Salgında tartışmalar
Tarihin çok ilginç bir dönemini yaşıyoruz. Bilim kurgu romanlarında okuduğumuz, filmlerde gördüğümüz, ‘olmaz’ dediğimiz birçok şey oluyor. Gözle görülemeyen bir virüs adeta tüm insanlığı tehdit ediyor. Dünya çapında milyonlarca insan evde kalmaya zorlanıyor, dışarıda herkes maskeli.
İşyerleri sıkıntıda, üretim aksamış, pek çok insan işlerini kaybetmiş, kalanların önemli bir kısmı evden çalışmak zorunda. Yüzyüze eğitim tam yapılamıyor, siyaset bile toplantı alışkanlıklarını değiştirmiş durumda. Güvenlik kuvvetleri ilaveten salgınla ilgili olağanüstü tedbirlerle uğraşıyor. Bütün sağlık sistemi, görevliler canla başla virüs bulaşmış kişileri kurtarmaya çalışıyor.
Corona'nın ilk çıktığı Çin’den artık ses soluk duyulmuyor. Sanki salgının yayılmasını kontrol almışa benzeyen dünyadaki tek ülke orası. Ocak ayından itibaren aldığı radikal önlemlerle epey tartışma da yarattı ama. Bu tedbirlerin bir kısmı da halen sürüyor. Diğer yandan Hindistan, Avrupa, Rusya, ABD ve Güney Amerika ülkelerinde "ikinci dalga" olarak tabir edilen bir patlama hali daha yaşanmakta.
Dünya
bu salgınla uğraşırken kamuoyu da çıkan tartışmalarla sarsılıyor. Önce pek
ciddiye alınmadı, sonra komplo teorileri çıktı bol bol. Birileri Çin’i suçladı,
başka birileri Amerika ve küresel güçleri. Yetmedi Dünya sağlık örgütü de ABD
ile Çin arasındaki kapışmanın tam ortasında kaldı. Yaşlıların korunamadığı,
hatta ölüme terkedildiği iddiaları ortaya atıldı. Batılı gelişmiş ülkelerin sağlık
sistemlerinin yetersizliği konuşuldu bir süre. Hazirana doğru normalleşme
çabaları tartışılır oldu. Ekonominin büyük yara alması bütün dünyada belki
salgından da öne çıkan bir sorun oldu. Son olarak virüsün ne olup olmadığı, aşı
ve ilaç geliştirme çalışmaları gibi bilimsel konular da alabildiğince tartışılıyor. Pek biteceğe de benzemiyor.
Koronavirüs
ilk çıktığında ne Çinliler, ne de dünya onu pek ciddiye almadı. Çinlilerin
salgını başta gizlemeye çalıştığı söylense de tablonun giderek vahimleşmesi
saklanacak bir taraf bırakmadı. Aslında işin ciddiyeti Çinliler, apar topar
sahra hastaneleri yapmaya başladığında kendini belli etmeye başlamıştı. Sonra
yol üstünde nefessiz kalıp düşen insan görüntüleri... Batı’nın düştüğü yanılgı
ise Covid-19’un da 2003 yılındaki SARS salgını gibi Asya’da sınırlı kalacağını
sanmaktı.
Ancak bu
virüs Batı’yı komple ters köşeye yatırdı. Sars’tan deneyimli olan Asya ülkeleri
Çin’den yayılmaya başlayan vakaları kontrol altına almak için tedbirlerini
arttırırken salgının Avrupa’daki merkez üssü, her memleketten insanın gelip
geçtiği İtalya’nın turistik Bergamo kenti oldu. Virüsü nereden aldığı hâlâ
bilinmeyen 38 yaşındaki bir İtalyan hastadan salgın hızla dallanıp budaklandı. Sonrasında
neredeyse tüm ülkeyi karantinaya alan İtalya’nın nasıl olup da hastalığı
kontrol altına alamadığı ise hala merak konusu.
Salgında
neredeyse 10 ay tamamlanmak üzere. Ancak üzerindeki bu gibi tartışmalar hala
sona ermedi. Önce bir sürü komplo teorisi atıldı ortaya. Sonra da bahar
aylarındaki dalga söner gibi olduğunda "normal hayata geçiş"
tartışmaları yaşandı. Maske, izolasyon, karantina ve genel kısıtlamalar sürekli
tartışıldı. Bilim adamları da bu ortamda alabildiğince farklı görüşler
savundular. O kadar ki bazıları bilimsel anlamda tam tersi şeyler söylediler.
Şu anda konudan konuya atlamakla birlikte çeşitli kesimlerce sürdürülen
tartışmalar halen devam ediyor.
Korona
salgını tüm dünyayı kasıp kavururken perde arkasında da büyük bir kapışma
yaşanıyor. Salgın ABD’de hızla yayılırken Trump yönetimi, Çin’i ‘salgını geç
haber vermekle’ suçladı. Pekin yönetimi ise ihtiyaç sahibi ülkelere tıbbi
malzeme temin ederek koronavirüs krizi nedeniyle bozulan imajını düzeltmeye
çalıştı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) yönelik mali
yardımı askıya alma kararının ardında da aslında ABD ile Çin arasındaki bu
kapışma yatıyor. Düne kadar ticaret savaşı yaşayan bu iki ülke, bu kez salgın
yüzünden dalaşıyorlar.
Haziran
başında Avrupa’da birçok ülke ağır bir ekonomik faturanın çıkabileceği
endişesiyle tedbirleri gevşetme yolunda adımlar atmaya başladı. Danimarka,
Norveç’te ilkokullar açıldı. Almanya’da 800 m2’den küçük dükkanlar iş başı
yaptı. Çekya’da az katılımlı düğünlere izin çıktı. Avusturya, AVM, güzellik
salonu ve kuaförleri açtı. ABD’de ise Başkan Donald Trump, eyalet valilerine
tedbirlerin esnetilmesi için baskı yapıyordu.
Salgın
tam olarak kontrol altına alınmamışken önlemleri gevşetme kararları pek çok riski
de gündeme getirdi. Çünkü mücadelede en başa dönme ihtimali var. Almanya
Başbakanı Angela Merkel’in ‘Henüz tehlike
geçmedi. Dikkatli ve disiplinli olalım. Alınan bu kararların neticesi iki hafta
sonra belli olacak’ diye uyarması da bundan. Nitekim DSÖ yetkilileri de sık
sık krizin geçmediği konusunda ikazda bulunuyor.
Son
günlerde dünyada korona ile tartışmalarda iki konu öne çıkıyor. Biri tabi ki
maske zorunluğu. İkincisi hastalığı taşıyan ama semptom göstermeyen insanlar.
Maske sorunu üzerinde tartışmalar zaten başından beri hiç bitmedi. Maskeye
karşı çıkanlar, maskenin güvenirliğini tartışanlar, maske takıyormuş gibi
yapanlar vs. Ancak orada bile şöyle bir risk var. Maske, insanda ‘güvende
olduğuna dair yanlış bir hissiyat’ yaratarak diğer tedbirleri ihmal etmesine
neden olabiliyor.
Bir
yandan da maske takılması halinde virüs taşıyan, ama virüs taşıdığını bilmeyen
insanların tükürük damlacıkları aracılığıyla hastalığı bulaştırma oranının
azalacağı söyleniyor. Zira hastalığı belirtisiz geçiren, ya da hastalık
semptomlarını henüz göstermeyen kişiler de virüsü yayabiliyor. 5 milyon nüfuslu
Singapur’da yapılan ve Amerikan Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından
yayımlanan bir çalışmaya göre, koronavirüs vakalarının yüzde 10’u hiç belirti
göstermeyen kişiler aracılığıyla yayılmış. Önemli bir Amerikalı tıp yetkilisi,
koronavirüs bulaşan insanların yüzde 25’inin öksürük ya da ateş gibi herhangi
bir semptom vermediğini söylüyor. Bunlar salgına katkıda bulunan ama semptom
göstermeyen insanlar.
Hastalığın
ilk çıktığı ve salgının kontrol edildiği Vuhan’da insanların akıllı
telefonlarına bir aplikasyon yüklenerek ‘sağlık kodu’ veriliyor. ‘Yeşil’
sağlıklı anlamına geliyor. Metro kullanabiliyor, kent merkezine girebiliyor.
Kodu ‘sarı’ ya da ‘kırmızı’ olanlara ise seyahat kısıtlaması uygulanıyor.
‘Sarı’, enfekte bir kişiyle teması olduğu, hastane ya da karantinada olması
gerektiği anlamına geliyor. ‘Kırmızı’ ise enfekte olan ya da teşhis bekleyen
kişilere veriliyor.
ÇİN bu
takip yöntemiyle anti-demokratik olmakla eleştirilirken benzer uygulamalar bizde
de, başka ülkelerde de yapılıyor. Ülkemizde HES kodu bu sebeple uygulamada. Moskova’da
koronavirüs karantinasında olan kişiler akıllı telefonlarına gelen barkodlarla
takip ediliyor. Buna göre kişi çöp atmaya çıksa bile aplikasyon üzerinden onay
alması gerekiyor. Bu sayede kişinin virüsü başka kişilere bulaştırmasının önüne
geçilmesi hedeflenmiş. Salgının klasik yöntemlerle kontrol altına alınamaması
halinde yapay zekanın devreye girdiği bu tür aplikasyonların takip
teknolojilerinin giderek hayatımıza daha fazla girmesi muhtemel.
Korona
ile mücadelede en kritik noktalardan biri hastalığı taşıyan kişilerin izole
edilmesi gibi duruyor. Aksi halde ne kadar önlem alınsa da virüsü taşıdığını
bilmeyen birileri hastalığı yaymayı sürdürmekte. Bu yüzden de salgın bir türlü kırılamıyor.
Çin belki de bunu oldukça radikal ve tartışmalı da olsa başarmışa benziyor.
Metrolarda
ateş ölçülmesi, maske takma zorunluluğu, testlerin yaygınlaşması gibi
uygulamalar mücadeleyi etkinleştirebilir. Özellikle de virüs taşıyanlara katı bir
izolasyon politikası uygulanması ise en az hastalara gerekli sağlık hizmetinin
sağlanması kadar kritik bir unsur.
Dünyada şu günlerde en önemli konulardan biri Covid-19’a
rağmen sınıflarda dersbaşı yapmak. Salgınının devam etmesine rağmen birçok ülke
sınıf eğitimine geçmeyi deniyor. Almanya’nın başkenti Berlinde Ağustos ayından
bu yana daha hijyenik, sosyal mesafeli, maskeli eğitimi deniyor. Okulların
toptan kapatılması yerine koronavirüsün tespit edildiği okul ya da sınıflardaki
öğretmen ve öğrencilerin karantinaya alınması tercih ediliyor.
Belçika’da sarı, turuncu, kırmızı diye planlar
yapılmış. Hali hazırda sarı seviye geçerli. Hem öğrenci, hem de öğretmenlerin
okul koridor ve sınıflarında ders saatlerinde de maske takmaları zorunlu.
Hastalığın yayılma eğilimi göstermesi halinde alarm seviyesinin daha da
arttırılıp yeni tedbirlerin gelmesi söz konusu. Fransa da 1 Eylül’den itibaren sınıflar
küçültülüp, havalandırma ve hijyen kuralları arttırılarak eğitime devam etme
denemesi yapılıyor. Çocukları okula yollamak zorunlu. Okullarda 11 yaş üzeri
öğrenci ve öğretmenlerin maske takması da zorunlu. Maske, sınıfta da okul
bahçesinde de çıkarılmayacak.
Türkiye’de EBA TV üzerinden uzaktan eğitim, özel okullarda ise yine sanal telafi eğitimi başladı. Ardından 21 Eylülde de kademeli olarak yüz yüze eğitim başladı. Belki de önümüzdeki haftalarda bu uygulamanın kapsamı genişleyecek.
Salgın artçıları
Dünya genelinde can kaybı 1 milyonu aşarken, bilim insanları neredeyse bir yıla yaklaşan salgının farklı etkilerini açığa çıkarmaya devam ediyor. İsrail’de yapılan bir araştırmada, corona virüsün testislere saldırdığı ve sperm hücrelerini enfekte edebildiği ileri sürülmüş. İddiaya göre, erkekler yeni tip corona virüsü (Covid-19) hafif semptomlarla atlatsalar bile kısırlık problemi yaşayabileceklermiş. Araştırma hastaların Covid-19 teşhisi konulduktan 30 gün sonra sperm sayılarının yarı yarıya azaldığını ortaya koymuş. Ancak bu iddia başka bilim adamlarınca doğrulanmamış durumda. Mesela İngiltere'den gelen bir açıklamada gribin bile geçici olarak sperm sayısında düşüşe neden olduğu ifade edilmiş. Kaldı ki corona virüse yakalanan kişiler muhtemelen başka rahatsızlıkları sebebiyle bağışıklığı zayıf hastalar. Temel sorun, durumun kalıcı olup olmadığı. Bunu anlamak için de yıllar gerekiyor.
Türkiye'de tartışılan bir başka konu da açıklanan resmi vaka sayılarının doğru olup olmadığı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın “Her vaka hasta değildir, pozitif çıkıp semptom göstermeyenler var” sözleri Uluslararası basında geniş yer buldu. Dünyada en fazla vakanın ve can kaybının görüldüğü ABD kesin tanıların yanı sıra muhtemel vakaları da verilerine ekliyor. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi teyit edilmiş kesin vaka ya da ölümü, “Covid-19 için doğrulayıcı laboratuvar olgusu kriterinin karşılanması” olarak tanımlıyor. Hindistan, Dünyada en fazla vaka sayısına sahip ikinci, can kaybı görülen üçüncü ülke. Ülkede Covid-19 teşhisi için PCR’ın yanı sıra TrueNat ve CBNAAT gibi farklı tanı kitleri de kullanılıyor. Ayrıca, hızlı antikor testleri de yapılıyor. Hindistan da test sonucu pozitif çıkan vakaları kesin tanı olarak açıklıyor.
Brezilya Dünyada en fazla vakanın görüldüğü üçüncü ülke.Brezilya’da açıklanan günlük vaka sayılarına klinik teşhis konulan, tomografi sonucunda bulgu tespit edilen ve PCR testi pozitif çıkan hastalar ekleniyor. Antikor testi pozitif çıkanlar da toplam vaka sayısına dahil ediliyor.Brezilya hükümeti, Haziran ayında toplam ölüm ve vaka sayısını duyurmayı bıraktı ancak Yüksek Mahkeme kararı sonrası sayılar yeniden açıklanmaya başladı. Rusya vaka sayısını yapılan PCR testi sonucunun pozitif olması kriterine göre belirliyor. Veriler günlük olarak ve bölgelere göre, hükümetin kurduğu Covid-19 bilgilendirme sitesinden yayımlanıyor. Ancak Rusya’da esas tartışma yaratan konu vaka sayıları değil, can kayıpları oldu. Rusya, test sonucu pozitif olan Covid-19 hastalarının tedavi sırasında bir başka sağlık sorunundan dolayı hayatını kaybetmesi halinde, bu kişileri corona virüsü kaynaklı ölüm verisine eklemiyor.
Corona
virüsünün ortaya çıktığı Çin, vaka tanımlamasını salgının başlangıcından bu
yana yedi kez değiştirmiş. Her değişiklikle birlikte vaka tanımının da kapsamı
genişletilmiş. Çin, Mart ayına kadar, Türkiye’deki gibi
test sonucu pozitif çıksa da asemptomatik olan kişileri vaka sayısının içine
dahil etmiyordu. Artık test sonucunun yanı sıra klinik bulguları ve
asemptomatik kişileri de vaka sayılarına ekliyor.
İtalyada Mayıs ayından bu yana vakalar Sağlık Bakanlığı tarafından internet sitesinde yayımlanıyor. Test sonucu pozitif çıkan hastalara ilişkin veriler ise “hastanede tedavi gören semptomlu kişiler”, “yoğun bakımdakiler” ve “evde karantinada tutulanlar” alt başlıklarıyla ayrı ayrı veriliyor. Günlük tabloda salgının başından bu yana tespit edilen toplam vaka sayısı ve günlük vaka artışı bilgileri de yer alıyor. İngilterede günlük açıklanan verilerde, en az bir kez laboratuvar analizinde PCR test sonucu pozitif çıkmış kişiler vaka olarak kabul ediliyor. Hükümetin konuyla ilgili resmi sitesinde, test sonucu pozitif çıkan kişilerin ya örnek alındığı tarihte ya da sonucun bildirildiği tarihteki verilere eklendiği belirtiliyor.
Türkiye’nin şüpheli Covid-19 vakalarını bildirmemesi konusunda Bakan Fahrettin Koca, PCR testi yapan ülkelerde buna ihtiyaç olmadığını savunuyor. TTB Başkanı ise en son şüpheli vakaları da ekleyerek vaka sayısını bir günde ikiye katlayan ABD’yi örnek gösteriyor. DSÖ Covid-19 hastalığı için iki uluslararası kod (U07.1 ve U07.2) önermiş. İlk kod (U07.1) testlerle tanısı konulmuş kesin pozitif vakalar için, ikinci kod (U07.2) ise testi negatif çıksa da klinik-epidemiyolojik açıdan kuşkulu/olası vakalar için kullanılıyor. Bu vakalar ‘Covid-19 virüs tanımlanmamış’ kodu olarak bildiriliyor. İşte bu ikinci kod Türkiye tarafından kullanılmıyor. Bazı ölümler kayıtlara “bulaşıcı hastalık ya da doğal ölüm” olarak geçmeye devam ediyor. Tartışmanın odak noktası bu.
Sağlık
Bakanı Fahrettin Koca, bu konudaki bir soruya DSÖ’nün “şüpheli” kodunu PCR
testi yapılmayan ülkeler için önerdiğini, PCR testi yapabilen Türkiye içinse
“doğrulanmış vaka” şeklinde kod verdiğini söylüyor. Bakan Koca ayrıca Türkiye’de
vaka sayısıyla ilgili şeffaflığa dikkat çekiyor ve DSÖ’nün de bildirimleri
'takdirle andığını' da ilave ediyor.
Koronavirüs salgınında gerçek vaka sayılarına ilişkin şüphe ve tartışmalar, ortaya atılan yeni bir iddia ile sürüyor. İddiaya göre açıklanan ‘günlük hasta sayısı’, sadece hastaneye yatırılan vakaları ifade ediyor. Sağlık Bakanlığı 29 Temmuz’da koronavirüs tablosunda değişikliğe gitti. Tablonun sol tarafındaki bölümde yer alan “Toplam Yoğun Bakım Hasta Sayısı” ile “Entübe Hasta Sayısı” çıkarıldı, onların yerine “Hastalarda Zatürre Oranı” ve “Ağır Hasta Sayısı” paylaşılmaya başlandı. Tablonun sağ tarafında yer alan bölümde ise, “Bugünkü Vaka Sayısı” ifadesinin yerini “Bugünkü Hasta Sayısı” aldı. ‘Günlük hasta sayısı’ ifadesi “günlük olarak hastanede tedavi altına alınanların sayısını yansıtıyor. 29 Temmuz’dan beri testi pozitif çıkıp da tedavisi evde yapılanların sayısı ise açıklanmıyor, o veriler günlük korona verilerine yansıtılmıyor.
Pozitif
tanısı konup da tedavisi evde yapılanlar için artık ‘vaka’ yerine ‘taşıyıcı’
ifadesi kullanılıyor. Herkesin farkında olduğu gibi salgın yayılmasına rağmen
rakamların küçük gözükmesinin nedeni bu. Muhtemelen bu tabloda bir değişiklik
daha yapılacak. Özellikle filyasyon çalışmalarının sonuçlarına dair veriler
paylaşılacak. Sayıları 11 bini geçen filyasyon ekiplerin neler yaptığı,
nerelere ulaşabildikleri aktarılacak. Ayrıca, o değişiklikten sonra sağlık
kuruluşlarının hasta yükünün biraz daha detaylandırıldığı bilgiler
paylaşılacak.
Covid-19 salgını gelecekle ilgili tartışmaları tetiklerken, kapitalizmin yeniden düzenlenerek sürdürülmesiyle ilgili tartışmalar da oldukça yoğun. Bunlardan bir bölümü, şirket batmalarının önlenmesi, işsizliği telafi edecek önlemler getirilmesi, uluslararası koordinasyonun güçlenmesi gibi önerilerle temelde talebin ve küresel piyasanın sürdürülmesine odaklı. Buna karşın kapitalizmin devamını ciddi anlamda dönüşümüne bağlayanlar da var ki, bu gurup içinde vergi politikalarında radikal değişiklikler, sosyo-ekonomik haklara dayalı sosyal devlet anlayışı, Keynesyen politikalara dönüşün gerekliliği gibi konular öne çıkmakta.
Aslında
‘corona’ öncesinde de küresel kapitalizmin ve neoliberal politikaların geleceği
tartışma konusuydu. Bir yandan büyüme krizi yaşanıyor, öte yandan küresel ve
ulusal düzeyde artan sosyo-ekonomik eşitsizlikler yalnız ahlaki değil sistemin
geleceği açısından da kaygı yaratıyordu.
Şu anda dünyada herkesin aklından geçen sorular aynı. Salgın ne zaman bitecek? Dünya ne zaman normale dönecek? Aslında kimsenin bu konuda net bir cevabı yok. Öngörüler ise oldukça muğlak. Ancak bir yandan da salgın sonrası için hazırlıklar başladı bile. Çünkü Türkiye’nin de ticaret ortağı olduğu ABD ve Avrupa’dan gelen ekonomik veriler hiç iç açıcı değil. Mesela Almanya ekonomisinde rekor küçülme öngörülüyor. Keza Fransa resesyona girdiğini açıkladı. Bu nedenle Avrupa Birliği, pandemiye rağmen salgını kontrol etmek için getirilen kısıtlamaları kademeleri olarak kaldırmanın çarelerini arıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder