Bir güzel adamdı
Ankara
hastalıkları sadece başkentte yok. Yalnızca bürokraside rastlanmıyorlar. İster
kamuda ister özel sektörde olsun yanlış işlerden, sorunlu davranışlardan söz
ediyoruz.
Elbette ki baştan başlayıp ayağa kadar sari şekilde bulaşıp yaygınlaşan yönetsel hastalıklar bunlar.
Bazen bir bakanlıkta, bazen bir belediyede, bazen bir mahkemede, bazen bir okulda, bazen bir bankada, bazen bir şirkette, bazen de bir hastanede karşımıza çıkarlar.
Elbette ki baştan başlayıp ayağa kadar sari şekilde bulaşıp yaygınlaşan yönetsel hastalıklar bunlar.
Bazen bir bakanlıkta, bazen bir belediyede, bazen bir mahkemede, bazen bir okulda, bazen bir bankada, bazen bir şirkette, bazen de bir hastanede karşımıza çıkarlar.
Siyasi görüş
ve iktidarlarla da çok alakalı değildir. Azalır, çoğalır, şekil ve mahiyet
değiştirir ama tamamen bitmez. Genç Cumhuriyetimize de has değildirler.
Tarihsel kökenleri, sınırları aşan bağlantıları vardır.
Ama ortak
özellikleri millete rağmen, vatandaşa rağmen 'Ali kıran baş kesen' olmalarıdır.
Bu tür hastalıkların görüldüğü yerde, makamda, insanda ve zamanda 'merkez'
onlardır ve 'diğerleri' nin böcek kadar değeri yoktur. Bu hastalıklı kafalarla
mücadele eden, iyi insanlar, güzel adamlar da olmuştur tarih boyunca. Bunu,
zalimlerin hatırlanmaması, onlarınsa unutulmamasından anlayabiliriz.
Rahmetli
vali Yazıcıoğlu de böyle güzel adamlardan birisiydi. Kısa ömründe kendisiyle
ilgili çok sayıda efsane olay anlatılır. Hakkında en çok yazılıp çizilmiş
idarecilerdendir.

Ben de kendisini hem mesleğim yönüyle kitap ve dergilerden, hem de Tokat valiliği sırasında bizzat yaşayarak tanıyıp sevmiştim.
Hatta onu çok sevilen 'Buzlar çözülmeden' piyesindeki deli kaymakama benzetmişliğim de vardır. Malum ya ' Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler'.
Bugün efsane
valinin böyle deli dolu 'hastalıklarla mücadele' hikayelerinden yeni öğrendiğim
bir tanesini aktarmak size istiyorum.

Acil bölümündeki görevli hemşireye "Başhekimin odası nerede?" diye sorar. Hemşire şöyle bir bakar Yazıcıoğlu'na. Küçümseyici bir ses tonuyla " Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda" der.
Yazıcıoğlu
üst kata çıkar ve Başhekimin odasını bulur. Kapısı açıktır ama başhekim
odasında yoktur. İçeri girer. Tam o sırada başhekim gelir. "Buyrun ne
istiyorsunuz ?" diye sorar. Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak
istediğini ama parası olmadığını söyler. Başhekim kendisine "Burası hayır
kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın" der.

Sessizce
aşağı iner, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına biner.
Yardımcısına "Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın. Yarın görevden
alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim" der…
Ertesi
gün bu sefer resmi giyimli, kıravatlı, takım elbiseli
olarak gider hastaneye. Bu sefer makam aracı hastane
girişine kadar gelmiştir. Elinde de rulo halinde bir kağıt vardır.
Herkes
şaşkındır. Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli,
yırtık gömlekli adam meğerse yeni atanan Aydın valisiymiş...Vay be ! der görevliler...
Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıkar. İçeri girer. Bu sefer Başhekim dona kalmıştır.
"Siz ? Ama siz ?" der kekeleyerek. "Bugün
itibariyle başhekimlikten azledildiniz" der, elindeki kağıdı uzatarak.
Herkesin şaşkın bakışları altında biner makam arabasına ve ayrılır hastaneden.
Herkesin şaşkın bakışları altında biner makam arabasına ve ayrılır hastaneden.

O ufak tefek zayıf adam adeta bu memlekete üç beş gömlek fazla gelmiştir.
2003
yılında tıpkı Adnan Kahveci gibi, Bedri İncetahtacı gibi, Eşref Bitlis gibi nasıl olduğu pek iyi anlaşılamayan bir kazayla aramızdan ayrılmıştı. Tıpkı suikaste uğrayan Turgut Özal, Gaffar Okan gibi.
Ama 15 yıldır unutulmadı, milletin kafasında ve gönlünde hala yaşıyor…
Ama 15 yıldır unutulmadı, milletin kafasında ve gönlünde hala yaşıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder