Normal nedir? Bu sorunun cevabı kişiden
kişiye, ülkeden ülkeye ve zamandan zamana değişir.
'Normalin tanımı' gibi benzer şekilde 'doğrunun-yanlışın tanımı' da tarih boyunca en
çok değişmiş kavramlardan. Bırakalım tarihi, günümüz toplumlarında bile
farklılık gösterirler.
Bunlar varoluşları icabı 'anormaldirler'
aslında. Çünkü standart ve kalıcı değildirler. Sürekli değişim halinde olmak
değişmeyen özellikleridir.
Bu anlamda 'normal' işte bu değişim sürecininin belli bir andaki görünümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Normali 'Kendi özgürlüğümüz bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter' sözüyle de anlayabiliriz. Çünkü toplumsal yaşamda özgürlüklerin birbirini sınırladığı gibi insanların 'normal' leri de birbirini sınırlayabilmektedir.
Bu anlamda 'normal' işte bu değişim sürecininin belli bir andaki görünümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Normali 'Kendi özgürlüğümüz bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter' sözüyle de anlayabiliriz. Çünkü toplumsal yaşamda özgürlüklerin birbirini sınırladığı gibi insanların 'normal' leri de birbirini sınırlayabilmektedir.
Bazen iki aşırılığın ortasına denk gelen orta
yol haline de normal gözüyle
bakılır. Makul ve mutedil olmak böyle durumlar için söylenmektedir. Bu durumda
bile uçlardaki farklılıklar doğal olarak orta yolu etkileyecektir.
Genelde normalin tanımı 'kurala uygun, alışılagelen,
olağan, düzgün, aşırılığı olmayan, uygun' şeklinde yapılmaktadır. Bu sözlük
tanımına göre bir şeyin normal olup olmadığını belirleyen bir de kural koyucu
vardır. Kuralı ise daima hakim, iktidar ve güçlü olan koyar. O halde güç
değiştiğinde kurallar da değiştiğinden normal de değişmektedir.
Peki değişmez, mutlak bir 'normal tanımı' olamaz mı?
Kuşkusuz var. Ama o da ancak idealist ve mistik kurallar çerçevesinde. Aksine
mutlak olmayan, değişime açık ama olabildiğince de geçerli olabilecek bir tanım
ise ancak ütopik bir yaklaşımda mümkün olacaktır. O da uygulanamayacak kadar
havada kalır.
İşte görecelilik. Başladığımız noktaya geri
dönme hali. Antik çağdaki
sofistler’in ileri sürdüğü 'kesin bilginin mümkün olmadığı' fikri gibi sabit
bir bilimsel 'normal tanımı' yapmak da mümkün değil galiba.
Bu da insanın putlaştırdığı 'akıl ve bilim'in çaresiz
kaldığı nokta. İlahi vahiy yoksa 'normal'i bilemez, doğruyu yanlışı
anlayamayız. Bu yüzden insana iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı
hatta hak ve batıl arasındaki farkı gösteren yeteneğe 'Furkan' denilmiş. Aynı
zamanda 'Kur'an-ı Kerim' için de kullanılıyor.
Ankaralı, Elazığlı,
Balıkesirli...., Alaşehirli, Sındırgılı, Aybastılı...olarak mı ? Ya da Gakkoş,
Dadaş, Can, Efe, Yiğit, Delikanlı,Cveneburi,..misiniz ?
Baba,
anne misiniz ? Oğul, kız, torun, yeğen, abi, abla, kardeş mi ?
Kendinizi işçi, emekçi, memur, esnaf, iş
adamı...olarak mı tanıtırsınız, yoksa siz bir polis, çiftçi, öğretmen,
mühendis, serbest meslek, doktor, vali, emekli, müdür, sanatçı mısınız ? Dindar biri misiniz ? Ateist ya da nihilist olabilir
misiniz ? Fazla dindar sayılmam ama benim kalbim temiz, zaten dedem de
müftüymüş diyenlerden misiniz yoksa ?
Dindarsanız; her zaman her yerde kendinizi müslüman,
hristiyan, yahudi,....olarak tanımlar mısınız ? Mensubu olduğunuz mezhep,
meşrep, loca, kulüp ya da tarikatınızı bir kartvizit olarak kullanır mısınız ?
Mesela kartvizitinizde açık açık Türk, kürt, arap,
roman, gürcü, laz, yörük, manav, çerkes, macır,....yazar mı ?
Karadenizli olabilirsiniz, doğulu, egeli,
trakyalı,....da. Peki bu vasfınızı her ortamda kimliğinizin önüne koyar mısınız
?
Bir solcu musunuz ? Ya da sağcı ? Belki de liberal.
Muhafazakar, devrimci, demokrat, laik, şeriatçı, milliyetçi,.... olma ihtimali
de var. Ne sağcıyım ne solcu diyenlerden de olabilirsiniz islamcıyım
diyenlerden de.
Diyelim ki milliyetçi bir arnavutsunuz. Yurt dışına
gittiğinizde, size ısrarla türk diyen pasaport polisine hayır ben arnavutum mu
dersiniz inatla.
Amerika'da, Fransa'da, Avusturya'da siz gerçekte
ateist bir yörük bile olsanız niye türk değil de 'Hey müslüman !' diye hitap
ederler acaba ?
Fantazi bu ya; uzaya giden bir laza bir ufo rasgelse
'Nasilsun, iyi misun ? beni taniyr misun ? Amicemi bilir misun ?' derler mi ?
Yoksa 'Hey dünyalı ! Niye geldin buralara ? diye mi sorarlar.
Hepimiz öleceğiz. Adlarımızın Ayşe, Mehmet, Georg,
David, Çhen Çhan,... olması fark edecek mi ? Türkleri ayrı cennete koyacak,
arapları ayrı cehenneme mi atacaklar ? Gencin yaşlıdan, güzelin çirkinden,
sarışının siyahtan, zenginin fakirden farkı olacak mı ki ?
Allah, Allah ! ne kadar da farklı kimliğimiz varmış
değil mi ? Yerine, zamanına, adamına göre farklı kartvizit gösteriyoruz
anlaşılan. Kafamız karışıyor. Bazen de her yerde geçmeyen
kartvizitleri birbirine karıştırıyoruz. Hatta kavga ediyor, anlamsız
didişmelere giriyoruz.
Giden gelmez gelen meşkûkdür bil kadrini
hâlin/Bu dehrin mihnet ü zevkı bütün efkâra
tâbi'dir
----------------
Ziyâ Paşa
SÖZLÜK
Meşkûk: Şüpheli, Kadr: Kıymet, değer, Dehr: Zaman, Mihnet: Sıkıntı, Efkâr: Fikirler
ANLAMI
Giden gelmez, beklenen şüpheli; eldekinin kıymetini
bilmeli. Karşılaştığın hâl, sana sıkıntı mı verir yoksa ferahlık mı; bakış
açısına bağlı.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder