovid-19 salgınında hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 4 bin 931 artarak 33 bin 286'a yükselmiş durumda. Bugün Türkiye'nin, Corona virüs salgınından en çok etkilenen ABD'ye tıbbi yardımlarını taşıyan bir askeri kargo uçağı, Ankara'dan havalanmış bulunuyor.

İspanya'da da dünden bu yana ölenlerin sayısı 301 artarak 23 bin 822'ye ulaşmış. İtalya'daki can kayıpları ise son 24 saatte 260 artarak 26 bin 644'e çıkmış. Böylece virüs bulaşanların toplam sayısı 197 bin 675 olmuş. Bu arada Rusya'da da son 24 saatte 6 bin 411 yeni vaka tespit edilmiş durumda. Almanya’da bugün açıklanan güncel verilere göre ülkede son 24 saat içerisinde 1144 yeni vaka tespit edilirken ölenlerin sayısı da 163 artmış. Böylece ölüm sayısı 5.913’e çıkarken toplam vaka sayısı da 156 bin 337’ye ulaşmış bulunuyor. İran'da yeni tip Corona virüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 71 artarak 5 bin 877'ye yükselirken Çin'de 6 yeni Corona virüs vakası daha bildirilmiş.

Dünya genelinde yeni tip corona virüs (Covid-19) salgını sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı 211 bin 773'e yükselmiş durumda iyileşenlerin sayısı ise 900 bini geçmiş. Türkiye bir taraftan bu salgınla çok başarılı bir mücadele verirken, diğer yandan da ABD, İtalya, İspanya ve Filistin dahil 55 ülkeye tıbbi yardım ve malzeme bile gönderdi.

26 Nisan 2020 Pazar

26 Nisan 2020 Pazar 23:30 CORONA GÜNLERİ...................................Acı bir gün


Şifa ayı Ramazan

Bugün cuma. Aynı zamanda Ramazanın da ilk günü. Mübarek bir günde çok kıymetli bir aya girmiş bulunuyoruz. Camilere gidemiyoruz, cemaatle namaz kılamıyor ve mukabele okuyamıyoruz. Ancak, hamd olsun bu günün değerini ve manasını da bu ayın kıymetini de biliyoruz.

Tuttuğumuz oruçlar da inşallah sadece aç kalmak olmayacak. Nefsimize hakim olmayı, sabrı ve istikamet üzere olmayı yeniden yeniden öğreneceğiz. Unuttuklarımız varsa hatırlayacak, tatbiki olarak uygulayacağız. Orucun ne kadar hikmetli, ne kadar yararlı ve ne kadar da gerekli olduğunu keşfedeceğiz bir kere daha. Ramazanın ne kadar aydınlık, ne kadar bereketli ve ne kadar da güzel olduğunu yaşayacağız hep birlikte.

Corona günlerinin dayattığı hali bol bol tezekkür edeceğiz böylece. Evlerimize çekilmek gibi çok pasif gibi görünen bir tedbirin hep birlikte yapıldığında nasıl bir güç haline geldiğini düşüneceğiz. İnşallah böyle tehlikeli bir musibetin bile inanç, dirayet ve tedbir sayesinde nasıl hakkından gelinebildiğini göreceğiz. Onunla her alanda mücadele edilirken dua desteği ve gücümüzle nasıl tek yürek olabildiğimizin de farkına varacağız. Böyle bir olağanüstü durum sebebiyle işsiz kalan, işyerini kapatmak zorunda kalan ya da evinde yalnız, güçsüz ve muhtaç vaziyette kalanları çaresiz bırakmayacağız.

Hem bu salgının önünü keseceğiz, hem de ramazan orucumuz, ibadetimiz ve cömertliğimiz ile her yönden kazanmış olarak çifte bir bayrama erişeceğiz inşallah. Son günlerde gelen rakamlar bu bakımdan son derece umut verici. Doğru yoldayız, sağlık sistemimiz yeterli ve çok başarılı. Az kaldı biraz daha gayret ve sebat! Rabbim ölenlerimize rahmet, hastalarımıza şifa versin. Dilerim başı rahmet, ortası mağfiret sonu da cehennemden kurtuluş olan bu ayda Cenab ı Hak kendisine inanan müminlere lütuf ve ihsanını bol bol yağdırsın. 
  • Ramazan; eğer kalp kırmamaksa, gönül almaksa, gücü yettiği halde her acısını sadece Rabbine bırakmaksa; "gönül orucunuz mübarek olsun"
  • Dilini temiz tutmak, rızkına şükretmek, derdini yalnız Allah'a (cc ) sunmak, doğruyu tavsiye etmek ise; "dil orucunuz mübarek olsun"
  • Gözünü haramdan sakınmak, güzel bakmak, güzeli görmek, gördüğüne hüsn-ü zan ile hükmetmek ise; "göz orucunuz mübarek olsun"
  • Kulağını gıybete kapatmak, Kura'n sesine açmak, doğru tavsiye dinlemek, hakk kelamı duymaksa; "kulak orucunuz mübarek olsun"
  • Güzel düşünmek , bedeni hak yolunda yormak, kötü işlerden kaçmak, kul hakkına dikkat etmekse;"bedeninizin, aklınızın ve ruhunuzun orucu mübarek olsun"
Bugünlerde dolaşan ecdad yadigarı bir ramazan duasını ben de paylaşmak istiyorum;

Günleriniz hayrola / Hayırlar feth ola / Şerler def ola,
Gönüller şâdu handân ola / Müşkilatlar hallu âsân ola,
Hastalar şifâyâb ola / Dertliler devâyâb ola / Borçlular edayâb ola,
Nâ-murad olanlar ber-murad ola / Nâ şâd olanlar şâd-ü handân ola,

Kalplerimiz mesrûr / Ayıplarımız mestûr,
Günahlarımız mağfûr / Dünyamız mamûr,
Ahiretimiz mamûr / İçimiz, dışımız pürnûr ola
Ahir ve akıbetimiz hayrola...

Ramazan-ı Şerifimiz ve Cumamız Mübârek ola..


Ey ölüm !

Ey ölüm !
Hep beklenen,
Yine de şaşırtıp,
Ansızın gelen ölüm !
Sevdiğin,
Hep titrediğin,
O canları da alıp
Tez gidiveren ölüm !
Gözünden bile
Hep sakındığın.
Ne adına, ne başına


Konduramadığın ölüm !
Kokladığın,
Rengarenk çiçekleri
Talanıyla soldurup
Ebede savuran ölüm !
Kıyamadığın,
Nazenin bedenlerin
Üstüne toprak atıp
Bırakıp döndüğün ölüm !
-----
Bu şiir 23 Mayıs 2017'de Ankara'da yazılmıştı

Acı bir gün

Bugün annemi toprağa verdik. Acımız büyük. Bu corona günleriyle eş zamanlı olarak hastalığı ağırlaşmıştı. Bir yandan virüs tedbirleri bir yandan annemin giderek kötüleşen durumu bize çift taraflı sıkıntı yaşattı.

Her ramazan evinde olmak isterdi. Oruçla, Kur'anla, ibadetle ve zikirle ramazanını geçirirdi. Yine bir ramazanda cuma günü iftar vakti sonrası vefat etti. 4 günlük sokağa çıkma yasağı sebebiyle hemen hastaneden alamadık. Gerekli izinler alındı ve İzmir Belediyesinin cenaze aracıyla ancak Pazar günü Susurluğa gelebildi. Özel olarak kimseye haber vermedik, duyurmadık. Tabi selâlar verildi, çocukları, torunları, işitip de katılan dost  ve akrabalarımızla namazını kıldık. Kur'an okunarak, dua edilerek, sosyal mesafeye riayetle, maske ve eldivenlerimizle onu toprağa verdik.

Acımız büyüktü, metin olmaya çalışıyorduk. Taziye için kimseyi eve alamadık, topluca Kur'an okuyamadık. Her birimiz çekildiğimiz bir köşede okuyup dua etmeye çalıştık. Virüs tehlikesi ve yasak sebebiyle yağmur gibi taziye telefonları yağdı. O hal içinde olabildiğince her birine cevap vermeye çalıştık. Dönüş yolunda gördüm ki; sosyal medyada da eksik olmasın bütün dost, akraba, hemşehri, arkadaş ve sevenlerimiz bizi yalnız bırakmamış. Her birine teşekkür etmekten acizim. Sağ olsunlar. Rabbim herkese sağlık ve hayırlı ömürler versin.

Tabi içimiz biraz buruk. Corona günlerinde istediğimiz gibi gidip gelemedik, onu çok sevdiği evine sağlık içinde getiremedik. Yoğun bakımda yattı, gidip göremedik. Nihayet emri hak vaki oldu cenazesine izinlerle ve sınırlı şekilde gidebildik. Akrabalarımızın herbirini arayıp haber veremedik. Hatta cenazesine gelmek isteyenlere dahi "şartlar ortada lütfen gelmeyin" dedik. Mübarek bir Ramazan gününde başkalarının vebaline girmek istemedik.

Cenaze namazını bir avuç canla kıldık. Vakti beklemeden götürüp toprağa verdik. Arkasından adet olduğu üzere üç-yedi akşam okuma yeri yapamadık. Onu soğuk toprağın altına koyup evlerimize döndük. Sokağa çıkma yasağı dolayısıyla sınırlı iznimiz bitmeden yola çıkmamız gerekiyordu çünkü.

Coronadan dolayı hastası olan ya da bir yakını vefat etmiş insanların halini çok iyi anlıyorum. Benim annem Coronadan ölmedi belki ama ölümün her çeşidi acı. Hele de böyle bir zamanda ölüm çok daha acı. Çok daha garip.