Maske meselesi
Yüzyılın en önemli olaylarından birini yaşıyoruz.
Koronavirüs pandemisi sadece dünyada, ülkeler düzeyinde değil şehirlerimizde
mahallelerimizde hatta apartmanlarımızda bile birinci gündem maddesi. Etkisi,
korkusu ve hayatımıza soktuğu değişiklikler evlerimizde de egemen. Ailemiz
içinde ve ruh dünyamızda da tesirleri var.
Farkında mısınız maske artık hayatımızın değişmez bir aksesuarı oldu. O yoksa kendimizi eksikli hissediyoruz. Kapıdan çıktığımızda eğer unutmuşsak dönüp almak rutin bir durum. Evde kalmamışsa alışveriş listesine "bir paket maske" ilave etmek olağandışı bir şey değil. Evde herkes için ayrı bir yerlerde asılı maskeler görmek de öyle. Arabaların dikiz aynalarına takılmış maskeler görmek artık şaşırtmıyor. Ama sokakta orda burda atılmış maskelere hala alışamadım.
Kokusu ve yüzümdeki baskısı pek sevimli bir şey değil. Eve girdiğimde ya da gerekmediğinde çıkarabilmek, çöpe atabilmek bayağı hoş bir duygu. Çalışanların özellikle de sağlık personelinin kullandığı maskeler daha farklı tabi. Onların katlandığı sıkıntının yanında bizimkisi ne ki. Hele bazıları uzay ya da bilim kurgu filmlerinden çıkmış gibi. Bütün gün/gece astronot kıyafetlerine benzer koruma giysileriyle çalışmak zorunda olanlara Allah güç kuvvet versin.
Maske kullanmanın türlü biçimleri, renkleri ya da çeşitleri de türedi. Seyyar satıcılarda çıkartmalı, desenli, cicili bicili maskeler gördüğümde "Evet" dedim. "İşte! Maske artık hayatımızın her hücresine girmiş." Kola takılan maskeler, çene altında duranlar yine izah edilebilir de maskesiz yakalananların cebinden çıkarıp "benim maskem var işte burda" demeleri çok komik. Ya da "Neden maske takmıyorsunuz?" diye sorulan esnafın kontra "Siz zabıta mısınız?" diye sorması tam da bize has bir durum galiba.
Bir şey yer ya da içerken maske takmak mümkün değil. Hatta böyle yerlerde yanındakilerle konuşurken de maskeli olmak çok zor bir durum. Mesafe konusu zaten çok farklı bir olay. Peki o zaman dışarda yemek nasıl yiyeceğiz? Bir yerde oturup çay içerek sohpet edemeyecek miyiz? Mesela evlerimizin balkonlarında bir iki komşuyla kahve içip muhabbet edemeyecek miyiz? Oldukça paradoksal bir durum. Ya da "Rus ruleti" oynamak gibi bir şey. Ya çok cesuruz ya da ...
Mesafeli olmak
Maske-Mesafe-Hijyen kuralının esas olduğu salgının başından beri sürekli vurgulanıyor. Bu arada bütün dünya bir yandan salgının yeniden kabaran dalgasıyla, öbür yanda da gündelik hayatın kontrollü normalleşmesiyle uğraşıyor.
Özellikle ekonomik faaliyetlerin yediği ağır darbeden sonra bütün ülkelerde bir toparlanma çabası var. Ekonominin yeniden canlanabilmesi için birçok ülke peş peşe destek paketleri açıklıyor.Türkiye de Mart, Nisan ve Mayıs aylarında uyguladığı kısıtlamaları 1 Haziran itibarıyla gevşetmiş, ekonomik düzenlemelere ve destek paketlerine ağırlık verilmişti.
Tabii öngörülen yeni normalleşme için dikkat edilmesi gereken
bazı noktalar vardı. Yetkililer de bu noktaları; maske kullanılması, fiziki mesafenin
korunması ve hijyen kurallarına riayet edilmesi olarak sürekli vurguladılar.
Bu arada Eylüle kadar iki bayram ve üç aylık bir yaz tatili geçirmiş olduk. İnsanlar bu süre içinde sahillere, yaylalara ve memleketlerine gittiler. Asker uğurlamaları, taziyeler, cemiyetler, nişan ve düğün kalabalıklarına karıştılar. Tabi tedbirlere de gereği kadar özen gösterilmedi. Bir de gördük ki salgın Anadolunun en ücra köşelerine kadar yayılmış. Şimdi dönenlerle birlikte tehdit büyük şehirlerde.
Peki, uyulması istenen sosyal mesafe kuralı corona virüsten gerçekten koruyor mu? Bu mesafe ne kadar olmalı? Mesela hangi ülkede sosyal mesafe kuralı kaç metre? DSÖ tarafından daha önce bir metrelik sosyal mesafe uygulaması tavsiye edilmişti. Fransa, İsveç, Singapur ve Avusturya bu öneriye uyuyor. Diğer taraftan Almanya, Avustralya ve Hollanda da sosyal mesafe 1,5 metre kabul edilmiş. İngiltere, İsviçre, İspanya ve İtalya'da ise 2 metre olarak uygulanıyor. Türk Sağlık Bakanlığı ise bu mesafeyi adım ölçüsüyle en az 3-4 adım şekliyle tavsiye ediyor.
Tıp dergisi The Lancet'te yayınlanan bir araştırmada, ülkelerin uyguladığı farklı sosyal mesafe uygulamalarının corona virüse yakalanma oranını ne ölçüde etkilediği incelenmiş. Bu araştırmayı tek cümleyle özetlemek gerekirse maske ve mesafeye dikkat edildiğinde virüs bulaşma riski azalıyor.
Bilim insanları yaptıkları çalışmanın sonucunda, DSÖ'nün tavsiyesi olan bir metrelik sosyal mesafenin virüse yakalanma riskini yüzde 80 oranında azalttığını bulmuşlar. Buna göre, "enfekte olmuş bir hastadan iki metre uzakta iken virüse yakalanma oranı yüzde 1,3; bir metre uzaklıkta ise yüzde 2,6 olduğu açıklanmış. Hiç sosyal mesafe uygulanmadığında ise risk yüzde 13'e çıkıyormuş. Yani bir metrelik sosyal mesafe uygulanan bir toplumda her yüz kişiden 2,6'sı, hiç önlem uygulamayan bir ülkede ise her 100 kişiden 13'ü virüse yakalanıyor. Sosyal mesafenin 2 metre olduğu ülkelerde ise risk her yüz kişiden biri olarak değerlendiriliyor.
1 metreden daha az fiziksel mesafede COVID-19 riskinin yüzde 12,8 olduğu ancak 2 metrelik mesafe ile bunun yüzde 2,6'ya kadar düştüğü belirlenmiş. Ağız ve burnu kapatan maskeler de keza hastalığın yayılmasını durdurmada büyük yardımcı. Dergide yer alan bilgilere göre, maske olmadan virüsün bulaşma şansı yüzde 17,4. Maske kullanıldığında ise bu oran yüzde 3,1'e iniyor. Gözlerimizi korumamız da enfeksiyon olasılığını yüzde 16'dan 5,5'e düşürebiliyor."
Araştırmacılar, bulgularından yola çıkarak normalleşme süreciyle, toplu taşıma araçlarında, restoranlarda, plajlarda, okul ve işyerlerinde sosyal mesafeye dikkat edilmesinin hayati önem taşıdığını belirtiyorlar. Sosyal mesafe uygulamalarının toplumda Covid-19 oranını yüzde 80 ile yüzde 90 oranında düşürdüğünü vurgulayan araştırmacılar, önlem alınmadığı takdirde vakalarda hızlı bir artış olabileceğini duyurmuşlar.
Hatta bu yazarlar, tüm bu önlemler birleştirildiğinde dahi salgından tam koruma sağlanamadığını, özellikle el hijyeni başta olmak üzere başka gerekli tedbirler de olduğunu söylüyorlar.
Hijyen/Temizlik
Sosyal izolasyon, maske kullanımı ve hijyen bu 7 aylık süreçte hepimizin hayatına girdi.Hijyen yada bizim dilimizle "Temizlik"
virüsle mücadelede adeta bu "üç silahşörler"den birisi gibi. Birisi olmazsa
diğerleri eksik kalır. Üstelik en kolay, ucuz ve zahmetsiz yol. İnanmayan bunun
doğru olup olmadığını virüse yakalanıp da köşeden dönenlere sorabilir. Hani
hastaneden çıkarken alkışlanarak çıkanlar var ya onlara. Dikkatle dinlemek
lazım onları. Yaşadıkları ızdırap, sıkıntı ve korku nedeniyle bu tedbirlere
uymayı nasıl da diğer insanlara içten tavsiye ettiklerini duymak lazım.
Koronavirüs esas olarak boğaz infeksiyonu ve akciğer hastalığı yaptığı için bulaşıcılığı doğal olarak solunumla ilşkilendiriliyor. Kovid-19 özellikle solunum damlacıkları ile bulaşıyor. Bu damlacıkların bulaştığı farklı yüzeylerde saatlerce ve hatta günlerce canlı kalabildiğini de unutmamak lazım. Ancak bu hijyen kuralları sadece Kovid-19’a karşı değil ki, İnsan sağlığını tehdit eden buna benzer pek çok bulaşıcı hastalık var. Bu açıdan hijyen kavramını hem kişisel temizliğimiz hem de yaşam alanlarımızın hijyeni açısından sürekli hatırlamamız gerekiyor.
Kişisel olarak ellerin sabunla en az 20 saniye boyunca iyice ovuşturularak yıkanması ve ardından durulanması, temiz ve kişiye ait bir havlu ile kurulanması gerekiyor. Bu el yıkama işleminin gün içerisinde sıklıkla tekrarlanması önemli. Sabun ve su yoksa alkol bazlı kolonya ya da dezenfektan gibi temizleyicilerle de el hijyeni sağlanabiliyor. Kural şu: eller temizlemeden asla ağız, burun, göz ve yüze dokunulmamalı.
El yıkama dışında cep telefonları, cüzdanlar, çanta vb. eşyalar da sık sık dezenfekte edilebilir. Tek kullanımlık mendiller ve maskeler kullanıldıktan sonra bir poşet içinde çöpe atılmalı. Öyle görünüyor ki bu süreçte herkesin yanında kolonya ve el dezenfektanı bulundurması yararlı olabilir.
Uzmanlara göre bu virüsü taşıyan biri öksürdüğünde veya hapşırdığında doğal olarak ağzından çıkan damlacıklar etrafa saçılıyor. Bu damlacıkların içindeki virüsler de ortamda 3 saate kadar canlı kalabiliyor. Araştırmalar plastik yüzeylerde virüsün kalma süresinin 5 güne kadar uzayabildiğini, cam ve tahta üzerinde 4 gün yaşayabildiğini göstermiş. Bu sebeple, özellikle evlerimizde de sık dokunduğumuz yüzeylerin her gün temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi ayrıca önemli.
Dünya Sağlık Örgütünün de önerdiği gibi klor, oldukça etkili bir dezenfektan. Bu nedenle evlerin temizliğinde hanımların iyi bildiği klorlu çamaşır suyu kullanımı,özellikle içerisinde bulunduğumuz dönemde artmış durumda. Böylelikle masalar, kapı kolları, elektrik düğmeleri, sehpa yüzeyleri, musluk başları, banyo–tuvaletler ve yaşam alanımızdaki diğer sık temas edilen yüzeyler klorlu çamaşır suyu suyu ile temizlenerek dezenfekte edilebiliyor. Bunun için 5 litre suya yarım çay bardağı ölçüsünde klorlu çamaşır suyu eklemek yeterli.
Evdeki halılar, kilimler, koltuk yüzeyleri özel temizlik ürünleri veya sabunlu suyla silinebilir. Bu süreçte dışarıdan gelenlerin ayakkabılarını kapıda bırakmalarının istenmesi yararlı olur. Yine dışarıda kullanılan giysiler yeniden kullanılmadan önce 12 saat havalandırılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder