41 kere maşallah
Hep
kötü, olumsuz ve iç karartıcı şeylerden bahsetmeyeceğiz ya. Her şeye rağmen
hayat devam ediyor. Bütün nimetleri ve güzellikleriyle. İşte bu gün de öyle bir gün.
Bugün bizim evliliğimizin 41.nci yıl dönümü. Neredeyse yarım asra yakın bir
hikayenin sevgiyle ayakta kalış öyküsü.
Evet,
tam 41 yıl önce bugün, 1-2 Kasım 1979’da bir Kurban Bayramında evlenmiştik. Her
dönemin zorlukları, sıkıntıları, acıları var. O günlerde de ülkede anarşi,
kavga, kan, kaos, acı ve gözyaşı vardı. Her gün onlarca insan ideolojik
kamplaşmaların sonucu birbirleriyle vuruşuyor, ölüyor, öldürüyorlardı.
Aynen bugün corona salgını nedeniyle nasıl her gün vaka ve ölüm sayıları yayınlanıyorsa; o günlerde de olay ve cinayet haberleri olurdu gazetelerde çarşaf çarşaf. Sanırdık ki dünyanın sonu geldi, bu nasıl bir hayat nasıl bir zaman. Hatırlarsınız Orhan Gencebay o günler için bir şarkı bestelemişti, herkes bilir: "Batsın bu dünya!" Orada şöyle feveran eder yaşadıklarına:
Yazıklar olsun, yazıklar olsun / Kaderin böylesine, yazıklar olsun / Herşey karanlık, nerde insanlık / Kula kulluk edene yazıklar olsun / Batsın bu dünya, bitsin bu rüya / Ağlatıp da gülene, yazıklar olsun / Dolmamış çileler, yaşanmamış dertler / Hasret çeken gönül, benim mi olsun
Öyle bir dert verdin ki, kendime gelemedim / Çıkmaz
bir sokaktayım, yolumu bulamadım / Ben mi yarattım, ben mi yarattım / Derdi
ızdırabı, ben mi yarattım / Günah zevk olmuşsa, vefa yoğrulmuşsa / Düzen
bozulmuşsa, ben mi yarattım / Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Gencebay bu ülkenin hassas yürekli bir ozanı olarak "Barış için, insanlık için daha güzel bir dünya için böyle olacaksa Batsın bu dünya!" demişti ama batmadı tabi. Kötünün de kötüsü varmış, şu kırk yıl içinde neler neler yaşamadık ki? Darbeler mi görmedik, depremler mi yaşamadık, teröre onbinlerce canlar mı vermedik.
Siyasi krizler bir birini kovaladı. Ekonomik krizlerin kara delikleri yuttu bu ülkeyi kaç kere. Neredeyse şehidi olmayan hiçbir mahalle, kaza haberi işitmediğimiz hiçbir bayram, ciğeri yanmayan hiçbir ana, sıkıntımız olmayan hiçbir yılımız geçmedi. İşte şimdi de bir corona virüs musibetiyle karşı karşıyayız. Depremleri, sel felaketlerini, yangınları, toprak ve çığ düşmelerini saymıyorum bile.
Yine de ayakta kaldık, yenilmedik, yaşıyoruz. Biz 41 yıldır birlikteyiz. Dört evladımız, güzeller güzeli dört de torunumuz var. Yaşımız artık 60'ın üzerinde ama Allaha şükürler olsun sağlığımız yerinde. 35 yıllık hizmetimizi şerefle tamamlayıp emekli olduk. Allah kalan ömrümüzü hayırlı eylesin.
Bu günün gençleri 10 yıl 20 yıl öncesini bilmiyor. Tabi ki bizim yaşadığımız şeyleri onların yaşamasını istemem. Ancak şunu söyleyebilirim ki; herkes, her can kendi hikayesini yaşıyor, yaşayacak.
Muhtemelen de onlar bugünlerde görüp yaşadıklarını evlatlarına ve torunlarına “Siz bilmiyorsunuz, biz neler neler yaşadık gördük” diyecekler. Mesela corona salgınını anlatacaklar. İklim değişikliklerini, dünyada artmakta olan doğal felaketleri hikaye edecekler. “Biz yaklaşan tehlikeyi anlamıştık" diye söze girip "Allah sizi korusun!” duasıyla bitirecekler.
1979 yılı Haziranında sürüp giden olayların kaos
ortamında siyasi sebeplerle kendi memleketimden sürüldüm. Bana bunu yapanlar
Manisa'ya gönderilmemi bir lütuf olarak açıklamışlardı. Oysa biz başımıza geleni
hayra dönüştürme gayreti içinde, hayatımızı birleştirme, yuvamızı kurma
hazırlıkları yapıyorduk. Başkaları bizi silme, ezme, bertaraf etme niyetiyle
bunu yapmışlardı ama Allahın izniyle Manisa sürgünü bizim için hayata tutunmanın, ayağa kalkıp
yeniden başlamanın başlangıcı oldu.
Hemen ertesi yıl ilk kızımız
doğmuştu. Onun doğum sevincini tam yaşayamadan 12 Eylül darbesi oldu. Anlatması
uzun sürer böyle çok sıkıntılar yaşadık 41 yıl içinde. En başta sürgün gittiğimiz yerden terfi alarak çıktık. Bizi
tanıyan herkes gördü bildi ki zulme uğramışız. Çok kısa sürede de yolumuz bizi silmek
isteyenlerin merkezine, Ankara’ya çıktı. 31 yaşında daire başkanı, 47 yaşında
Müsteşar yardımcısı oldum. 15 yıl şerefle ülkenin kalbinde, TBMM’sinde görevler yaptım.
Rabbime hamd olsun elbet bir sürü dertlerimiz, zorluklarımız oldu, düştük kalktık ama ondan hiç ümit kesmedik. Çok sabrettik, daha fazlası hamd ettik. Her şeyin hayırlısını diledik. Bildiğimiz bilmediğimiz, gördüğümüz görmediğimiz her türlü kötülükten, şerden yalnızca ona sığındık, ancak ondan yardım diledik. Ama işte güzel ülkem gibi, milletim gibi, bayrağım gibi dimdik ve umutla geleceğe yürümeye devam ediyoruz.
Şu on onbeş yıl içinde ülkem Cumhuriyet tarihinin en büyük eserlerini gördü. Duble yollar, otobanlar, köprüler, metrolar, deniz altı geçişleri, yüksek hızlı trenler, hava limanları, Barajlar, Enerji hatları ve bir milyonun üstünde toplu konut yapıldı. Onlarca şehir hastanesi ve sağlık tesisi kazandırıldı ülkeye. Her şehre en az bir üniversite kuruldu. Büyükşehir yasası ile bugün en ücra köyler bile mahalle statüsü ile her türlü hizmeti alabiliyor.
Savunma sanayimiz güçlendi. Artık kendi İHA'larımızı, SİHA'larımızı, yerli helikopter ve zırhlı araçlarımızı üretebiliyoruz. Elektronik silah sistemlerimiz yerli ve milli oldu. Yerli elektrikli otomobilimizi, uçağımızı ve uçak gemimizi yapacak noktaya geldik. Kendi gemilerimizle karadenizde ve doğu akdenizde sismik araştırma, derin sondaj faaliyetimiz devam ediyor. Nerede bir mazlum varsa onun yanındayız, nerede hakkımız hukukumuz varsa onu cesaretle sahiplenebiliyoruz. Liste uzayıp gidiyor. Ne mutlu ki anlatılacak daha yüzlerce işimiz, eserimiz ve başarımız var.
İşte böyle bir noktada 2020 yılını bitirmek üzereyiz. Bu yıl hafızalarımıza doğal felaketleriyle, pandemisiyle, mücadele, kriz ve gerginliklerle kazınacak. Ama hayatın öteki yüzü bu kadar karanlık değil. Aydınlığı görebilmek için ışıktan kamaşan gözlerimizi biraz ovuşturmak gerekiyor. Sağlığımız yerindeyse, aç açıkta değilsek, ülkemiz mamur, insanımız hürse ne mutlu bize. Bildiğimiz bilmediğimiz, gördüğümüz görmediğimiz nice kötülüklere karşı bizi koruyup gözeten Rabbimize hamd olsun.
Başımıza gelen musibetler bizi uyarıyor. Benzeri şerlerden hem korunabilmek hem de üstesinden gelebilmek için bağışıklık sistemimizi güçlendirmemizi sağlıyor. Yaşarken kıymetini bilmediğimiz şeylerin değerini hatırlatıyor. Elimizin altındaki nimetlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Tıpkı 41 yıllık bir evliliğin ulu bir çınara dönüşmesi gibi. Şimdi geriye bakıp yaşadığımız kötü anıların acısıyla kavrulmak yerine geleceğin umuduyla kendimize ve ailemize serin olmanın zamanı. Bugünümüze hamd etmenin, ülkemize, çocuklarımıza, torunlarımıza ve kalan ömrümüze dua etmenin vakti. Dünya dönüyor, saatler işliyor. Geride takılıp kalmanın hiçbir anlamı yok, anımızı hakkıyla yaşamamıza, yarınlar için hayal kurmamıza engel oluyor. Gün baktığımız şeylerin sadece bir yüzünü değil öbür yüzünü de görebilmemizin günü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder