12 Ekim 2020 Pazartesi

12 Ekim 2020 Pazartesi 21:00 CORONA GÜNLERİ...............................Torunlarla zaman

Dünya tatlıları

Bir zamanlar bir mesel duymuştum, hala hatırımda ve dilimdedir: “Evlat sermaye ise torun kârmış”. Henüz çocuklarım evli bile değilken duymuştum bu sözü. Gülmüştüm ilkin, bir Kayserili fıkrası gibi gelmişti. Hani her şeyi kazanca ve paraya dönüştürüveren o meşhur Kayserili ticari zekasına. 


İlk torunum Nazlı doğduğunda bir kez daha duymuştum aynı sözü. Bu defa düşündürmüştü beni. Büyük kızımızı çok seviyorduk ve Nazlı da, ilk göz ağrımızdı. Sevmek ne kelime ailenin prensesi gibiydi. O zaman fizik olarak evlat/torun ile Sermaye/Kâr ilişkisinin birbirine çok benzediğini fark etmiştim.


İkinci torunum bir oğlandı. Adını Yağız koyduk, inanılmaz bir sevgi yumağı oluşmuştu etrafında. O da sevimliliğiyle bu sevgimizi sürekli çoğaltıyordu. Bir iken iki olmuşlardı. Sanki evlatlarımızla hayata yatırım yapmış, karşılığında bu iki torun bize kâr olarak verilmişti. İşte o vakitten beri o sözün çok doğru olduğunu düşünüyorum. Sadece düşünmekle kalmıyor bu tecrübeyi yaşamış bir olgunlukla, başkalarına da misal veriyorum. 

Derken ikinci prensesimiz de doğdu. Adını Ece mercan koyduk. "Ece" sözcüğünün eski Türklerde baş hatun (kraliçe) gibi bir manaya geldiğini öğrendik."Mercan" da zaten denizlerde yetişen sonra da taşlaşan renkli bir bitki türü. Mücevher gibi kıymetli taşlardan. Şu anda 2,5 yaşında. Gerçekten de bir prenses, adına uygun bir Ece gibi. Büyümüş de küçülmüş bir akıllılık, zerafet ve güzelliğe sahip. Tıpkı denizlerin derinliklerinden çıkarılan renkli, kıymetli bir mücevher gibi. Onu da çok sevdik. Sevgimiz torunlarımız arasında bölünüyor ama azalmıyor aksine çoğalıyordu.  

Tuna bebek Corona salgınından üç ay önce doğdu. Şu anda bir yaşına girmek üzere. O da bir oğlan, hem de sevimli mi sevimli tatlı mı tatlı bir çocuk. Allaha hamd olsun dört evladımız var. Üçünü evlendirdik, son numara da hazır aday. İkisi kız, ikisi erkek. Rabbim bize aynen evlatlarımız gibi ikisi kız, ikisi oğlan dört torun nasip etti. Şükürler olsun. Tuna bebek doğduğundan 10 aylık oluncaya kadar bizde büyüdü. Kızımıza yardımcı ve destek olduk. Ama asıl o bize bebeğiyle bir tür hayat aşısı yaptı. 

Tuna şu anda bütün ailenin Tuna bebeği. Her günü her davranışı Whatsapp'tan aile içinde paylaşılıyor. İnanılmaz bir sevgi halesi içinde. Corona günlerinde evimizi şenlendirdi, renklendirdi. Yazlığa da birlikte gittik. Üç ay da orada birlikte geçti. Tuna da diğer üç torunumuz gibi daha bebekliğinde oranın havasını teneffüs etmiş, suyunu içmiş oldu. Onlar üçüncü nesil Orjanlı oldular. Şimdi annesi yeniden çalışmaya başladı. Hafta sonları bize geliyorlar. Bazen cumartesi günleri Ece Mercan da gelmiş oluyor. Onlarla geçirdiğimiz zaman bize yorgunluk vermiyor, adeta kârlarımızın tadına varıyoruz.  

Dedeler ve torunlar

Ömrümün artık geride kalan yıllarında hep toplumumuzda bir kalıp halinde kullanılan “Naber, ne var ne yok?” sorusuna muhatap oldum. Genellikle “Hamd olsun”, “Ne olsun işte”, “İyiyim, iyiyim demek adet olmuş” formatında cevaplar verdim. Ama aklım işimle ilgili olan biten şeylerle meşgul olurdu. İkinci bir “Daha daha ne var ne yok?” sorusu gelse emin olun o günlerin kısa bir özeti yapılıverirdi ayaküstü. Hiç mi başka konu yoktu, vardı elbette. Geçim derdi, siyaset, o ne demiş bu ne demiş vs. Ama dilime geliverenler hep işle alakalı olurdu.   

 

Emekli olalı beri bu sorular karşısında bocalıyorum. “İyiyim” demek eskisi kadar yetmiyor. “Ne olsun iş güç” demek de artık çok gerilerde kaldı. Bu yüzden galiba “Nasılsın, neler yapıyorsun?” diyenlere “Çocuklarımla, torunlarımla meşgulüm” demek en kolayı. Çok da yanlış değil. “Unumuzu elemiş, eleğimizi duvara asmışız”. Ömrümüzün geri kalanında bizim için en önemli konu ailemiz, çocuklarımız ve torunlarımız. Hele de torunlarımız. Onlar cennet meyvesi gibiler, kokuları bile onu hatırlatıyor. 

 

“Yazmak” bir iş değil ki. Bu meşguliyet bir tür hobi gibi kendime özel bir şey. Canım ne isterse onu yazıyorum, kafama ne takılmışsa onu araştırıyorum. Ne amirim var ne memurum. Makam da benim, çalışan da. Gönül dünyam neyle dolmuşsa parmaklarımın ucundan da onlar dökülüyor. “Yazıyorum” dediğimde insanların hemen ardından “Ne yazıyorsun, hangi konuda?” demesi de canımı sıkıyor. İki cümleye sığacak şey değil ki cevap. Tek bir konuya da sığmış değilim; ayrıca yerine göre şiir de yazıyorum, anı da, yönetsel yazılar da. Çoğu bana has denemeler. Zaten okuma alışkanlığı olmayan insanların “deneme” dediğimde “nasıl yani?” demesi durumu daha da can sıkıcı hale getiriyor inanın. 


Fidan dikmeyi eskiden beri severim. Toprakla meşgul olmayı, sebze çiçek yetiştirmeyi hep arzu etmişimdir. Ama bu konuda pek becerikli olduğum söylenemez. Eşimin ifadesiyle "oyalanıyorum" diyelim. Yine de diktiğim fidanlar çocuklarım gibidir. Hatta torunlarımın her biri için dikilmiş fidanlarım var. Yazlık bahçemdeki zeytin 17 yaşındaki ilk torunum Nazlı için dikildi. Artık meyve vermeye başladı. 9 yaşındaki ikinci torunum Yağız için Ankara'daki evimizin karşısına ıhlamur ekmiştim. O da hafiften ıhlamur çiçeği dökmeye başladı. Üçüncü torunum 2 buçuk yaşındaki Ece Mercanın da pencereden görebileceğimiz bir iğdesi var. Birlikte büyüyorlar. Mayıs ayında mis gibi kokacak burnumuza. 10 gün sonra henüz bir yaşına girecek Tuna torunum için de meşe palamudu ektim karşımızdaki sağlık ocağının bahçesine. Yeşerdi bile, inşallah o da görkemli bir ağaç olacak Tuna ile birlikte.


Emeklilik garip bir dünya. Emekli olup ayrıldığımda biri bana "Kulübe hoş geldin!" demişti. Etrafımdaki yüzlerce insan bir anda "puff" diye kayboluverdi. 10-15 kadar takım elbisem, onlarca gravatım dolapta giyilmeyi bekliyor ama giyen yok. Sade spor giysiler daha uygun bu dünyaya. Her gün iç içe olduğum onca amirim, memurum yok. Mesai arkadaşlarım yerine camide beraber namaza durduğumuz yeni dostlar edindim. Ben kolay uyum sağladım ya eşimin hala bütün gün evde olan bir adama alışabildiğini söyleyemem. Çocuklarımızla birlikte olmak, torunlarımızı sevmek bu hayatın rengi, kokusu oldu adeta. Etrafımdaki insanların çoğu torun bakan, çocuklarının yanına torun bakmak için gelen  "dede"lerle dolu. 


Corona pandemisi bugün 216.ncı gününde. Ece Mercan torunum kreşe gidiyordu, gidemedi. Annesi doktor, hastaneler malum. Çocuklarına da pek düşkünler. Salgın sürecinde yardımcı olmaya çalıştık ama onların sıkıntısının yanında bizimkinin lafı bile edilmez. Bakıcı kadın tutuldu. Lazım olduğumuzda bazen biz gittik, bazen onlar getirdi. Öyle idare etmeye çalıştık. Haziran başında yazlığa gittiğimizde biliyorum sorunları daha da büyüdü. Bereket pandemi nedeniyle oğlum bazı günler evden çalışma biçiminden yararlandı. Ama bu da başka bazı sorunlara yol açtı. O yüzden bu yıl Eylül başında yazlıktan döndük. Şimdi hafta içi bakıcı kadın var, cumartesileri de bizde oluyor. Bazı hafta sonları hem Ece Mercan hem de Tuna  bizde oluyorlar. Hafta içi yine bir "Karagöz Hacivat" durumu var evimizde. 


Ece Mercan cümleler kuruyor artık. Çok tatlı bir edası var. Sevmeye doyamıyoruz, ama hareketli de bir yandan. 4 +1 evde sürekli peşinden gitmek gerekiyor. Tuna bebek daha yeni yeni "tay tay" durmaya başladı. Sıralıyor ama daha çok elimizden tutup yürümek istiyor. Ev ortamında bile onun için de enerji gerek. Havalar henüz güzelken parka götürüp yeşil çimenlere bırakıyoruz. Günlerimiz böyle geçiyor şimdilik. Tuhafıma da gitmiyor değil. Bu ortamda iki dede karşılaştığında ne yapar? Torun muhabbeti tabi ki. Birbirimize bakıp; "dedeler ne işe yarar başka" deyiveriyoruz ayrılırken. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder