12 Nisan 2018 Perşembe

12 Nisan 2018 Perşembe 18:30 NE DÜŞÜNÜYORUM...........................İki zıt dünya

İki zıt dünya

Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi "Kolomb Günü"dür. Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..Tıpkı bizim "İstanbul’u Fetih Günü" gibi..

Peki kutlanan ne?..

1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb’un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..

Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..Yüzerek selamladılar..Mısır, patates ikram ettiler..Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..İşte o altınlar sonları oldu..

Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..

"Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer"

Seyir defterine de şunları eklemişti.

"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok… Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar." Bir de not düşüyordu. "Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım"

Ardından katliam başladı..Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..Kadınlara tecavüz ettiler..Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.

Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..Ardından akın akın geldiler..Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..Katliamlara papazlar da katıldı..Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..

Kolomb Amerika’ya vardığında dünya nüfusunun 5’te biri kızılerili idi..Sayıları 70 milyonu geçiyordu..1492’den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..

"İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu..Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı..İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler. Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı… Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu… bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum." Las Casas
"Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi" "Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop

"Kızılderilileri yakıyorduk..Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi..Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız." Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford

"Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili’ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer’e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi. " Cieaze de Leo

"Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu." Papaz Motolinia

"Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar." Bartolome de Las Casas

"Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu." David de Vries

Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..Çünkü beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.

Kolomb’tan bu güne 524 yıl geçti..524 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..Bir kültür yok edildi..Beyaz adamın bu eğlencesi(!), kızılderililerin sonu oldu..

“Gelen geçti, kalan yok” dedi meczup, “devran daim, inen yok!”

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Çocuk cıvıltılarıyla çınlayan rengarenk bir çocuk parkı... Hemen yanı başında derdinin yükünü sırtlamış mahzun ve endişeli insanların dolaştığı bir hastane bahçesi... Bahçenin dört bir yanında bahar makamında bestelenmiş neşeli ağaçlar... Ağaçların arasında çaresizce arabasını koyacak yer arayan yılgın bir adam... Bir çocuk minicik elini annesinin elinden kurtarıp bilmediği bir yöne doğru çılgınca koşmak istiyor. Annesinin, hayatın kalabalık ve tekinsiz patikalarına bırakmaya hiç niyeti yok çocuğu. İnildeyerek bir halk otobüsü duruyor hastane durağında. Tutmuş tutmuş da nihayet nefesini veriyormuş gibi boşalıyor içinden onlarca yolcu. Yüzlerinde dört mevsim hayat... Uzaklarda apartmanlarla gecekondular kim bilir neyi üleşemiyor aralarında. Tam üstümüzde asılı kalmış bir bulut, gideceği yeri unutmuş gibi öylece duruyor. Bahar dallarının altında kendi fotoğrafını çekiyor iki genç kız, kısacık gülümseyerek. Biraz ötelerinde can pazarı, ilkyardıma hasta yetiştiriliyor sedye üstünde, pürtelâş... Ne kadar çok şey oluyor bir anın içinde, birbirine hiç dokunmadan neredeyse. Ne kadar çok şey yaşanıyor; hem biri bir diğerinin yanı başında ve hem de ne kadar habersiz biri bir diğerinden.

GökhanÖzcan/Yeni Şafak

11 Nisan 2018 Çarşamba

11 Nisan 2018 Çarşamba 13:00 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER............Mutluyum işte !

Mutluyum işte !

Küçük şeyler mutlu eder insanı. Ya da küçük şeyler yaralar gönüllerimizi. Mevsimlere denk gelir hissettiklerimiz. Bahar gibi canlı, sonbahar gibi hüzünlü olursun.

Böyledir işte yaşam.

Bugün de bir bahar günü. Sabah erken saatlerde penceremi açmış, dışarıyı seyrediyordum. 

Çiçeklenen göğeren dallar, yeşillenen çimler, ılık bir sıcaklık ve tertemiz bir hava. Kuş cıvıltıları bu muhteşem tabloyu tamamlıyor. Adeta lahuti bir ortam var dışarda.

Bu güzel anı ıskalayan insanlar işe yetişmenin telaşında, çocuklar hızlı hızlı okullarına gidiyor. Sokağa çıkan araçların gürültüsü yükseliyor ara ara. 

Dikkatimi yeniden önümde uzanmış manzaraya çeviriyorum. Birkaç kelebek görüyorum uçuşan. Biraz ötede bir kaç küçük köpek yavrusu da neşeyle birbirleriyle güreşiyorlar.

Zaman zaman hafif bir sabah rüzgarı okşuyor yüzümü. Bir bardak su içiyorum berrak ve tatlı. Kuş cıvıltıları yükseliyor soldaki ağacın üstünden. Yeni patlamış taze yapraklar arasında sanki kovalamaca oynuyorlar. 

Gözlerimi kapatıyorum; Dışarda ılık bahar sıcaklığı, hafif serinlik, mis gibi bir yeşillik kokusu, kuş cıvıltıları, çocuk koşturmacası ve hatta araç sesleri...

Hepsi bir orkestranın parçası gibi geliyor. Sanki bu güne kadar yazılmamış nefis bir beste icra ediyorlar.. O kadar doğal ve o kadar da uyumlu. 

Hamdediyorum Rabbime. Bize böyle güzel nimetler verdiği için. Çok şükür ki baktığımı görebiliyorum. Şükürler olsun ki bu güzellikleri kalbimle hissedebiliyor, gönlümle de yaşayabiliyorum.

Sağlıklıyım, büyük bir ailem, güzel çocuklarım, torunlarım var. İnşallah yeni bir torun daha bekliyorum bu günlerde. O yüzden de kalbim helecanlarda.

Ne diyeyim, mutluyum işte ! Sanki yaşadığım bütün acıları, sıkıntıları, zor günleri unuttum. Neticede bu günün, şu anın hazzı her kötülüğün önüne geçti. 

Rabbim daim eylesin. Herkese de nasip etsin. Çünkü 'O' El-Vehhâb'tır.

11 Nisan 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı54...........................Bahçelere bağban olmak

Bahçelere bağban olmak

Nefretin, kinin yararı yok. Bilirsin ki altın kaseyle de sunsalar ateş olma yakarsın. 

Su ol ki hem kendine can ver, hem etrafına. Serin ol hep kızgın nefislere, odun olma balık ol temiz gönüllere. Gör ki hayat gül yetiştirmek, bahçelere bağban olmaktır. Anla ki yol; İbrahim gibi dost, adam gibi adam olmaktır.