15 Mayıs 2018 Salı

15 Mayıs 2018 Salı 20:00 NE DÜŞÜNÜYORUM....................................Jeo politik kader

Jeo politik kader

Ülkeler, coğrafyaların da kaderi olur mu ? Onlar da insanlar gibi alın yazılarını mı yaşarlar ? 

Genelde bütün milletlerin, özelde bizim yaşadıklarımızın üzerinde bulunduğumuz topraklarla bir ilgisi var mı ? Dünya haritasındaki konumumuz bize Jeo politik bir kader mi dayatıyor ? 

Bütün bu sorular tek tek her coğrafya ve her millet için sorulabilir. Alınacak cevapsa büyük ihtimalle 'evet' olur. Elbette kader dediğimiz şey yaratıcımızın elindedir. Ona şek ve şüphe yok. Ama insan nasıl bir kader çizgisi içinde yaşıyorsa, ülkeler, dünya, kainat ve zaman da şüphesiz bir ilahi yazgı dahilindedir. Ne ki yalnız insana akıl, irade ve seçme hakkı verilmiştir. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, hakkı batılı görüp seçtiğine uygun yaşayabilmek elindedir. Ancak, bu yol sadece kendi kaderini değil, çevresinin, ülkesinin, bulunduğu coğrafyanın ve dünyanın gidişini de etkiler. 

Evet, işte bu nedenle her ülke kendi insanlarının seçimlerinden, coğrafyasından ve geçmişinden ayrı düşünülemez. Zira kültürü, bilim mevcudu, sanatsal birikimi, düşünce yapısı ve yaşam biçimi üzerinde bulunduğu ülke coğrafyasıyla birlikte varoluşunu şekillendirmektedir. Kimliği dünya haritasındaki konumuyla algılanır ve ifade edilir. 

Örneğin ABD'yi Avrupa'nın kaçkınları, maceraperestleri, yeni dünya soyguncuları kurmamış mıydı ? Almanı, İngilizi, Fransızı, İspanyolu, Rusu hepsi o yeni dünyada kanla, silahla ve uçsuz bucaksız bir kıtanın zenginlikleriyle kaynaştılar. Amerika bu yüzden sadece belli bir etnik kökene dayalı ulus değildir. Dini inanç bakımından da karma bir yapısı vardır. Üstelik orada yaşayan yerlileri yok ederek topraklarına yerleşmişlerdir. 

Önce İngiliz Fransız İspanyol savaşlarıyla koloni savaşları yaşamışlar. Ardından da kendi içlerinde yıkıcı bir iç savaştan sonra devlet olabilmişler. Amerika dünyanın öbür ucundaki bir coğrafyada, kendi geçmişi, hırsı, kan ve silahıyla vardır. Onun dünyanın diğer bölgelerinde sergilediği eli kanlı, çıkarcı ve haydut kişilikli tavrını sadece bugüne bakarak anlayamayız. Geçmişine, üstünde yaşadığı coğrafyaya, dünya haritasındaki konumuna da bakmalıyız.

Mesela İngilizler; onlar nasıl olmuş da ufacık bir ada ülkesi iken topraklarında güneş batmayan ülke haline gelmişler ? Sömürgecilik, tek çıkış yolu deniz olan bu halkın sanayileşme yolunda başka ülkelerin zenginliklerinden yararlanma ihtiyacından doğmuş olabilir mi ? Bugün eskisi gibi topraklarında güneş batmayan ülke değil ama hala elini dünyanın her yerinde görebiliyoruz.

Ya Ruslar ? Soğuk bir coğrafyanın insanları onlar. Sıcak denizlere inme politikası adeta atalarından genlerine işlemiş gibi. Elleri ve gözleri daima Asya'nın güneyinde, ön Asya'da, Akdenizde ve orta doğuda.

Ya Anadolu ? Ya bu kadim coğrafya ? Bizim bütün bu başımıza gelenler acaba üzerinde yaşadığımız toprakların bir türlü kaçamadığımız kadim kaderi midir ?

Daha eskiyi bırakalım. Asya'da yaşananlar, batıya doğru kurulup yıkılan onca devlet ayrı ama hep benzer hikayeler. Anadolu kapılarında göründüğümüz binyıldan bu yana başımıza gelenler de öyle. Ardımızdan moğol belası, önümüzde haçlı artıkları, bizans fitnesi. Yanı başımızda kadim pers torunu acem çıbanları. Güneyimizde bir o yana bir bu yana savrulan istikrarsız arap coğrafyası. Kuzeyimizde ikide bir sorun olan ruslar, balkan ve avrupa coğrafyası…

Bin yıldır bir o yana bir bu yana savaşıp durmuşuz. Bin yıldır içte ve dışta düşmanımız hiç eksik olmamış. Bin yıldır moğol ve haçlı sürüleri, emperyal avrupalılar, arap ve iranlılarla uğraşıp durmuşuz. Yetmemiş içerdeki isyanlarla, fitnelerle boğuşmuşuz. Beka sorunumuz hiç bitmemiş, şehitlerimizin sonu gelmemiş. 

Bu kadim topraklar hem selçukluya hem osmanlıya mezar olmuş. Her adımı her yöresi onca savaş sefer görmüş, her karış toprağı adeta kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş. Her seferinde kurulan kapanlardan kurtulmuşuz, üzerimize atılmak istenen ağları yırtıp atmışız fakat hala acıların ardı arkası gelmemiş.

Peki bütün bunlar sadece bizim mi başımıza gelmiş ? Anadolunun da içinde olduğu bu kadim topraklar bin yıldan önce de insanlığın kanla ve acıyla harman olduğu bir coğrafya. Alın Hititleri, bakın Friglere, hatırlayın Lidyalıları hepsi bu kaderi paylaşmışlar. 

Bir Asurlular vurmuş bir Got'lar, bir Persler gelip geçmiş üzerinden bir Makedonlar. Romalılar tahıl ambarı görmüşler, haçlılar efsanevi zenginlik kaynağı. 

Anadolu toprakları aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya köprü olmuş ateş arabalarına. İlk Hristiyanlar bile toroslarda, kapadokyada gizlenmeye çalışmışlar azılı düşmanlarından. Kimbilir kaç halk, kaç şehir yok olmuş bu topraklarda. 

Anadolu Nuh tufanından beri insanlığın harman yeri olmuş. Ekilmiş, biçilmiş, savrulmuş kıyasıya. Biz bugünümüzü biliyoruz. Etrafımızdaki terör ve savaş kıskacı canımızı acıtıyor. Bütün kan içici vampirler üzerimize salınmış sanıyoruz. Ağlaya ağlaya anaların gözünde yaş kalmadı, şehitsiz köyümüz yerimiz yok. 

Ama, moğol belası da anadoluda taş üstüne taş, gövde üstünde baş bırakmamıştı. Haçlı sürüleri talan etmişti kaç kez bu yolları. 

Daha dün Çanakkalede yedi düvel üzerimize gelmişti, üç kıtada büyük bir imparatorluk küçücük bir anadolu toprağına göç etmişti hatırlayalım.

Almanların yaşadıkları ve bugünkü halleri de geçmişleriyle, içinde oldukları kara avrupa coğrafyasıyla yakından ilişkili. Japonlar fazla büyük olmayan bir adalar ülkesinde kendilerine has bir kader yaşadılar, yaşıyorlar. Çinliler de öyle. Etraflarına çevirdikleri duvarların arkasında yine devleşmekteler. İranlılar tanıdık; içten pazarlıklı ve kadim. Araplar da hep aynı; çöl gibi güvensiz, dağınık, çıkarcı ve saman alevi gibiler. 

Örnekleri dünya üzerindeki bütün coğrafyalar ve uluslar için çoğaltmak mümkün. Ama, gerçek şu ki hepsi kendilerine çizilmiş bir kaderi yaşıyorlar. Bugün olan biteni anlamak için her birinin alın yazısını bilmek gerekiyor. Kendi bugünümüzü ve geleceğimizi anlamak için de…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder