
16
Mart Pazartesi günü evi toparladım 2 otobüsüne yetişmek için hazırlanıp çıktım. Kedilere bol bol mama ve su bıraktım. Oğlum Oğuzhan "Bu
sabah Bozüyük’te kar var, Herkese güzel
haftalar" diye yazmış. Sabah fabrikaya girişte ateşini ölçmüşler. Çiğlide inebilmek ve servisleri ile Şemikler’e
gidebilmek için Uludağ firmasından
bilet aldım. İzmir’e yolculuğumuz 14:11 itibariyle başladı. "Yola çıktım. İnşallah 5 gibi çiğlide ineceğim. Servisleri varmış" diye
haber verdim kız kardeşime ve çocuklarıma.
"Hayırlı yolculuklar" dediler. Büyük kızım "Dikkat et
sen de baba" dedi ilave olarak. "Sağ ol kızım" dedim. Yolculuk
iyi geçti 17:28 de İzmir
Şemikler’de Annemleydim.
Akşam
haberlerinde umut verici haber vardı. ABD'de Corona virüsüne karşı koruma sağlamak
amacıyla geliştirilen aşının ilk denemesi Seattle'da bir gönüllü üzerinde yapılmış. Türkiye'de ise Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'deki Corona vakası sayısına ilişkin güncel bilgileri paylaşmış: "29 yeni tanı konuldu. Toplam hasta
sayımız 47 oldu."
17 Mart'ta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'de Corona virüsü kaynaklı ilk can kaybını açıkladı. Açıklamaya göre hayatını
kaybeden hasta 89 yaşında bir erkekti. Bu arada dünyanın öbür ucuna ulaşan salgın ABD'de 50 eyalete de
yayılmış durumdaydı. Avrupa'da en yoğun salgının yaşandığı İtalya'da ise toplam
vaka sayısıysa 31 bin 506’ya yükselmiş,
son 24 saatte 345 kişinin hayatını kaybetmesiyle ölü sayısı 2 bin 503’e çıkmıştı. Nihayet beklenen olmuş Avrupa Birliği
sınırlarını birlik dışı ülkelere
kapatmıştı.
Sabah saat 10'da annemin Pet-CT randevusu için hastaneye gittik. Bir tekerlekli sandalye yardımıyla annemi arabadan
indirip nükleer tıp bölümüne girdik. Sıra bize
gelinceye kadar yaklaşık bir saat geçti. Sonra bizi aldılar, kolundan bir damar yolu açılarak ilaç verildi. Bir saat kadar hasta odasında içebildiği kadar su verilerek bekledi. Bizimle ilgilenen hemşire orta
yaşlı, nazik, iyi kalpli ve tatlı dilli biriydi. Sırası geldiğinde annemi
tarama makinasından geçirdiler. Bütün bunlar öğleye kadar sürdü. Annem iyi durumdaydı. Sonuçlar yarın öğleden sonraya çıkarmış. Arabamızla hep birlikte eve döndük.
Hastanede henüz salgınla
ilgili bir hareketlilik ya da kısıtlılık görünmüyordu. Ancak haberlere göre Corona kâbusu iyiden üzerimize çökmek üzereydi. 12:59'da oğlum Oğuzhan "Bizi şirket geri çağırdı. İstanbul’a dönüyoruz, Evden çalışacağız artık" mesajı çekti. Denetim için Bozüyük'teydiler. Şirketi kapatıp herkesi evde çalıştırma planı varmış. "Keyifsiz oldu
ama durumlar gergin" diye de duygularını ifade etmiş. Büyük kızım "Böylesi daha
iyi" diye moral vermiş. 17:16'da Oğuzhan: "Sağ salim evdeyim"
diye İstanbul’a döndüğünü haber verdi.
Evinin
ihtiyaçları için markete gitmiş. 18:20'de "Markette hiçbir şey yok ki, makarna bulamadım" diye
yazmış. Adapazarı’ndaki büyük kızım abla olarak "Şehir dışına çıkabiliyorsan buraya gel" demiş. Oğuzhan
da "Toplu taşıma kullanmamayı tercih ediyorum. Bir de hiçbir şey belli değil" diye cevaplamış onu.
Ankara'dan küçük kızım "Babam
gelir belki yanına" diye katılmış konuşmaya. Oğuzhan ona da: "Haftaya
gel arabayı al dedi de..Bilmiyorum" diye karşılık vermiş. Bu küçük konuşma bile artık sorunun ne denli
hayatımızı derinden etkilemeye başladığını ve belirsizliğin koyu bir sis
halinde üzerimize çöktüğünü gösteriyordu.
Bu arada ben annemin yanında İzmir'deyim. Bir gün önce eline kına
yakılmasını istemiş. Umreden getirdiğim Mekke kınası yakılmış ellerine. Bu
akşam keyfi yerinde. Oturduğu yerden yine bize (21:38) eskilerden anlatmaya
başladı. Anlattığı hikâye gelin
olduğu günden bir anı. Gelin alma
bir at arabası ile yapılmış. Önce
davul zurna olup olmayacağı iki aile arasında küçük bir kriz çıkarmış. Neyse
araya sözü dinlenen büyükler girmiş çalgıcılar getirtilmiş Susurluk’tan. Sonra da gelin inerken o zaman henüz yaşı küçük olan dayım bahşiş istemiş. Küçük dede dediğimiz dedemin kardeşi onu kolundan tuttuğu gibi bir tarafa
fırlatmış. Tabi dayım daha çocuk,
salya sümük ağlamış. Yine kalbi merhametli bir aile büyüğü araya girip 10 lira bahşiş vermiş de olay
daha büyümeden önlenmiş.
Anlattığı
şeyler işte böyle önce tatlı başlayıp sonunda hep acı izler
bırakmış hikâyeler. Onu dinlerken
kafam karma karışık oluyor. Öncelikle
çok hoş bir Gürcü şivesiyle anlatış tarzı var. Kayda alıp dinlemek lazım. Yazıyla o
etkiyi aynen yansıtabilmek neredeyse imkânsız. Ağzım açık dinlerken
hikâye epey ilerlemiş, kayıt için artık geç kalmış oluyorum. Bir yandan da anlatılanların çoğu ölüp gitmiş, onların arkasından konuşulması beni
rahatsız ediyor. "Sus artık, yeter!" de diyemiyorum. Yaşlı ve hasta
bir kadını bu son demlerinde üzmek
asla istemem. Çok çok "Anne kul hakkından bol bol alacağın
var. Onları günaha girerek heba
etme" diyebiliyorum ancak. Kız kardeşlerim de yanındaysa onların bu
muhabbetini kesip konuyu başka yönlere
çekebilmek hiç de kolay değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder