2 Şubat 2019 Cumartesi

02 Şubat 2019 Cumartesi 21:30 SÜRGÜN.............................................Sürgün

Sürgün


Manisa sıcağını sırtımda, on iki kişinin gözlerini üstümde hissedene kadar sürgünün ne demek olduğunu bilmiyordum. 

Oturduğum boş masa salonun oldukça geniş penceresinin hemen önündeydi. Spil dağının kızgın ateşi sırtımı yakıyordu. Muhasebe servisinde çalışan on iki kişi ise salonun gölgeli serinliklerine yerleşmiş, aralarına katılan bu sürgün gence bakıyorlardı. Bu bakışlar en az sırtımdaki kadar yakıcıydı ve canımı acıtıyordu.

Ne hoş geldin,ne bişey...Sadece kaçamak ve delici bakışlarla seyrediliyordum. Başımı kaldırıp etrafıma bile göz alıcı bakamamıştım. Her yanımı ter basmıştı. Manisanın sıcak olduğundan bahsetmişlerdi ama burada hissettiğim şey çok daha sıcak ve acıydı.



Neler oldu





Cevat bey





Susurluk





Ecevit hükümeti





Müfettiş Şadi






Bölge Müdürü






Manisa yolu






Yaşlı Bölge Müdürü





Muhasebe servisi

31 Ocak 2019 Perşembe

31 Ocak 2019 Perşembe 15:30 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.....................Orta yolda olmak


Orta yolda olmak

Davranış ve sözlerimizde genellikle ölçüyü tutturamıyoruz. Ya tutuk ve kararsız oluyoruz ya da aşırıya kaçıyoruz. Oysa itidalli olmak ve orta yolda istikamet üzere yürümek en doğrusu ve kolay olanı. Bir uçtan bir uca dengesiz savrulup durmaktansa kendi içimizde ve dışa karşı tutarlı olmak en güzeli değil mi ?

Hayatımızdaki küçük küçük hata ve kusurlar giderek artık düzeltemeyeceğimiz, geri dönülmez büyük yanlışlara dönüşüyor.  İstesek de hiç olmamış gibi yaşayamıyoruz. 

En hafifi iç dünyamızda yaşadığımız pişmanlıklar oluyor. Bizi kederli ve kusurlu hale getiriyor, özgüvenimizi zedeliyor ve tevbe yükümüzü habire arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Sözlüğe göre ifrat "söz veya işte haddi aşmak, aşırı gitmek" anlamına geliyor. Herhangi bir konuda ölçüyü aşma, çok ileri gitme, normali aşma, aşırılık ve taşkınlık ifrata düşme demek. 

Tefrit ise İfrat kelimesinin tam zıddı oluyor. Yani gevşek ve ihmalkâr davranma. Sözlükte, herhangi bir konuda geride kalma, yeterli ölçüde olamamak anlamında kullanılmış. İfrat ve tefrit iki karşıt kelime, çizginin aşırı iki ucunu temsil ediyorlar. 

Buna göre İfrat aşırı tarafında, tefrit ise bu çizginin yetersiz ucundalar. İfrat nasıl ki bir söz ya da eylemde aşırıya gitmek, ortalamayı olumsuz yönde aşmak, -haddi aşmak- sa, tefrit de onun tam karşıtı ortalamanın altında kalma anlamına geliyor. 
Her ikisi de ahlâkî anlamda, davranışların kaynağı olan yeteneklerin işleyişinde itidal noktasından sapma anlamına geliyor. Yani ifrat, söz ve fiillerde ileri gitme, tefrit de gevşek ve ihmalkâr davranma, bir tür geri kalma demek. İki aşırı ucun orta noktası ise itidâl kelimesiyle tanımlanıyor.
Bu yüzden Kur'ân ve Sünnette dengeli davranılması istenmiş. [1] İfrat ve tefritten kaçınmak için her zaman orta yolda olmak fazilet olarak tavsiye edilmiş. 

Örneğin, pek çok âyette israf ve cimrilik yasaklanarak harcamalarda dengeli olmak emrediliyor.[2] Çünkü; israf, ifrat hâlini, cimrilik ise tefrit hâlini temsil ediyor. Pek tabi ki bu ikisinin ortası dengeli olmak oluyor. 

Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatli ve merhametlidir. 
Ancak, ne mutlu ki, Muhammed ümmeti olarak biz orta yolda yürüyen bir ümmet olarak vasıflandırılmışız. [3] Diğer pek çok inanç ve kültürün aşırılıklarından korunmuşuz.  Bu hal diğer insanlar için de mükemmel bir ölçü ortaya koymuş oluyor. Dileyen görsün, anlasın ve doğru yolu bulsun diye.
Üzerimize şahit tutulan  Peygamber (sav) üzerinden verilen bir örnek oldukça ilginç ve dikkat çekici. [4]Yürüyüşümüzde, konuşmalarımızda abartı ve kabalıktan uzak, doğal davranmamız istenmiş. ‘Seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir’ örneği bu konuyu en üst perdeden vurgulamak için.
İşte o kitap, kulları arasından süzüp seçtiği bir ümmete yani bize miras bırakılmış. [5] Ne nefislerimize zulmetmemiz, ne de geri kalmamız istenmiyor. Orta yolu tutanlar övülüyor ve hayırda yarışanlar olarak tavsif ediliyor. Anlayana ne büyük bir lütuf.

‘Orta yolu tutma ve istikâmetten ayrılmama’ ölçüsü Peygamberimizin (sav) de bize tavsiyesi. [6] O da bizi ifrat ve tefritten uzak tutmak istemiş. [7] Çünkü aşırı gidenin helak olma tehlikesi var. En iyisi işlerin orta yolunu tercih etmek. Çünkü en hayırlı olan yol bu.
Kainattaki her şey Allah’ın varlığına ve birliğine işaret etmek için tasarlanıp dizayn edilmiş. İnsana da bu tasarı ve dizaynı okuyup anlayacak bir akıl ve kalp verilmiş. İnsanın fıtratındaki bu özellikle, insanın o delilleri okumak ve anlamak için vazifelendirildiği aşikar. 

Şayet insan bu delilleri görmezden gelip okumaz ve bu delillere karşı lakayt kalırsa işte o tefrit oluyor. O delilleri başka maksat ve ideolojiler için kötüye tevil edip, manüple ederse o zaman da ifrata düşmüş oluyor.
İfrat ve tefritin bir çok türü sayılabilir. Mesela bir adama gücünden fazla iş vermek ifrat iken, işsiz ve atıl bırakmak da bir tefrit hali. Yine misal; gereğinden fazla yemek yemek ifrat, gereğinden az yemekse tefrit olarak değerlendirilebilir. Doğru olan, elbette kaldıracağı ve yapabileceği bir iş verip, hem aşırı yükten hem de tembellikten onu muhafaza etmek. Güzel olan vücudun ihtiyacı kadar yemek yemek. 

Bu orta yoldur ve doğal olanı budur. Zira insan orta yolu hem benimseyebilir hem de takat ve güç yetirebilir. Ama ifrat ve tefrit öyle değil. 

Deveye sormuşlar: "Yolun inişini mi seversin yoksa çıkışını mı? Deve kara kara düşünmüş, soruyu sorana bakmış bakmış ve şöyle demiş: Bu yolun hiç düzü yok mu?" Bazen sonu gelmeyecek gibi görünen tartışmalara giriyoruz. Birimiz yokuşa sürüyor, diğeri aşağıya. Abartılı konuşmak, altı dolmayan çok iddialı konulara girmek, tartışmayı yenme yenilme davası haline getirmek böyle bir şey. Biri çıkıp "Durun yahu ! Bu mevzunun bir orta yolu yok mu ?" diye sorsa ne kadar da lüzumsuz didiştiğimizi anlayacağız.
İfrat ve tefrite gitmemek, orta yolda olmak aslında kainatla uyum ve ahenk kurmak demek. Zira çevremizdeki her şey bir denge ve ahenk üzerine yaratılmış. İnsan bu ahenk ve dengeye ancak itidalli davranma sayesinde uyum sağlayabilir. Bunun dışına çıkmak, yani ifrat ve tefrite gitmek uyumsuzluk ve dengesizliktir ki, bu da bir çeşit isyan ve zulümdür.


[1] Bir âyette "...Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işi aşırılık olan kimseye itaat etme" (Kehf, 18/28.) buyrulmuş.
[2] (İsrâ, 17/26, 27, 29; A'râf, 7/31)
[3] Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. (Bakara, 2/243)
[4] Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir. Lokmân,31/19)       
[5] Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu tutan var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük lütuftur. (Fâtır,35/32)       
[6] Orta yolu tutun, istikâmetten ayrılmayın. [Müslim]
[7] İfrat ve tefritten uzak durun. [Buhari]

29 Ocak 2019 Salı

30 Ocak 2019 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı96.....................................Empati


Empati

'İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır' diye çok güzel bir atasözümüz var. Başkalarını incitebilecek bir davranışta bulunmadan önce o davranışın vereceği olumsuz etkiyi önce kendi üzerimizde hissedebilmekle ilgili. 

Bu söz TDK'nun Güncel Türkçe Sözlüğüne göre başkasına zararı dokunacak bir davranışı yapmadan önce iyi düşün, kendi kendini eleştir anlamına geliyor. Şimdilerde ise bunun adına empati kurma diyorlar.

Yapılan şey bizde nasıl bir tepkiye neden oluyorsa,  karşımızdaki insan da aşağı yukarı aynı şeyleri hisseder. Her insanın yapısı ve ruh hali farklı olsa da incinme ve öfkelenme ihtimali birbirine benzer. Saygı ihtiyacı da öyle. Madem ki ömür denilen şey görece hem çok kısa hem de uzun, o halde saygı beklediğimiz kadar başkalarına da saygı duymayı yaşamımıza kalıcı olarak yerleştirebilmeliyiz. 

'Gülme komşuna, gelir başına' diye çok bilinen, çok doğru bir başka atasözümüz daha var. Genellikle başkaları hakkında konuşmayı, hatta onlara gülmeyi severiz. Bunu bir kötülük olsun diye de yapmayız. Çoğu kez muhabbet, şaka, gevezelik arasında kendiliğinden kayıverir dilimizden.

Başkasının başına gelenin bizim başımıza da gelebileceğini düşünmeyiz. Halbuki hakkında konuşurken 'Ne olacak canım' diye azımsadığımız haller, olur da kendi başımıza geldiğinde canımız acır, dünyamız kararır. En azından moralimiz bozulur. Ama yine de ders almayız işte.

'Gülme komşuna' demek, bu anlamda düşünmeden, etkisini kendi üzerinde hissetmeden bir başkasına incitici bir davranışta bulunma demek. Komşu lafın gelişi; bu bazen arkadaş, bazen dili sürçen ya da ayağı kayan biri olabilir. Bazen başkalarının çocukları, kızı, gelini, damadı, bazen de babası, kayın validesi ya da kayınpederi olabilir. Tanıdık ya da yabancı kim olursa olsun hakkında hoş olmayan kem söz, bakarsınız dönmüş dolaşmış kendi başınıza gelivermiş.

Biz Peygamberimizi (sav) çok severiz. O bizim için en güzel örnek ve en iyi rehberdir. Sade onu değil bütün peygamberleri de hiçbir ayrım yapmadan bilir ve severiz. Bize düşen öğütlerine uymaktır, ki başımıza gelmesini istemiyorsak, onu bir başkasına yapmayalım. Hayatta bazı şeyler birer bumerang gibi dönüp bizi vururlar.

Hep haklı olduğumuzu düşünür, karşımızdakilerden yakınırız. Ya haksızsak ? Zaman zaman diğerleri hakkında yanlış algılara kapılabiliriz. Ya hakikat bambaşka ise ? Eleştirip, söylendiğimiz hatta bazen de hırçınlaşıp insanlara zarar verdiğimiz anlar olabilir. Ama ya bütün bunlar yanlışsa ? 

Düşündüğümüz problem daima karşımızdakilerde olmayabilir. Belki de sorun bizdedir? Çuvaldızı başkasına batırmadan önce az birazcık iğneyi kendimize batırsak belki uyanacağız.

En iyisi kendimiz hakkında, ailemiz ve başkaları hakkında daima 'iyi ve güzel' konuşmak. Duayı kendimiz kadar başkaları için de esirgememek.