Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi
"Kolomb Günü"dür. Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..Tıpkı bizim
"İstanbul’u Fetih Günü" gibi..
Peki kutlanan ne?..
1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb’un Nina,
Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak
kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar
sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..Sakallı istilacıları görünce onları
doğaüstü sandılar..Yüzerek selamladılar..Mısır, patates ikram ettiler..Atları,
iş hayvanları, demir silahları yoktu..Ama kulaklarına ince altın süsler
takıyorlardı..İşte o altınlar sonları oldu..
Kolomb kızılderililerle ilgili ilk
izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
"Bu insanlar o kadar yumuşak başlı,
barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına
Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar,
konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi
çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer"
Seyir defterine de şunları eklemişti.
"Onlara kılıçlarımızı gösterdik.
Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu
bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini
kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar.
Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok…
Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden
sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu
hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok
seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman
gülüyorlar." Bir de not düşüyordu. "Bu insanların çalıştırılması,
ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve
göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım"
Ardından katliam başladı..Sakallı
yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp
yıktı..Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..Kadınlara tecavüz
ettiler..Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini
yüzdüler..Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador
sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler,
yüzbinlerce insan yok edildi..Ardından akın akın geldiler..Tüm Amerika Kıtasını
cehenneme çevirdiler..Katliamlara papazlar da katıldı..Katolik olmayı kabul
etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika’ya vardığında dünya
nüfusunun 5’te biri kızılerili idi..Sayıları 70 milyonu geçiyordu..1492’den
bugüne sadece 2 milyon kaldılar..Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan
Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..
"İspanyollar istilacılar her geçen gün
daha kibirli oluyordu..Aceleleri varsa yerlilerin sırtına
biniyorlardı..İspanyolların
canavarlığı sınır tanımıyordu.. birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli
çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye
çocukların kafasını kestiler. Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü.
Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı… Böylece
erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt
bulamadıkları için ölüyordu… bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa
sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle
gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum." Las Casas
"Tanrı’nın hususi takdiriyle
savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı
topraklarımızı temizledi" "Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk
valisi John Wintrop
"Kızılderilileri yakıyorduk..Onları
böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir
manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer
tatlı bir fedakârlık gibiydi..Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar
gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer
bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız." Plymouth Kolonisi’nin Valisi
William Bradford
"Kızılderililerin hamal olarak
kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane
öldürüyordu. 4 Kızılderili’ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu.
Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer’e taşıtan
birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü
muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması
istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız
hayvanları öldürmekte birdi. " Cieaze de Leo
"Kızılderililerin eğer altını yoksa
çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını
verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları
altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani
bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı..
Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından
yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra
hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu."
Papaz Motolinia
"Sırf eğlence olsun diye, kadın
erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip
kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını
kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden
alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar."
Bartolome de Las Casas
"Askerler pek çok Kızılderili’yi
uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler
anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları
ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları
eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle
öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve
babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan
çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu." David de Vries
Kızılderili kadınları çocukları
doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..Nefes alması için ellerini bir
süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi
tekrarlarlar. .Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk
derstir..Çünkü beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin
sonu demektir..Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun
yağmurundan ölmek demektir.
Kolomb’tan bu güne 524 yıl geçti..524
yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..Bir kültür yok edildi..Beyaz adamın
bu eğlencesi(!), kızılderililerin sonu oldu..
“Gelen geçti, kalan
yok” dedi meczup, “devran daim, inen yok!”
Gökhan Özcan / Yeni
Şafak
Çocuk
cıvıltılarıyla çınlayan rengarenk bir çocuk parkı... Hemen yanı başında
derdinin yükünü sırtlamış mahzun ve endişeli insanların dolaştığı bir hastane
bahçesi... Bahçenin dört bir yanında bahar makamında bestelenmiş neşeli
ağaçlar... Ağaçların arasında çaresizce arabasını koyacak yer arayan yılgın bir
adam... Bir çocuk minicik elini annesinin elinden kurtarıp bilmediği bir yöne
doğru çılgınca koşmak istiyor. Annesinin, hayatın kalabalık ve tekinsiz
patikalarına bırakmaya hiç niyeti yok çocuğu. İnildeyerek bir halk otobüsü
duruyor hastane durağında. Tutmuş tutmuş da nihayet nefesini veriyormuş gibi
boşalıyor içinden onlarca yolcu. Yüzlerinde dört mevsim hayat... Uzaklarda
apartmanlarla gecekondular kim bilir neyi üleşemiyor aralarında. Tam üstümüzde
asılı kalmış bir bulut, gideceği yeri unutmuş gibi öylece duruyor. Bahar
dallarının altında kendi fotoğrafını çekiyor iki genç kız, kısacık
gülümseyerek. Biraz ötelerinde can pazarı, ilkyardıma hasta yetiştiriliyor
sedye üstünde, pürtelâş... Ne kadar çok şey oluyor bir anın içinde, birbirine
hiç dokunmadan neredeyse. Ne kadar çok şey yaşanıyor; hem biri bir diğerinin
yanı başında ve hem de ne kadar habersiz biri bir diğerinden.
GökhanÖzcan/Yeni Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder