18 Haziran 2014 Çarşamba

159 05 Haziran 2014 Perşembe 22:29 IŞIK DURAKLARI.....................Mihmandâr-ı Nebî Eyüp Sultan

Işık durakları
Mihmandâr-ı Nebî Eyüp Sultan (*)

Evliya Çelebi Eyüp semtini "İstanbul'a bitişik olup baştanbaşa mamurdur” diye anlatıyor. Semte adını veren Ebu Eyyûb El-ensarî (veya Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd) adlı sahabi ise ülkemizde daha çok Eyüp Sultan Hazretleri olarak anılıyor.
Eyüp-el Ensarî islam peygamberi Hz.Muhammed'i Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman evinde ilk misafir eden kişi. Peygamber efendimiz onun evinde yedi ay misafir olarak kalmış. Ancak, Eyüp Sultan hazretleri aynı zamanda Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlarda peygamber efendimizin yanında yer almış ve onun bayraktarlığını da yapmış bir sahabi. Bu sebeple kendisine mihmandar-ı nebî ünvanı verilmiş.

Kendisi hayattayken Rasûlullahın (s.a.s.) "İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" şeklindeki müjdesini duymuş. Bu yüzden de o,  son nefesine kadar bu müjdenin gerçekleşmesi için gayret göstermiş bir mücahid.

Kayıtlara göre hicretin 52. yılında onun da yer aldığı islam ordusu İstanbul'u kuşatıyor. Ancak, uzun bir yolculuk yapan Eyüp Sultan hazretleri yaşının çok ilerlemesinden dolayı İstanbul'a yaklaştıkları sırada hastalanıyor. Buna rağmen, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek, ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini vasiyet [1] ediyor.

Fatih, 1453 yılında ordusuyla İstanbul önüne geldiği zaman, Eyüp Sultan hazretlerinin kabrini bulmak istiyor. Fetihten sonra hocası Ak Şemsettin tarafından manevi keşif yoluyla o mezar bulunuyor. O günden bu yana Eyüp Sultan hazretleri adeta müslüman İstanbul'un ve fethin bir sembolü haline gelmiş durumda. Artık Eyüp Sultan'sız bir İstanbul düşünülemiyor. Çünkü o İstanbul'un medâr-ı iftiharı, aynı zamanda fethi müjdelenmiş kutlu bir şehrin de bayraktarıdır. 

Kabrin bulunmasından sonra Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul'da temelini attığı ilk binalar, Eyüp Sultan türbesi ve camisi [2] oluyor. Burası aynı zamanda şehrin de ilk camii ve külliyesi. Yine Evliya Çelebi’nin anlatımıyla “Eyüb Sultan Camii Fatih Sultan Mehmed Han'ın yapısıdır [3] ki sevabını Eba Eyüb'e hediye eylemiştir..”  Ardından, İstanbul’un iskanı için uygulanan politikalar çerçevesinde bu külliye etrafına Bursa’dan gelenler yerleştiriliyor.
Hz. Eyyub El-Ensari'nin mezarı İstanbul’un fethinden sonra bulunmuş ve üzerindeki türbe [4] Fatih Sultan Mehmet tarafından 1459 yılında cami ile birlikte inşa ettirilmiştir. Türklerin İstanbul’da yaptığı ilk eserdir. Eyüp Sultan Camiinin kuzey tarafında ve iç avlusunun hemen önünde yer alır. Serviler ve mezarlıklar [5] cami çevresini adeta uhrevi bir mekân  haline getirir. Gerçekten de bu kadar çok kabir, türbe, lahit bir başka cami etrafında görülmez.

İstanbul’da yaşayan veya İstanbul’a bir müddet için gelen herkes [6] mutlaka Eyüp Sultana gelir. Onun çocukları çok sevdiğine inanıldığı için de anne ve babalar senede birkaç defa çocuklarıyla beraber Eyüp Sultan’ı ziyaret ederler. Sünnet ettirilecek, okula başlatılacak çocuklar hattâ yeni işe girecek delikanlılar da öyle.

Yaşlı ağaçlar, uçuşan güvercinler, namaz kılanlar, dua ve ziyaret edenler, türbe ve camii civarını mistik, renkli bir atmosfere büründürür. Tarihi kaynaklar bu semtin Bizans devrinde de kutsal bir mahal olduğunu, aziz bir kimsenin yatırının ziyaret edilerek yağmur duaları yapıldığını kaydediyor. Camii etrafı ve civar yamaçlar mezarlıklarla çevrili olup, meşhur Pier Loti kahvesi de buradadır.

Yahya Kemal, bir yazısında Eyüp Sultan için “Türklerin ölüm şehri” demektedir. Ona göre Hz.Eyyub El-Ensari Türk orduları için surlara karşı görülen bir rüyayı [7] temsil ediyordu. Bugün binüçyüzelli yıl sonra bile o Mihmandâr-ı Nebînin, İstanbul surları önünde gördüğü rüyanın ışığı gönüllerimizi ısıtmaya devam ediyor.

Gelecek yazıda Anadolu’ya ışık saçan bir başka durakta buluşmak üzere selam ve sevgi ile…

(*) bilgipesinde.com da yayınlanmıştır 
---------------------------------- 
[1] Vasiyetinde “Maksadım odur ki; İstanbul'u fethe gelen İslâm orduları gayrete gelsin ve benim kabrimin, surların dibinde olduğunu bilsin. Bu onlara şevk ve cesaret verecektir...” diyor. Çünkü o, sekiz asır öncesinden surlara karşı İstanbul rüyası görmüş bir adam. Halbuki, Medine'de dünyaya gelen Peygamber sancaktarı o yıl 90 yaşında ve onu o surların önüne kadar getiren şey sadece Allah Resûlü'nden duyduğu bir söz.
[2] Eyüp Sultan Camii, dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbe altı sütun ve iki filayağına müstenit kemerlere yaslanır, etrafında yarım kubbe, ortasında Eyüp Sultan türbesi, sandukasının ayak ucunda bir pınar, avlu ortasında asırlık bir çınar bulunmaktadır. 1458'den sonra çeşitli defalarca tamir gören camiinin minarelerinin boyu önceleri kısaydı, 1733'de yeni uzun minareler yapıldı. İlk camii zelzeleden ötürü yıkılınca 1800 de bu günkü haliyle yeniden inşa edilmiştir. 1823'de deniz tarafındaki minare, yıldırımla hasar gördügü için yeniden inşa edildi. Cümle kapısı önündeki ulu bir çınar ağacı gölgesinde etrafı parmaklıklı bir set ve çimen sofa vardır. Parmaklığın dört köşesinde dört çeşmecik bulunur. Bunlara hacat çeşmeleri, kısmet çeşmeleri denir. Tamir edildikten sonra camiyi açıp namaz kılan Sultan III. Selim Mevlevi olduğu için parmaklıkların üzerinde mevlevi sikkeleri vardır. Dış avlunun caddeye açılan iki kapısı vardır. İç avlu 12 sütuna müstenit 13 kubbelidir.Avlunun ortası şadırvandır. Türbe tek kubbeli, 8 köşelidir. Türbenin  sağında sebil bulunmaktadır. Üç pencerelidir. Bayramlarda ve özel günlerde şerbet dağıtıldığı için şerbethane denilmiştir. Eyüp Camii civarında Fatih Sultan Mehmed'in yaptırdığı imarette günde iki kere yemek pişirilirdi. Normal günlerde pirinçli, buğdaylı yemek çıkarken Ramazan ayında etli yemek dağıtılırdı. Özel günlerde, cuma ve kandillerde, zerde ve zerbaç, pilav çıkarılıp yoksullara verilirdi.
[3] Deniz kıyısına yakın ensari yerinde düz bir yerde yapılmıştır. Bir kubbelidir. Mihrab tarafında yarım kubbesi daha vardır. Lakin o kadar yüksek değildir. Caminin içinde sütun yoktur. Orta kubbe etrafında sağlam kemerler vardır. Mihrabı ve minberi sanatlı değildir. Hünkar mahfili sağ taraftadır. İki kapılıdır. Biri sağ tarafta yan kapısı, diğeri kıble kapısıdır. Kıble kapısı üzerinde bir mermer üzerinde celi yazı ile şu tarih yazılmıştır: hamden lillah beyti mamur oldu bu. Sağ ve solda iki minaresi vardır. Avlusunun üç tarafı odalarla süslüdür. Ortasında cemaat maksuresi vardır. Bu maksure ile Eba Eyüp mezarı arasında göklere baş uzatmış iki çınar vardır ki, cemaat gölgesinde ibadet eder. Bu avlunun da iki kapısı vardır. Batı kapısının dışında büyük bir avlu daha vardır. İçinde dut ve diğer ağaçlarla yedi tane büyük çınar vardır. Bu avlunun iki tarafında abdest muslukları vardır."
[4] Avludaki türbenin duvarları değişik çağların çinileriyle kaplı, sekiz köşeli ve tek kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Cephe köşelerine kabartma sütunlar yapılmıştır. Pencere söveleri mermerdir. Kapısını bulunduğu cephe hariç, diğerlerinde alt üst iki pencere bulunmaktadır. Alt pencerelerin pirinçten dökme kapakları mevcuttur. Kemerli yapısı alternatifli olup mermerdir.
[5] İstanbul’da ölen devlet adamlarından, saray mensuplarından, hatta zengin şehirlilerden çoğu cenazelerinin Eyüp Sultan Türbesi civarına gömülmesini istemişlerdir. Çünkü Eyüp Sultan Camii minarelerinde okunan ezan sesinin işitildiği yerlerde   gömülü olan müslümanların kabir azabından kurtulacakları düşüncesi halk arasında yerleşmiş bir inançtır. İşte bu yüzdendir ki külliye birçok kabir ve türbeyle çevrilmiş, bu durum giderek bütün Eyüb’e sirayet etmiştir.
[6] Fatih döneminde başlayan imar hareketleri, Sultan II.Bayezıt ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa ettirilen cami, medrese, imaret v.s. ve kırk çeşme su yollarının yapılması gibi büyük imar faaliyetleri ile devam ettirilmiştir. Böylece burada gelişen sosyal ve kültürel ortam, kara surları ile Haliç surlarının birleştiği yerin dışında kalan Eyüp Camii ve Türbesine giderek daha fazla bir kutsiyet kazandırdı. Örneğin, Fatih'ten sonra asırlar boyunca Osmanlı padişahları Eyüp Sultan Camii'nde kılıç kuşanmışlardır. Bunu Fatih başlatmış, ilk kılıcı da Fatih'e Akşemseddin kuşatmıştır. Padişahlar Sinan Paşa Köşkü'nden kayıkla Bostan iskelesine gelir, camide iki rekat namaz kılar, şeyhülislam da kılıcı kuşatırdı.
[7] Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm bahçesine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar?. Çünkü İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857’inci senesi baharında, surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç’in kenarında gördüğümüz yeşil şehir oldu.”.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder