Kitap okumaları, seçmeler ve paylaşımlar
Kitap okumayı severim. Ancak bir kusurum var; yazmadan okumak bana yetmiyor. Not alarak, hatta yazarak okursam doyuyorum. Böyle yapmazsam bir çok önemli bilgiyi, ifadeyi ya da altı çizilmesi gereken söz güzellerini kaçırabileceğimi düşünüyorum. Bu bir takıntı mı bilemiyorum. Ama böyleyse bile ben halimden memnunum. Okumayı temiz tatlı bir suyu içer gibi, lezzetli bir yemeği tadını alarak yer gibi, güzel bir manzarayı içime sindirerek seyreder gibi yaşıyorum.
Ama bunun kötü bir tarafı da var. Şayet not alamıyorsam, yazamıyorsam elime aldığım kitaplar hep yarım kalıyor. Bazılarının yaptığı gibi, kelimelerin altını çizmek ya da yan tarafa oklar çıkarıp notlar düşmek de bana göre değil. Neden biliyor musunuz? Belki tuhaf gelebilir ama kitabı müsvedde defterine çevirmek onu incitmek gibi geliyor. Ayrıca böyle okuduklarımı da bir türlü zihnimde tutamıyorum zaten.
Kitapların her biri bana farklı "uçan halı" hissiyatları yaşatır. Kelimelerle vücud bulan sanal dünyalarda seyahat etmeye benzetirim. Düşündüm de neden bu hali başkalarıyla paylaşmıyorum ki? İnsanların kitap okumadığı, okumayı da sosyal medya mecralarında göz ucuyla takip ettikleri paylaşım akışından ibaret sandıkları bir zamanı yaşıyoruz. Zaten ellerindeki akıllı telefonlarla öyle uzun metinleri de okumaları zor. Bundan sıkıldıkları da sır değil.
Bu yüzden uzun zamandır niyetlendiğim ama gerçekleştiremediğim yeni bir yazı dizisine başlıyorum. Okumakta olduğum kitaplardan ilginç satırları, okunası bölümleri ve altı çizilecek cümleleri sizlerle de paylaşacağım. Ne kadar sürer, birlikte kaç kitaptan bal alırız bilemiyorum. Bu çalışmadan bir petek çıkar mı onu da bilemem. Eskiler şöyle söylermiş: "Gayret bizden tevfik Allahtan!". Malum ya "Tevfik" Allah'ın yardımına kavuşma, uygun düşürme ve başarıya ulaştırma manasında bir kelime.
Ya Allah, Bismillah!
Bu seriye başlamak üzereyken elimdeki; "Küçük İnsanlardan BÜYÜK SORULAR Hayli mühim insanlardan BASİT CEVAPLAR" adlı asıl ismi "Big questions from litte people" olan 2012 yılı yayını bir kitaptı.
Derleyen Gemma Edwin Harris serbest çalışan bir yazar ve editör. Cambridge Üniversitesi'nden mezun. İskoçya'da yaşıyor. Kitabı Türkçeye çeviren ise Şiirsel Taş. Domingo Yayıncılıktan çıkmış, toplam 297 sayfa.
Emma Elwin Harris bu çalışmasında, on ilkokulda, yaşları dört ila on iki arasında değişen çok sayıda çocuktan, cevabını en fazla merak ettiklerini sormalarını istemiş. İşte bu derleme o çocukların gönderdikleri sorulara, alanında uzman isimlerin verdikleri cevapları bir araya getirmekte.
Kitabın mizahla ilgisi, uzmanların cevaplarından ziyade, çocukların onlara özgü dünyalarından gelen sorularından kaynaklanıyor. Çünkü çocuklar yetişkinleri şaşkına çeviren akıl ve hayal gücü dolu sorular yöneltmişler: Deniz neden tuzludur? Neden kendimi gıdıklayamıyorum? Solucan yemek normal mi? Nasıl aşık oluruz? Neden uçamıyoruz? Çişimiz neden sarı? Uzay ne kadar uzak? Rüyalar neden yapılmıştır? Hepimiz akraba mıyız? Neden bazı insanlar kötüdür? Dünya neden yuvarlak? Zamanda yolculuk mümkün mü? Arı arıyı sokar mı? Ve daha bunlara benzer bir sürü soru.
Sonrasında dünyaca ünlü bilim insanları, yazarlar, filozoflar, sanatçılar her soruya, sanki kendi çocuklarına anlatırmış gibi basit ve keyifli bir dille cevap vermişler. Bu hayli mühim insanlardan bazıları: Alain de Botton, Noam Chomsky, David Nicholls, Richard Dawkins, Jarvis Cocker, Marcus Chown ve daha onlarcası. İşte kitap böyle ortaya çıkmış.
Editör Emma Elwin Harris kitabın çıkış fikrini kendi çocuğu üzerinden şöyle anlatmış: "Oğlum iki yaşında ve sorular sormaya başladı bile. Kısa süre önce anaokulundan eve dönerken parmağını uzatıp Ayı gösterdi ve “Mu ni?” diye sordu. Şimdilik, bu soruya "0 Ay" cevabını vermek yeterli ama; Ayın neden yapıldığı, ne kadar uzakta olduğu, acaba orada balık yaşayabilir mi gibi sorularla karşılaşmama çok da uzun zaman olmadığını biliyorum. Bu noktada bir uzmanın bize doğru cevabı olabildiğince basite indirgeyerek verdiğini düşünün. İşte "BUYUK SORULAR" ın çıkış noktası buydu. On ilkokulda, yaşları dört ila on iki arasında değişen binlerce çocuktan, en fazla merak ettikleri soruları yazmalarını istedik. Sonuçlar akıl almaz, hayranlık uyandırıcı ve komikti. İçlerinde Uzay neden pırıl pırıldır?, İlk evcil hayvan sahibi kimdi? ya da Arı arıyı sokar m ı? gibi sevimli ve alışılmadık soruların yanısıra, Elektrik neden yapılmıştır? ya da Okyanuslar nereden gelir? gibi şeytana pabucunu ters giydiren sorular da vardı. Birkaç soru da doğrudan derin felsefi bilmecelerin kalbine nişan almıştı: Savaşlar neden çıkar?, Nasıl âşık oluruz? ve İyilik nereden gelir? gibi. Bu sorularla karşılaşan dünyanın sayılı uzmanlarının verdiği cevaplarsa şaşırtıcı ve içtendi. İşleri başlarından aşkın olduğu halde hepsi de, bu kitabın hazırlanması için zaman ayırdı. Bear Grylls, zoru başarıp solucanın besleyici değerini açıkladı. Jessica Ennis, 2012 Olimpiyat Oyunlarından tam iki ay önce e-posta ile Olimpiyatçılara ilham verecek bir mesaj gönderdi. Derren Brovvn, kafasındaki o etkileyici gri maddeyi seferber edip Dünyadaki en güçlü şey insan beyni midir? sorusunu cevapladı. Hiçbir soru garip karşılanmadı. Büyük İskender kurbağaları sever miydi? sorusunu yönelttiğimiz tarihçi Bettany Hughes bize göz kırpmakla yetindi. Bu kitap, her uzmanın, çocuğun kendine has sorusuna verdiği kişisel cevaplardan oluşan bir antolojidir. Oğlum o akşam Ay ile ilgili soruyu sorduğunda, buzdolabında akşam yemeği için ne olduğunu düşünmekle meşguldüm. Oğlum ise pusetinde sırt üstü yatmış, sessiz sakin, gökyüzünün güzelliğini seyrediyor, o anın tadını çıkarıyordu. Karanlık gökyüzünde parlayan o soluk, hayaletimsi küreyi ilk kez görüyordu. Mu ni? sorusu, o dolunayı benim de görmem gerektiğini hatırlattı. Biz de durup izledik; nasıl da garip ve yeni bir şey gibi görünüyordu her ikimiz için de. Gemma El win Harris"
Kitap çok ilginç. Size kitabın ilginçliği hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için sadece birkaç soruya verilen cevapları aktarabileceğim. Umarım bu satırlar sizi kitabı bulup okumaya yönlendirebilir.
İLK KİTABI KİM YAZDI?
Bu o kadar uzun zaman önceydi ki, yazanın kim olduğunu kimse bilmiyor. Bu sorunun yanıtı bir sır. Ama size ilk kitaplar hakkında bir şeyler anlatabilirim. Bir kere, ilk kitaplar kâğıttan yapılmıyordu. Çin de, çok çok uzun zaman önce kitaplar bambu ağaçlarından elde edilen kamışlardan yapılıyordu. Bu kamışlar iple birbirine bağlanırdı. Sonra da insanlar kamışlar üzerine yazı yazardı. Yazılar sağdan sola ya da soldan sağa değil, yukarıdan aşağıya doğru yazılırdı.
Kâğıdı ilk yapan kişi Cai Lun idi. Cai Lun, uzun etek giyen, saçını atkuyruğu
yapan Çinli bir adamdı. Paçavralardan ve eski giysilerden kâğıt yapardı. Yani
Cai Lun, bir kenara fırlatıp attığınız tişörtünüzden defter yapabilirdi. Şaka
yapıyorum elbette. Ama siz yine de tişörtü bir kenara hrlatıp atmak yerine çam
aşır makinesine atın. Çinliler, çok bilge biri olarak kabul ettikleri Konfüçyüs
adlı yaşlı adam ın ağzından çıkan her sözü yazmak istiyorlardı, böylece
söylediklerini hatırlayabileceklerdi. Konfüçyüs ün bütün sözleri her biri insan
boyunda, elli devasa taşın üzerine kazıldı. Bugüne kadar yazılmış en ağır
kitaptır bu. Yazılması sekiz yıl süren bu kitabı iki yüz kişi taşıyabildi.
İlk büvük kütüphane ise Mısır da inşa edildi. Ama bu kütüphanedeki kitapların sayfaları yoktu; bunlar, parşömen adı verilen rulolar halinde saklanan kâğıtlar üzerine yazılmıştı. Kocaman tuvalet kâğıdı rulolarına benzer kitaplardan oluşan bir kütüphane hayal etmeye çalışın. Günün birinde kütüphanede yangın çıktı ve kitapların hepsi kül oldu. Korkunç değil mi? Siz siz olun, kitaplarınızın başına böyle bir şey gelmesine izin vermeyin. (Profesör Martyn Lyons, tarihçi)
İYİLİK NEREDEN GELİR?
İyilik sözcüğünü, hoşumuza giden, hayatı güzelleştiren şeyler ya da insanların başkaları için yaptığı hoşluklar için kullanırız. Başkalarına karşı dürüst ve iyi davranan, sözünü tutan ve elinden gelenin en iyisini yapan insanları iyi olarak nitelendiririz. İyilik önemlidir çünkü dünyayı gerçekten de daha yaşanası bir yer kılar. İnsanların kendi kendine birbirimize karşı doğru davranış biçimi ne olmalı? sorusunu sorduğu ilk günden bu yana, iyiliğin doğası üzerine bir tartışma sürüp gitmektedir.
Eski Yunan filozofları, bugüne kadar süregelecek iyilik hakkındaki bu tartışmanın tohumlarını ekmişlerdir. Bu filozoflar bize iyiliğin, sadece yaptıklarımızla sınırlı olmadığını, düşünme biçimimizle de ilgili olduğunu öğretmiştir. Bu da demek oluyor ki, tutumlarımız önemli çünkü eylemlerimiz tutumumuzdan kaynaklanır; o halde hepimiz nasıl yaşayacağımız ve nasıl davranacağımız konusuna kafa yormakla mesulüz.
Yani kendimize şunu
sormalıyız: Neyin iyi olduğunu düşünüyorum? Neden böyle düşünüyorum? Bir şey
yapmak üzereyim; bu doğru mu, değil mi? Bu sorulara yanıt verdiğinizde,
yanıtınızın diğer insanları da ikna edeceğinden emin olmalısınız; insanın kendi
kendini ikna etmesi çok kolaydır!
İyi şeyler yapabilmek için iyilik üzerine düşünmeyi, başka insanlarla konuşmayı, farklı toplamların nasıl düşündüğünü ve neden böyle düşündüğünü öğrenmeyi, insanların bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu düşünmesinin nedenlerini sorgulamayı gerektirir.
Bütün bunlardan çıkaracağımız
sonuç şu: İyilik, düşüncelerimizin ve eylemlerimizin kendimiz, başkaları ve yaşadığımız dünya üzerindeki etkisine dair sorumluluk hissetmek ve sağduyulu
düşünmekten kaynaklanır. (
NASIL AŞIK OLURUZ?
Âşık olmak, yani aşka düşmek damdan düşmeye benzemez. Daha çok uzayda düşüyormuş gibi hissedersiniz. Sanki kendi özel gezegeninizden atlayıp bir başkasının gezegenini ziyaret ediyormuş gibi olursunuz. Ve oraya ulaştığınızda her şey gözünüze farklı görünür: çiçekler, hayvanlar, giysilerin rengi. Aşık olmak büyük bir sürprizdir çünkü kendi gezegeninizde her şeyin olduğunu düşünürken ve bu bir açıdan doğruyken, bir başkası size uzaydan bir sinyal gönderir ve o gezegene gidebilmenin tek yolu upuzun bir sıçrayış yapmaktır. Uzaklaştıkça bir başkasının yörüngesine girebilir, bir süre sonra gezegenlerinizi birbirine doğru çekmeye ve birlikte yaşadığınız yere yuva demeye karar verebilirsiniz. Oraya köpeğinizi getirebilirsiniz ya da kedinizi veya Japon balığınızı, koleksiyonunuzu, tekini kaybettiğiniz bütün çoraplarınızı. (Kaybettiğiniz tekler -delik olanlar dahil- bulduğunuz yeni gezegendedir. Arkadaşlarınızı evinize çağırabilirsiniz, ikiniz birlikte en sevdiğiniz öyküleri birbirinize okuyabilirsiniz. Aşka düşmek, onsuz olmaya dayanamayacağınız biriyle birlikte olmak için yaptığınız uzun bir sıçrayıştır. Bunun için çok cesur olmalısınız. (Jeanette W interson, yazar)
Zorla aşık olamazsınız; tıpkı daha uzun boylu olmaya karar veremediğiniz ya da kendi dirseğinizi öpemediğiniz gibi. İsterseniz deneyin. Gördünüz mü? Bu, sorun yaratabilir. Aşkı kontrol edebilseydik kırık kalpler, üzüntüler, felaketler, hatta savaşların önüne geçebilirdik. Juliet Romeo'yu kafasına takmayıp Paris'i sevmeyi öğrenebilirdi. VIII. Henry ile Anne Boleyn harika bir çift olabilirdi. En sevdiğim kitaplardan biri olan Çılgın Kalabalıktan Uzak adlı romanda, Bathsheba Evenlene, Gabriel Oak'a kendisiyle evlenemeyeceğini çünkü onu sevmediğini söyler. Bunun üzerine Gabriel şöyle yanıt verir: "Ama ben seni seviyorum. Öte yandan benden hoşlanman benim için yeterince memnuniyet verici." Kulağa yeterince mantıklı geliyor. Fakat birinin sizden hoşlanması ile sevmesi hiç de aynı şey değil. Herhangi birisinden hoşlanabilirsiniz. Bu noktada farkı yaratan sevmek ve karşılığında sevilmektir. O halde hoşlanmakla sevmek, yani âşık olmak arasındaki fark nedir? Bazen bunu soğuk algınlığı ile grip aracındaki farka benzetirim. Soğuk algınlığı daha sık görülür ama grip çok daha ciddi bir durumdur. Bazı insanlar soğuk algınlığı geçirirken grip okluğunu düşünür. Bazı insanlarsa sadece soğuk algınlığı geçirdiğini bilir ama durumu abartır da abartır, sanki grip geçiriyormuş gibi davranır. Örneğin; ben yirmi yıldan beri devamlı grip geçiriyordum. Tek sözünü ettiğim şey geçirdiğim griplerdi. Bazen aynı anda üç dört farklı insana grip oluyordum. Şimdi geriye dönüp baktığım da anlıyorum ki, aslında bir yığın soğuk algınlığı atlatmışım. Bu kafa karıştıran son cümleden de anlayacağınız üzere, hastalık-aşk benzetmesi her zaman o kadar yerini bulmuyor. Aşık olup olmamak konusunda elinizden bir şey gelmez ama şunu da söyleyeyim, bu konuda fazla üzülmeye değmez. Bazı şeyler siz isteseniz de istemeseniz de olur. Saçlarınız ağaracak, dişleriniz dökülecek, âşık olacaksınız (umarım dişleriniz dökülmeden âşık olursunuz). Aşık olduğunuz zaman sakın paniğe kapılmayın. Sakin olun. Endişelenmemeye çalışın. Âşık olduğunuz kişinin de sizin için aynı duyguları hissettiğini ümit edin. Eğer gerçekten öyleyse tebrikler, aşkınız devam ettiği sürece harika zaman geçireceksiniz. Fakat aşkınız karşılıksızsa o zaman başınız dertte. Sizin için üzgünüm. (David Nicholls, yazar)
Aşık olduğumuzda neler olup bittiği sorusu büyük olasılıkla evrende yanıtlanması en güç sorulardan biridir. Aşık olmak, düşünmeden yaptığımız bir şeydir. Aslında, üzerinde gereğinden fazla düşündüğümüzde genellikle her şeyi yanlış yapar. iyice yüzümüze gözüm üze bulaştırırız.
Çünkü aşık olduğunuzda beyninizin sağ yarısı çok meşguldür. Sağ taraf,
özellikle duygular açısından önemli olan bölümdür. Öte yandan dil becerisi
neredeyse bütünüyle beynin sol tarafına bağlıdır. Duygularımız ve
heyecanlarımız konusunda konuşurken zorlanmamız bundan kaynaklanır: beynin
sol tarafındaki konuşma alanları, sağ taraftaki duygulanım alanlarına yeterince
iyi mesaj gönderemez. Biz de duygularımızı tarif edecek sözcükleri bir türlü
bulup çıkaramayız. Fakat bilim, âşık olduğumuzda neler olup bittiğini biraz
olsun açıklayabilir. Öncelikle, aşkın hissettiklerimiz üzerinde gerçekten
büyük bir değişim başlattığını biliyoruz. Bu durumda hepimizin duygulan coşar,
aşktan başı döner. Aynı anda hem mutlu olup hem de mutluluktan
ağlayabiliriz. Birdenbire hiçbir şeyin önemi kalmaz, tek istediğimiz âşık
olduğumuz insana yakın olmaktır. Günümüzde insan beyninin işleyişini
izlememize olanak tanıyan tarayıcı cihazlar var. Bu inceleme sırasında, beynin
ne yaptığına bağlı olarak, ekranda farklı bölgeler parlar. İnsan âşık
olduğunda, beyninin duygulanımlarla ilgili bölümleri çok aktif olduğu için ekranda bu bölgelerin parladığını görürüz. Buna karşılık, beynin mantıklı
düşünmeden sorumlu bölgeleri normaldekine göre daha az aktif görünür. Beynin
normal koşullarda Sakın aklından geçeni yapayım deme, bu çılgınlık! diyen
bölümleri kapanır, Evet, böyle yapman harika olur! diyen bölümleri açılır.
Peki ama bunlar neden olur? Nedenlerden biri, aşkın beynimizden belirli
kimyasallar salgılanmasına yol açmasıdır. Bunlardan biri olan dopamin
heyecan hissetmemize neden olur. Bir diğeri olan oksitosin, sevdiğimiz kişiyle
birlikte olduğumuzda yaşadığımız aşk sarhoşluğundan ve hissettiğimiz o sıcaklık duygusundan sorumludur. Bu
kimyasallar çok miktarda salgılandığı zaman, beynin özellikle duyarlı
olan bölümlerine gider. Bu duyarlı bölgeler, beyin taraması sırasında
parladığını gördüğümüz bölgelerdir. Fakat bunların hiçbiri neden özellikle
belirli birine âşık olduğunuzu açıklamaz. İşin bu kısmı biraz gizemli çünkü göründüğü kadarıyla yaptığımız seçimler için çok iyi nedenlerimiz yok. Hatta birine onunla evlenmeden âşık olabileceğiniz gibi, biraz ters görünse bile
evlendikten sonra da âşık olabilirsiniz. Bir başka gariplik daha: Aşık
olduğumuz zaman, kendimizi, sevdiğimiz insanın mükemmel okluğuna inandırırız.
Oysa tabii ki hiç kimse mükemmel değildir. Ama birbirimizi ne kadar mükemmel
bulursak, aşkımız o kadar uzun sürer. (
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder