17 Mayıs 2018 Perşembe

17 Mayıs 2018 Perşembe 15:30 ANKARA HASTALIKLARI............Ankara'nın röntgeni

Ankara'nın röntgeni

Sinoplu Diyojen bir öğle vakti elinde fenerle “Bir adam arıyorum !” diye bağırarak Atina sokaklarında dolaşmış, böylece Atina’da adam görmediğini anlatmak istemiş.

Benim elimde bir fener yok ama çok şükür görebiliyorum. Ankara'da vefa ve sadakat özde değil sözdedir. Zaten çoğu vefayı İstanbul'daki bir semtin adı olarak bilir. Sadakatse 'köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek' ten ibarettir. 

Ne yazık ki, Cicero gibi 'Dostlarımdan hangisinin vefalı, hangisinin vefasız olduğunu, artık ne vefalılara, ne vefasızlarına karşılık veremeyeceğim bir zamanda öğrendim.' 

Halbuki Ashâb-ı Kehf"in köpeği Kıtmîr, sadıklarla beraber olup onlara sadakat gösterdiği için büyük bir şeref kazandı. Nûh ve Lût (a.s)'ın hanımları ise, yanlış tercihleri sebebiyle birer vefasızlık ve sadakatsizlik örneği oldular. Her iki misali de Kur"ân-ı Kerîm'den okuyup öğrenmişizdir

Zaten köpeklerin insana sadık olduğunu hepimiz çok iyi biliriz de vefa ve sadakate en yakışan insanoğlunun nankörlüğüne hala alışmış değiliz. Her defasında bizi incitir ve üzerler.

İki iyi arkadaş başlangıçta davaları için omuz omuza mücadele etmişler. Kazandıkları günün akşamında aralarında ahidleşmişler: Bundan sonra kim hangi göreve gelirse gelsin biri diğerini ziyarete gittiğinde 'Ben oyum' diye bir pusula yazıp gönderecek, diğeri de derhal mesajı ve en iyi arkadaşının geldiğini anlayacakmış. 

Aradan zaman geçmiş iki arkadaştan biri önemli bir göreve getirilmiş. Epey meşgulmüş. Arkadaşı hem başarılar dilemek hem de tavsiyelerde bulunmak üzere ziyaretine gitmiş. Kapıda sekreter " Şöyle buyrun oturun. Size bir çay söyleyeyim" demiş. "Peki" demiş adam, "Bu arada siz bu mesajı kendisine iletir misiniz, lütfen." 

Biraz dinlenip çayını bitirmeye çalışırken içerden sekreter çıkıp gelmiş. Elindeki pusulayı kendisine uzatırken; "Arkadaşınız çok meşgul, sizi şimdi içeriye alamam, sonra yine gelirsiniz" demiş nezaketle. 

Teşekkür etmiş adam. Çıkınca sekreterin verdiği kağıt parçasını açıp okumuş. Kendi yazdığı notun arka yüzünde 'O ben değilim' yazıyormuş ! 

Ankara görmek isteyenler için dev bir satranç tahtasıdır. Piyonu, atı bol, vezirleri kudretli bir güç alanı. Kendine özgü oyun stilleri, kurguları olan bir satranç bu. Ancak, gerçek şu ki, Ankara'da onca şatafatlı etkinlik ve verimlilik belgelerine, hamasi kalite söylemlerine rağmen halen el altından hakim olan şey şark kurnazlığıdır. 

Mesela liyakat ve ehliyet hemen herkesin söz ettiği, ama ölçüsünün ne olduğu pek belli olmayan muğlak bir konudur. Özellikle yönetici atamalarında bu konu önemlidir. Fakat her nedense tam tersi o atamalarda bu kriterlere pek riayet edilmez. 

Gözlemlerim, bu konuda al gülüm ver gülüm alış verişinin öne çıktığı yönünde. Bazen de bir yakinin referansı, aynı ekipte olma, etkili bir kulis grubu, hemşehrilik veya akrabalık çok daha belirleyici olabiliyor. 

En adi olanı üst yöneticilere yağcılık, elayak öpme vb. davranışlar. Belki başarılı da olabiliyorlar ama bu hal hiç şüphesiz diğerleri tarafından da açıkça görüldüğü için daha en başta itibarsız hale geliyorlar. Liyakat ve ehliyet söz konusu olmadığı için de yönetimlerine saygı duyulmuyor. 

Oysa yöneticilik büyük ölçüde bir saygı ve itibar işidir. Başarı için çevreye korku dalgaları salmaksa hiç işe yaramaz. Yöneticinin yüksek sesli olmayan içten sevgi haleleriyle çevrili olması en iyisidir.

15 yıl Mecliste danışman ve yönetici olarak görev yaptım. Herhangi bir ehliyet ve liyakatı olmadığı halde kendilerini devletin her makamında hayal edebilenlerle ilgili bazen komik bazen de hayret verici pek çok hikaye biliyorum. 

TBMM de bir Milletvekili odasında ziyaretteyim. İçeriye birisi girdi. Kendisini falan kişinin gönderdiğini söyleyerek Özelleştirme idaresine uzman olarak atanmak istediğini söyledi. Milletvekili halen ne iş yaptığını sordu, şahıs polis memuruydu. Milletvekili özelleştirme idaresinde uzmanın ne iş yaptığını sordu, buna da bilmediğini söyleyerek cevap verdi. 

Hayretle konuşmayı izliyordum. Milletvekili ise alışkındı, bana "bak işte gör, nelerle uğraşıyoruz" dercesine traji komik tiyatrosunu oynamaya devam etti: "Bilmediğin bir işe nasıl uzman olabilirsin ki?" 

Cevap tam bir cahil cesaretiydi: "Herkes anasının karnında öğrenmedi ya gider öğreniriz” dedi polis memuru. Vekil “tamam canım, bakarız” deyip kibarca görüşmeyi sonlandırdı ama hafif sinirlendiğini de gizlememişti doğrusu. 

Yine bir gün meclis kulisinde bir sayın bakanın etrafındaki vekillere nasıl dert yandığına şahit olmuştum. Yeni hükümetin taze bakanlarından biriydi ve daha ilk günlerde bunaldığı anlaşılıyordu. Stresini atmak için etrafındakilere komik bir fıkra anlatır gibi bir olay anlattı:

"Kıramıyacağım bir vekilden referanslı özgeçmiş gelmişti. Açtım okudum. Adam memur, ama Devlet Malzeme Ofisinde Genel Müdür olmak istiyormuş. Önce anlayamadım, herhalde Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğünde şeflik filan bir görev istiyor zannettim. Söyledim özel kaleme çağırdılar. 

Adam gerekten memur ve gerçekten de Genel Müdür olmak istiyormuş. Şaşırdım: "Önce bir şef yapalım seni" dedim. Adam "hayır, hayır !" dedi, "Şeflik sınavla, yönetmeliğe göre görevde yükselme sınavına girmek gerekiyor." 

Sinirlendim tabi "Kardeşim, şeflik sınavla da, bunun daha Müdürlüğü, Daire başkanlığı, Genel Müdür yardımcılığı var. Sen nasıl hop diye Genel Müdür olmak istiyorsun." 

Verdiği cevap çok ilginçti:"Genel Müdür olmak için sınava ihtiyaç yok ki, siz direk atayabiliyorsunuz !"

Bakan ne yaptı bilmiyorum. Ama o gün etrafındakilerle birlikte bol kahkahalı saatler geçirdiği muhakkak. Bense “Güleriz, ağlanacak halimize” deyip lahavle çektim bol bol.

Evet, değişim kaçınılmazdır, ama ona direnç de en az onun kadar kadim bir davranıştır.

İster memur olsun ister sıradan bir insan; herhangi bir değişim söz konusu olduğunda üç tip standart tavır geliştirir.

İlkinde, değişime karşı ilgisiz ve duyarsızdır. Değişim onun dışındadır ve ilgilendirmemektedir. 

Ancak, değişim er geç ona da gelip çatacaktır. Bu sefer en ateşli muhaliftir bizimki. Mevcut statüsünü ve durumunu tehdit etmektedir çünkü. Belirsiz ve karanlık bir geleceğe götürecektir kendisini. Elinden gelen tüm çabasını karşı çıkmaya, hatta işin özünü şaşırtmaya harcar.

Ne var ki, değişim durmaz. Artık bütün duvarlarını yutmuş, onu da içine çekmiştir. Bu kez değişim içinde kendine bir yer açmaya çalışır tüm gücüyle. Bulduğu mevziyi siper haline getirir. O değişimin getirdiği yeni halin en önde gelen müdafii olmuştur.

Değişimin asıl olduğunu, değişim içinde değişmenin kaçınılmazlığını anlamak istemez. Halbuki uyum göstermekten başka şansı yoktur. Aslında bu davranışın daha akıllıca olacağını bir türlü kabullenmez. 

Çünkü habire yeni gelecek değişim dalgalarına direnmenin, durumunu müstahdem mevki haline getirmenin hazırlığı içindedir. Bu döngü böylece sürüp gider...

16 Mayıs 2018 Çarşamba

16 Mayıs 2018 Çarşamba 23:30 ŞİİR VE TÜRKÜ..........................Muhabbet bağı

 Muhabbet bağı

Muhabbet bağına girdim bu gece / Açılmış gülleri derdim bu gece
Vuslatın çağına erdim bu gece / Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş

Ararım, ararım, ararım seni her yerde / Sorarım ıssız gecelerde sevgilim nerde

Açıldı bahtımın gonca gülleri / Gönül bağında öter bülbülleri
Aşkıma sarayım hep gönülleri / Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş

Ararım, ararım, ararım seni her yerde / Sorarım ıssız gecelerde sevgilim nerde
------------ 
Beste ve güfte: Sâdettin Kaynak,Makam: Hicaz, Usûl: Düyek

Saadettin Kaynak büyük bestekardı, aynı zamanda imamdı. Birkaç gün ortalarda gözükmeyince dostları merak eder. Onu gözyaşları içinde, ağlar bulurlar. 

Nerede olduğunu kendisi şöyle anlatır: "Gece Resulullah’la beraberdik. Artık bir daha dünya işleriyle alakadar olamadım. işte bu şarkı da o geceyi anlatıyor."

Hafız Hacı Sadettin Kaynak, Fatih Camii Müderrislerinden Ali Alâüddin Efendi’ nin oğludur. Taşkasap semtinde Lütfipaşa Mahallesinde doğmuştur. İbnülemin doğum tarihini 1885 olarak vermiştir.

Sesinin güzelliği nedeniyle genç yaşta hafız oldu. Musikiye olan yakınlığı küçük yaşlarda dikkati çekmiş, Hafız Melek Efendi’ den dini musiki , ilahiler öğrenmiş, Darüşşafaka muallimlerinden Kazım Bey’ den (Kazım Uz) ve Kasımpaşa Küçükpiyalê Camii imamı Hafız Cemal Efendi’ den ve Neyzen Emin Dede’ den (Yazıcı) faydalanmıştır.

Dini müzik ile din dışı müziği birlikte yürüttü; ilk bestesi olan hüzzam şarkısı “Hicran-ı Elem” `i 1926 yılında yazdı. İlk Türkçe ezanı seslendiren kendisidir.

Müzik eğitimini İstanbul Üniversitesi`nde tamamladı ve daha sonra Güney Doğu Anadolu`da yerel müzikler üzerine araştırmalar yaptı. 1940-1950 yılları arasında seksenin üzerinde film için beste yapmıştır. 1955 yılında felç geçirdi; 3 Şubat 1961 tarihinde İstanbul`da Haydarpaşa Numune Hastanesi`nde öldü. Merkez Efendi mezarlığında gömülüdür.

Sanatçının ölümünden 12 gün sonra yayınlanan 16 Şubat 1961 tarihli Hayat Mecmuası’nda Orhan Tahsin , S.Kaynak’ın vasiyetini açıklar. 

16 aralık 1958 günü hazırlanan vasiyetin son bölümünde şunlar yazılıdır: » Peygamber 63 sene yaşadı. Ben de 63 yaşındayım. Allah’ dan diliyorum ki bu sene öleyim. Tamam altı yıl oldu felç geleli. Bu senenin sonunda altı sene dolacak».

Sadettin Kaynak bu belgenin hazırlanışından 3 yıl sonra ölmüştür.

42 ayrı makamda yazdığı 330 kadar eseri bulunmaktadır.

Eserlerinden bazıları: Gönül Nedir Bilene, Leyla Bir Özgecandır - ``Söz: Vecdi Bingöl``, Niçin Baktın Bana Öyle - ``Söz: Vecdi Bingöl``, Yadeller Aldı Beni - ``Söz: Vecdi Bingöl``, Çile Bülbülüm Çile - ``Söz: Vecdi Bingöl``, Ben Güzele Güzel Demem - ``Söz: Karacaoğlan``, Gönlüm Seher Yeli Gibi, Benim Yarim - ``Söz: Karacaoğlan``, Tel Tel Taradım, Kara Bulutları Kaldır - ``Söz: R. Gökalp Arkın``, Muhabbet Bağına Girdim, Dertliyim Ruhuma hicranını-^^söz: Vecdi BİNGÖL^^, İncecikten Bir Kar Yağar-^^söz: Karacoğlan, Enginde Yavaş Yavaş, Gönlümün İçindedir Gözden Irak


16 Mayıs 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı59..........................İki güzel adam


İki güzel adam

Cevat Ayhan ve Hasan Celal Güzel vaktiyle birlikte çalışmış, yol arkadaşlığı etmiş iki mücahiddi. Onları 1976’nın sonlarında tanımıştım Zirai Donatım kurumunda birlikte görev yapıyorlardı.


Hasan Celal Güzel’in vefatı, yaktığı ‘Yeni Türkiye’ meşalesi ışığında gönüllerimizi dağladı. Cevat Ayhan’ın vefatı ise ulu bir çınarın gölgesinden mahrum etti bizleri adeta.















15 Mayıs 2018 Salı

15 Mayıs 2018 Salı 20:00 NE DÜŞÜNÜYORUM....................................Jeo politik kader

Jeo politik kader

Ülkeler, coğrafyaların da kaderi olur mu ? Onlar da insanlar gibi alın yazılarını mı yaşarlar ? 

Genelde bütün milletlerin, özelde bizim yaşadıklarımızın üzerinde bulunduğumuz topraklarla bir ilgisi var mı ? Dünya haritasındaki konumumuz bize Jeo politik bir kader mi dayatıyor ? 

Bütün bu sorular tek tek her coğrafya ve her millet için sorulabilir. Alınacak cevapsa büyük ihtimalle 'evet' olur. Elbette kader dediğimiz şey yaratıcımızın elindedir. Ona şek ve şüphe yok. Ama insan nasıl bir kader çizgisi içinde yaşıyorsa, ülkeler, dünya, kainat ve zaman da şüphesiz bir ilahi yazgı dahilindedir. Ne ki yalnız insana akıl, irade ve seçme hakkı verilmiştir. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, hakkı batılı görüp seçtiğine uygun yaşayabilmek elindedir. Ancak, bu yol sadece kendi kaderini değil, çevresinin, ülkesinin, bulunduğu coğrafyanın ve dünyanın gidişini de etkiler. 

Evet, işte bu nedenle her ülke kendi insanlarının seçimlerinden, coğrafyasından ve geçmişinden ayrı düşünülemez. Zira kültürü, bilim mevcudu, sanatsal birikimi, düşünce yapısı ve yaşam biçimi üzerinde bulunduğu ülke coğrafyasıyla birlikte varoluşunu şekillendirmektedir. Kimliği dünya haritasındaki konumuyla algılanır ve ifade edilir. 

Örneğin ABD'yi Avrupa'nın kaçkınları, maceraperestleri, yeni dünya soyguncuları kurmamış mıydı ? Almanı, İngilizi, Fransızı, İspanyolu, Rusu hepsi o yeni dünyada kanla, silahla ve uçsuz bucaksız bir kıtanın zenginlikleriyle kaynaştılar. Amerika bu yüzden sadece belli bir etnik kökene dayalı ulus değildir. Dini inanç bakımından da karma bir yapısı vardır. Üstelik orada yaşayan yerlileri yok ederek topraklarına yerleşmişlerdir. 

Önce İngiliz Fransız İspanyol savaşlarıyla koloni savaşları yaşamışlar. Ardından da kendi içlerinde yıkıcı bir iç savaştan sonra devlet olabilmişler. Amerika dünyanın öbür ucundaki bir coğrafyada, kendi geçmişi, hırsı, kan ve silahıyla vardır. Onun dünyanın diğer bölgelerinde sergilediği eli kanlı, çıkarcı ve haydut kişilikli tavrını sadece bugüne bakarak anlayamayız. Geçmişine, üstünde yaşadığı coğrafyaya, dünya haritasındaki konumuna da bakmalıyız.

Mesela İngilizler; onlar nasıl olmuş da ufacık bir ada ülkesi iken topraklarında güneş batmayan ülke haline gelmişler ? Sömürgecilik, tek çıkış yolu deniz olan bu halkın sanayileşme yolunda başka ülkelerin zenginliklerinden yararlanma ihtiyacından doğmuş olabilir mi ? Bugün eskisi gibi topraklarında güneş batmayan ülke değil ama hala elini dünyanın her yerinde görebiliyoruz.

Ya Ruslar ? Soğuk bir coğrafyanın insanları onlar. Sıcak denizlere inme politikası adeta atalarından genlerine işlemiş gibi. Elleri ve gözleri daima Asya'nın güneyinde, ön Asya'da, Akdenizde ve orta doğuda.

Ya Anadolu ? Ya bu kadim coğrafya ? Bizim bütün bu başımıza gelenler acaba üzerinde yaşadığımız toprakların bir türlü kaçamadığımız kadim kaderi midir ?

Daha eskiyi bırakalım. Asya'da yaşananlar, batıya doğru kurulup yıkılan onca devlet ayrı ama hep benzer hikayeler. Anadolu kapılarında göründüğümüz binyıldan bu yana başımıza gelenler de öyle. Ardımızdan moğol belası, önümüzde haçlı artıkları, bizans fitnesi. Yanı başımızda kadim pers torunu acem çıbanları. Güneyimizde bir o yana bir bu yana savrulan istikrarsız arap coğrafyası. Kuzeyimizde ikide bir sorun olan ruslar, balkan ve avrupa coğrafyası…

Bin yıldır bir o yana bir bu yana savaşıp durmuşuz. Bin yıldır içte ve dışta düşmanımız hiç eksik olmamış. Bin yıldır moğol ve haçlı sürüleri, emperyal avrupalılar, arap ve iranlılarla uğraşıp durmuşuz. Yetmemiş içerdeki isyanlarla, fitnelerle boğuşmuşuz. Beka sorunumuz hiç bitmemiş, şehitlerimizin sonu gelmemiş. 

Bu kadim topraklar hem selçukluya hem osmanlıya mezar olmuş. Her adımı her yöresi onca savaş sefer görmüş, her karış toprağı adeta kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş. Her seferinde kurulan kapanlardan kurtulmuşuz, üzerimize atılmak istenen ağları yırtıp atmışız fakat hala acıların ardı arkası gelmemiş.

Peki bütün bunlar sadece bizim mi başımıza gelmiş ? Anadolunun da içinde olduğu bu kadim topraklar bin yıldan önce de insanlığın kanla ve acıyla harman olduğu bir coğrafya. Alın Hititleri, bakın Friglere, hatırlayın Lidyalıları hepsi bu kaderi paylaşmışlar. 

Bir Asurlular vurmuş bir Got'lar, bir Persler gelip geçmiş üzerinden bir Makedonlar. Romalılar tahıl ambarı görmüşler, haçlılar efsanevi zenginlik kaynağı. 

Anadolu toprakları aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya köprü olmuş ateş arabalarına. İlk Hristiyanlar bile toroslarda, kapadokyada gizlenmeye çalışmışlar azılı düşmanlarından. Kimbilir kaç halk, kaç şehir yok olmuş bu topraklarda. 

Anadolu Nuh tufanından beri insanlığın harman yeri olmuş. Ekilmiş, biçilmiş, savrulmuş kıyasıya. Biz bugünümüzü biliyoruz. Etrafımızdaki terör ve savaş kıskacı canımızı acıtıyor. Bütün kan içici vampirler üzerimize salınmış sanıyoruz. Ağlaya ağlaya anaların gözünde yaş kalmadı, şehitsiz köyümüz yerimiz yok. 

Ama, moğol belası da anadoluda taş üstüne taş, gövde üstünde baş bırakmamıştı. Haçlı sürüleri talan etmişti kaç kez bu yolları. 

Daha dün Çanakkalede yedi düvel üzerimize gelmişti, üç kıtada büyük bir imparatorluk küçücük bir anadolu toprağına göç etmişti hatırlayalım.

Almanların yaşadıkları ve bugünkü halleri de geçmişleriyle, içinde oldukları kara avrupa coğrafyasıyla yakından ilişkili. Japonlar fazla büyük olmayan bir adalar ülkesinde kendilerine has bir kader yaşadılar, yaşıyorlar. Çinliler de öyle. Etraflarına çevirdikleri duvarların arkasında yine devleşmekteler. İranlılar tanıdık; içten pazarlıklı ve kadim. Araplar da hep aynı; çöl gibi güvensiz, dağınık, çıkarcı ve saman alevi gibiler. 

Örnekleri dünya üzerindeki bütün coğrafyalar ve uluslar için çoğaltmak mümkün. Ama, gerçek şu ki hepsi kendilerine çizilmiş bir kaderi yaşıyorlar. Bugün olan biteni anlamak için her birinin alın yazısını bilmek gerekiyor. Kendi bugünümüzü ve geleceğimizi anlamak için de…

14 Mayıs 2018 Pazartesi

14 Mayıs 2018 Pazartesi 22:00 ÇOCUKÇA.......................................Ne mutlu çocuklardık

Ne mutlu çocuklardık

dddddddddddddddddddddddddddddddddd 
ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd
dddddddddddd 

ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd
ddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd
ddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 
ddddddddddddddddddddd

═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═══════════════════
Keşke hep çocuk kalsaydım büyümeseydim keşke / Nerden bilirdim kendimi değilde hep hüznümü büyüteceğimi
Ne güzeldi hayat çocuk gözlerimde saf ve masumdu düşlerim / Belkide hiç keşkelerim bile olmadı benim
Sessiz haykırışlarda şimdi yüreğim kim bilir nerdeyim / Sabahsız gecelerde kalmışım yine yorgun gözlerim
Hayat yormuş bu genç yaşımda sanki meçhullerdeyim / Ya da ard arda sıralanmış dertlerin telaşında yüreğim
Mutluluk çokmu uzakta gelmezmi vaadedilen güzel günler / Baharda açmazmı çiçekler bir daha yeniden
Geçermi yazık şu yaralı gönlümün yolu sevgiden / Gülermi gözlerim can gelirmi bedene yeniden
Keşke hep çocuk kalsaydım büyümeseydim keşke / Ama hala bir yanımda yine çocuksu hayallerim duruyor gözlerimde
Azda olsa bir ümit var yarınlarımı süsleyen düşlerimde / Hiç yarınlarım olmadı belkide
Belkide artık ömrüm son seslenişlerinde..
Sedat Kesim
 ═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═══════════════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd
ddddddd ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt 
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

dddddddddddddddddddddddddddddddddd 

ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd
═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═══════════════
Ne mutlu çocuklardık! / Bir simidi paylaşır, bir sevdaya susardık.
Yürekliydik, / Samimiydik, / Çığlık çığlığa ağlar; / Dünyaya masum bakardık!
 ═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═════════════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd 

ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd dddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjddddddddddddddddddddd 

dddddddddddd tttttttttttttttttttttttt jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjddddddddddddddddddddd ddddddddddddd gggggggggggggggggg jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

dddddddddddddddddddddddddddddddddd 

ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd
═══════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═══════════════
Biz küçükken çok büyüktük / Mesela kollarımızı bir açardık
Dünyayı kucaklardık / Güzeldik biz küçükken 
Nazım Hikmet Ran
═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰══════════════
dddddddddddddddddddddddddddddddddd ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffdddddddddddddd 
ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj dddddddddddddd
ddddddd ddddddddddddd 

gggggggggggggggggg jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj
═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═════════════════
Oysa defalarca sormuşlardı:
Büyüyünce ne olacaksın diye; "Mutlu" diyemedik… Çünkü çocuktuk; Akıl edemedik...Sedat Balun / Nazım Hikmet Ran
════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰══════════════════

ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd ddddddd  ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd tttjjjjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj 

Oysa defalarca sormuşlardı:

"Büyüyünce ne olacaksın diye; "Mutlu" diyemedik… Çünkü çocuktuk; Akıl edemedik..."

Söz güzel, hayat kitabının başlangıcındaki saflığı, çocuksuluğu anlatıyor. 

Sedat Balun'un mu, yoksa Nazım Hikmet Ran'ın mı pek fazla önemi yok. Kim söylemişse doğru söylemiş.

dddddddddddddddddddddddddddddddddd  dddddddddddddddddddd

dddddddddddddddddddddddddddddddddd 
═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═══════════════
Çocuk olsam yeniden! / Bir tek düştüğüm için acısa içim,/ Ve kalbim;
Çok koştuğum zaman çarpsa sadece...
═════════&₰ஜ۩¥¥۩ஜ₰═════════════════


ffffff ffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffddddddd ddddddd  ddddd ddddddddddddddd jjjjjjjjjjjjjjjjjjj
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd tttttttttttttttttttttttt

jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj ddddddddddddddddddddd ddddddddddddd gggggggggggggggggg
jjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjjj