25 Temmuz 2016 Pazartesi

258 25 Temmuz 2016 Pazartesi 14:30 GEZİ REHBERİ.......................Tire-Ödemiş-Birgi-Bozdağ-Manisa gezisi

Tire-Ödemiş-Birgi-Bozdağ-Manisa gezisi 

Uzun zamandır gitmeyi istediğimiz tarihi Birgi kasabasını ve renkli Tire pazarını görmek bu güne nasipmiş.Hem de 15 temmuz sonrası acı/sevinç/korku/coşku ve heyecan dolu hareketli günler yaşanırken. 

İnsan bir taraftan acı ve kederle yüzleşirken bir taraftan da herşeyin normale dönmesini ve güzel şeyler ümit etmeyi istiyor. İnşallah bir daha böyle şeyler yaşamayız. Rabbim ülkemizi, milletimizi ve devletimizi her türlü şerden, bela ve felaketlerden korusun.

Bundan bir hafta öncesinde Orjan'dan bir gurup kadın Birgi gezisi için Burhaniye turla anlaşmış. Duyunca biz de katılalım dedik, Zübeyde yenge de dahil oldu ve böylece gurup yirmi kişiye ulaştı.

Günübirlik bir turdu. Gidiş güzergahı Ayvalık, Dikili, Menemen, Aliağa ve Torbalı üzerinden önce Tireye. Sonra da Ödemiş üzerinden Birgiye uzanıyor. Yaklaşık toplam 350 km, 4,5 saat.

Gelişte Birginin yaslandığı Bozdağa tırmanarak, gölcük üzerinden dağın arka tarafı Salihliye inilecek. Oradan Turgutlu, Manisa ve Menemen üzerinden Spil dağı dolaşılarak yine Aliağa, Dikili ve Ayvalıktan Orjana gelinecek. Bu yol da yaklaşık 300-320 km. Toplam 4 saat 15 dakika.

Aracımız sabah saat 06.12'de bizi Orjan Atatürk Bulvarından alıyor. Sarımsaklıda binen üç kişi hariç tümü orjandan. Hepsi bayan. Erkek olarak yalnız ben ve şoför varız.

Turu organize eden, ya da Burhaniye turla işbirliği yapıp grubu toparlayan Melahat hanım da Orjandan. Öyle anlaşılıyor ki bu grup uzun zamandır böyle geziler yapmış. Aralarındaki tanışıklıktan, muhabbetlerinden belli.

Saat 8 civarında Yeni şakranda börek ve çaydan oluşan bir kahvaltı veriliyor. Yeniden yola çıkıyoruz.

İlk hedef Tire. Bu yüzden İzmire girmiyor, Torbalıda durmuyoruz. Tireye girdiğimizde saat 10.30 olmuştu.

Tire güzel ve gelişmiş bir ilçe. Öğretmenevinin önünde küçük bir şehir meydanı var. Aracımız saat 12 de toplanmak üzere bizi serbest bırakıyor.

Tire, İzmir'in güneydoğusunda yaklaşık 80 km uzaklıkta, merkez nüfusu 50 bin civarında bir ilçe. Bir beldesi ve 64 köyü bulunuyor.

1390 yılında Aydınoğulları Beyliği Osmanlılara bağlanınca Beylik Lideri İsa Bey Tire'e oturmaya zorunlu tutulmuşu.Yıldırım Bayezid İsa Bey'in Kızı Hafsa Sultan'ı alarak akrabalık sağlamış ve bu olay Beyliğin ilk sona erişi olmuştu.

Osmanlı Devleti'nin Ankara Savaşından yenik çıkması sonucu Aydınoğulları Beyliği'nin yeniden tarih sahnesine çıktığını görüyoruz. Beylik Lideri İsa Bey'in çocukları Musa ve II. Umur Beyler babalarının ölümünden sonra Beyliği Tire'den yönetmişler.

1426 yılından itibaren Osmanlı Devleti'nin Aydın vilayeti sancağı olan Tire, Özellikle II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde girişilen imar hareketleri ile kısa sürede imparatorluk sınırları içinde birinci derece kent konumuna gelmişEn sonunda 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile yeni kurulan İzmir iline bağlanmış.

Deniz seviyesinden yüksekliği 96 metre olan Tire, Kuzeyinde Küçük Menderes Ovası ve Bayındır, doğusunda Ödemiş, batısında Selçuk ve Torbalı ilçeleri, güneyinde ise Aydın Dağları ve Aydın ili ile çevrelenmiş.

"Yeşil Tire" olarak anılıyor, çünkü gerçekten yemyeşil. Toprak yapısı kumlu, killi ve kır taban bir görüntü vermesine rağmen oldukça verimli ve çok çeşitli ürün yetiştirilmesine elverişli.

Tarımsal ürünlerin çeşitliliğinde ilçenin tek akarsuyu olan 175 km. uzunluğundaki Küçük Menderes ırmağının da önemli rolü var. Akdeniz ikliminin etkisi altında olduğundan  bitki örtüsü bakımından maki bitki topluluğuna sahip.

Tire ilçesi birçok mesire yerine sahip. Özellikle Balım Sultan ve Taştepe mevkiileri bu önemli mesire yerlerinden.

"şiş köfte"si çok meşhur. Bunun yanında keşkek Tire'nin en ünlü yemeklerinden. Tire ayrıca çeşitli ot yemeklerinin yapıldığı bir ilçe. Karışık iç karması, karışık ot kavurması, sarmaşık kavurması ve Kabak çiçeği dolması bunlardan bazıları.

Tire özellikle salı günleri kurulan pazarı ile çok ünlü. Bu pazar Türkiye'nin en büyük açık pazarlarından biri olma özelliği taşıyor. Bu pazarda yerel sebzelerden, yerel meyvelere; kıyafetten, elektronik eşyalara, birçok ürünü bir arada bulmak mümkün.

Bugün Salı. Görüyoruz ki yukarıdan meydana inen caddede gerçekten zengin bir pazar kurulu. Caddeye çıkan daracık yan sokaklar ise bu pazarın asıl otantik mekanları.

Pazarda envai çeşit basma, tülbent, halı, kilim ve giysi sergileniyor. Türlü baharat, kurutulmuş şifalı otlar, ağaç işleri, keçeden yapılmış eşyalar satışa sunulmuş. Asıl renklilikse binbir çeşit taze ve ucuz yeşil sebze ve meyvesinde.

Köylü kadınların sattıkları yöresel kendi ürünleri. Onların olduğu o dar sokakları gezmek çok keyifli. Hanımlarsa bir o tezgaha bir bu sergiye savrulup duruyorlar. Böyle gezerken bir bir buçuk saat nasıl geçti anlayamıyoruz.

Çok şey almak isterdim ama yalnızca biraz üzüm, bir kavun, iki kilo şeftali ve yöresel bir puşu alabildim.

Aslında Tirenin gezilecek, görülecek yerleri olduğunu biliyorum. Ama bugün sadece merak ettiğimiz pazarını gezebildik. O da gözümüz ve gönlümüz doymayarak.

Gezilecek yerler arasında, tire müzesi, toptepe ve bilhassa tire sokaklarını görmek isterdim. Tire sokaklarında geleneksel mimari özellikleri bozulmamış eski evler olduğunu biliyorum.

Ayrıca ilçede günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Tyrha antik kentinin kalıntıları, Molla Arap Camisi, Doğan Bey Camisi, Lütfi Paşa Camisi, Yeni Cami, Tire Ulu Camisi, Kazganoğlu Camisi, Kara Hasan Camisi, Yoğurtluoğlu (Yavukoğlu) Camisi, Yalınayak Camisi, Rum Mehmet Paşa Camisi, Yeniceköy Camisi, Tahtakale Camisi gibi yapılar var.

Yine Alihan Türbesi, Süleyman Şah Türbesi, Sırhatunlar (Yedi Kardeşler) Türbesi, Alamadan Dede Türbesi, Yağlıoğlu Türbesi, Cağaloğlu Ali Paşa Türbesi, Kara Kadı Mecmeddin Türbesi, Ali Baba Türbesi, Rum Mehmet Paşa Türbesi, İsa Baba Türbesi, Haci Fakih Türbesi, Molla Mehmet Çelebi Türbesi, Balım Sultan Türbesi, İbni Melek Türbesi, Buğday Dede Mezarını da ziyaret etmek mümkün.

Bakır Hanı, Abdüsselam Hanı, Yeni Han, Yalınayak Hamamı, Hekim Hamamı, Dualı Köprüler, Tire Müzesi, Molla Arap Medresesi, Yeni Cami Medresesi, Ulu Cami Medresesi, Kara Hasan Medresesi, Yoğurtluoğlu (Yavukluoğlu) Medresesi ve Hafsa Hatun Çeşmesi gibi bir çok otantik mekanı da Tire'de görmek mümkün. 

Öğle yemeğini Ödemişte yiyeceğiz. Tire Ödemiş arası yaklaşık 40 km. İstemeye istemeye, aklımızı ve kalbimizi Tirede bırakarak oradan ayrılıyoruz.
 
Ödemiş büyük ve zengin bir ilçe. İzmir'e bağlı ve 113 kilometre uzaklıkta bir ilçe. 2014 yılı nüfus verilerine göre toplam nüfusu 129.407. Ödemiş isminin Teke Türkmenlerine bağlı Ötemiş oymağından geldiği yaygın kanaat

Kebabı meşhurmuş. Uygun bir yer arayıp sonunda buluyoruz. Arabadan indiğimizde fırın gibi bir sıcak karşılıyor bizi. Aslında bölgede sıcaklık 35 derecenin üzerinde. Ancak biz klimalı arabada bunun farkında değilmişiz. 

İzmir'in Bergama'dan sonra en geniş yüzölçümüne sahip ilçesiDenizden yüksekliği 123 metre olup en yüksek noktası 2157 metre ile Bozdağlar.  Büyük bir kısmı ovalık olan arazinin ortasından Küçük Menderes Nehri akıyor.

Yöre verimli topraklara sahip. Tarlalarından bir yılda üç ürün kaldırılabiliyor. Bu yüzden ekonomisi tarıma dayalı olup 21 binden fazla aile tarımla uğraşmakta. Başlıca tarım ürünleri patates, incir, zeytin, karpuz, susam, kestane, tütün, üzüm ve yaş sebzeler. İlçe'nin ilçe halkı tarafından "kompir" olarak nitelendirilen sarı renkli patatesi sadece Ege Bölgesi'nde değil tüm Türkiye pazarlarında görülebilen en meşhur tarım ürünü.

Gezilecek görülecek yerleri arasında; Bedia Akartürk Müzesi, Kadın El Sanatları Pazarı, Tarihi Arasta Çarşısı, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi, 125.Yıl Kültür ParkıÖdemiş Müzesi, İlk Kurşun Anıtı, Gölcük Gölü, Bozdağ, Tarihi Lübbey Köyü, Birgi Mahallesi ve Hypaipa Antik Kenti bulunuyor.

İlçenin Ödemiş kebabı, Ödemiş Sandviçi ve Töngül Pidesi meşhur. Ayrıca sebze ve et yemeklerine ilaveten birçok bölgede bilinmeyen ebegümeci, ısırgan, iğnelik, sarmaşık, vb gibi envai çeşit otlardan yapılan enfes ot kavurmaları mevcut.

Ödemiş kebabı Adapazarı ıslama köfteye benziyor. Uzun ince köfteleri var. Isıtılmış yağlı ekmek parçaları üzerine tereyağlı köfte, domates ve biberle servis ediliyor.

Yemek yediğimiz yer büyücek bir esnaf lokantası. Ailecek çalışıyorlar. Durmadan soğuk su taşıyorlar. Ayranları da lezzetliymiş. Köfteleri de güzelmiş doğrusu.

Saat 14 civarında Birgiye doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu sağlı sollu münbit bir arazide yol alıyoruz. Sağ tarafta Bozdağın görüntüsü bize eşlik ediyor.

Dikkat ediyorum yamaçlara sırtını vermiş köylerin yol boyu eski mezarlıkları var. Tarihi oldukları çok eski dikili taşlarından belli.

Zaten bu bölge Osmanlı öncesi Aydınoğulları beyliğinin yaşadığı yerler. Bir nevi küçük bir devlet olmuşlar buralarda. Aralarında Aydınoğlu Mehmed Bey ve Umur bey gibi tarihi şahsiyetleri var.

İşte Birgi !

Şimdi eski bir kasaba (ya da günümüz adlandırmasıyla bir mahalle) olduğuna bakmayın zamanında Aydınoğulları beyliğinin başkentliğini yapmış burası.

Birgi Bozdağlar’ın Güney yamaçlarına yaslanmış, kendi adını taşıyan çayın sağında ve solunda kurulu. Sırtını Bozdağa vermiş, karşısında Beydağı, önünde Ödemişten Tireye oradan Torbalı hatta İzmire kadar uzanan muhteşem bir ovaya bakıyor.

Tarihi M.Ö 7. Yüzyılda Lidyalılarla başlayıp, roma, Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan Birgi kasabası bir zamanlar denizciliğiyle ünlü Aydın Oğulları beyliğine başkentlik yapmış eski bir yerleşim yeri. Bugün İzmir’in Ödemiş ilçesi sınırları içinde bulunan şirin bir kasaba.

Birgi’nin roma dönem’inde pyrgion olan adı, beylikler döneminde “birki”, “bilge” gibi söyleyiş değişmeleriyle  “Birgi”ye dönüşmüş.

Tarihi boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Birgi’de, her şey usta bir ressamın elinden çıkmış gibi. 1997 yılında koruma altına alınıp kentsel sit alanı ilan edilmiş. Birçok sivil mimari tür ve tarihi esere sahip. Ayrıca gelenek ve görenekleriyle de saklı kalmış bir tarih sanki.

Koruma altına alındıktan sonra yürütülen restorasyon çalışmaları ile Birgideki doku korunmuş ve turizme kazandırılmış. Her köşesi sahip olduğu kültürel ve manevi değerleri ile adeta yaşayan dev bir müzenin parçası gibi.

Birgiye girer girmez sokaklarından, taş avlu ve evlerinden geçmişi zengin, tarihi bir kültür ortamına geldiğinizi anlıyorsunuz.

Her yükselen medeniyetin arkasında bir ilim menbaı ve büyük adamlar olduğuna inananlardanım. Zaten Avrupanın ortaçağ karanlığı yaşadığı zaman Birgi adeta biulemalar (alimler, ilim adamları) yurdu imiş. Özellikle de adını verdiği büyük bir alime sahipmiş; İmam Birgivî'ye.

Birgide ilk önce Aydın oğlu Mehmet Bey Camii’nin hemen üst tarafında yer alan onun kabrini ziyaret ediyoruz. Onun ders verip ilimle meşgul olduğu Birgivî Mehmet Efendi medresesini görüyoruz. Eski taş medrese restore edilmiş, mescit olarak namaz kılınabiliyor. İslam alimi İmam-ı Birgivî Mehmet efendinin eğitim okulu olan bu binaXVI. yüzyıl medreselerinin küçük ve tipik bir örneği. 

1554 yılında Padişah II. Selim’in hocası Birgili Ataullah Efendi tarafından yaptırılan bu medreseye müderris olarak İslam alimi Mehmet Efendi getirilmiş. Daha sonra İmam-ı Birgivî adıyla meşhur olacak olan Mehmet Efendi ömrünün sonuna kadar buradan İslami ilimlerin ışığını yaymış. Çevresinde ve hatta payitahtta denge ve düzenin sağlanmasında oldukça etkili olmuş. Bu nedenle kendisine Birgili anlamına gelen “Birgivî’ lakabı verilmiş.

Yöre insanının Birgi dede dedikleri o büyük zat Birginin hemen üstündeki o tepede mekan tutmuş. Orada tarihi muhteşem iki selvi altında, üstü açık sade bir mezarda yatıyor. Etrafı gerçekten temiz bakımlı bir mezarlık bu.

Ömrünü hurafe ve bidatlarla mücadele içinde geçirmiş "İmam" sıfatına layık görülmüş büyük bir zatın karşısında olduğunuzu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ben şahsen onları sanki bu toprakların manevi çivileri ve bekçileri gibiymiş gibi görüyorum.

Bu yüzden, okuduğumuz dua ve fatihalar sadece onun için değil, bütün geçmişlerimize, şehitlerimize, bu ülkenin yapıtaşı olan manevi büyüklerimize ve elbetteki garip ve zayıf bizler için oluyor.

Çıkışta sağda gelen ziyaretçiler için küçük bir çarşı oluşmuş. Yöresel ürünleri, el işleri satılıyor. Ben kar helvasını merak ediyorum.

Kar helvası burada Bozdağdan gelen doğal kar içine karadut suyu akıtılarak veriliyor. Cam bardak ve kaşıkla alıyorsunuz. Karadutu bilirim. Bizim yöremizde de bol bulunur. Ancak burada farklı bir tad alıyorum. Sorduğumda biraz da vişne suyu kattıklarını söylüyorlar.

Ziyaret sonrası tarihi Aydınoğlu Mehmet bey camiindeyiz. Öğle namazını kılacağız. 

Cami Aydınoğulları Beyliği’nin kurucusu Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1312 yılında yaptırılmış. Yani 700 yıllık bir eser. Cami ile birlikte hamam, medrese ve türbe de yaptırılmış olmasına rağmen bu güne sadece cami ile Aydınoğlu Mehmet Bey ve üç oğlunun mezarlarının bulunduğu türbe ulaşabilmiş.

Cami yediyüz küsur senelik orta büyüklükte taş bir yapı, tek kubbeli.Kubbe eski helen, roma ya da bizans yapılarından sütunlar üzerine oturtulmuş. On adedi granitten ve geri kalan beş adedi de mermerden yapılmış devşirme toplam on beş sütun.  

Son derece güzel bir iç mekana sahip. İlginç de bir girişi var. Genellikle camilerde namaz kılınan yer biraz yüksek olur. Burada tersine içeriye on oniki basamakla iniliyor. Kapısından içeri girdikten sonra alışılmadık bir şekilde aşağıya merdivenlerden inerek namaz kılınan yere ulaşılıyor. 

Minber ustası tarafından on yılda tamamlanmış. Adeta bir dantel gibi hiç çivi kullanılmadan işlenmiş. Üzerinde dünya, ay, güneş ve yıldızların da kullanıldığı yüzlerce geometrik şekil var. Bütün bunlar ayetlerle birlikte çok uyumlu ve anlamlı bir şekilde yer alıyor. Turkuaz ve patlıcan moru renklerinde, geometrik ve yıldız figürleri ile yapılan mihrap çinicilikte gelinen seviyenin ne kadar yukarılarda olduğunun açık bir göstergesi.

Caminin dikkati çeken detaylarından en önemlilerinden birisi de minaresi. Kesme taşlardan inşa edilmiş kare bir kaide üzerine oturtulmuş minarenin yapımında kullanılan kırmızı ve firuze renkli tuğlalarla yapılmış zikzaklı örgü ve baklava desenlerindeki işçilik, incelik, sanat ve zeka pırıltılarına hayranlıkla bakıyoruz. O zamanlar bazıları karanlık çağı yaşarken atalarımızın sanatta geldikleri muhteşemliği hasretle, iç çekerek ama gururla seyrediyoruz. Bu caminin sadece minaresi bile bir sanat şaheseri.

Namazımızı kılıp, müezzinin açıklamalarını dinledikten sonra kendisine özel olarak teşekkür ediyor ve camiden ayrılıyoruz.

Camiden aşağıya tahkim edilmiş bir dere yatağını dolanarak iniyoruz. Taş yol bizi çakırağa konağına götürecek. Bu arada Aydınoğlu Mehmet Bey Caminin bu cepheden görünüşü de muhteşemmiş. Durup bir fotoğraf çektirmekten kendimi alamıyorum.

Caminin çok sempatik ve gayretli bir müezzini var. Ziyaret eden bir kişi bile olsa camisi hakkında adeta profesyonel bir rehber gibi açıklama yapıyor. 

Onun anlattığına göre bu camiyi diğerlerinden farklı ve özel kılan kesinlikle minberi. Bu minber üzerindeki ceviz ağacı üzerine yapılan ahşap işçiliği gerçekten göz kamaştırıcı. Eşine ender rastlanan Türk sanatının paha biçilemez örneklerinden birisi. 

Üzerindeki birçok geometrik şekle ilaveten yuvarlak güneş, dünya ve ay figürleri yapılarak güneş sistemine de yer verilmiş. Bu ise, Avrupa’da insanların dünya yuvarlaktır dediği için idam cezası aldıkları düşünüldüğünde; ecdadımızın bilimde geldikleri yeri göstermesi bakımından adeta bir ders niteliğinde.

Bu minberin son derece ilginç bir hikayesini de anlattı aynı müezzin. 1993 yılında çalınan minber kapıları, 1996 yılında İngiltere’deki British Museum’da bir açık arttırmada, müzayedeye katılan ve daha evvel gelip camiyi gezen çok dikkatli bir İngiliz bayan tarafından fark edilmiş. Onun haber vermesi üzerine de Kültür Bakanlığı’nın çabaları sonucu geri alınabilmiş.

Konağa doğru inerken yaşlı bir kadınla sohbet ediyoruz. Evinin sokağa açılan kapısı önünde oturmuş bir şeyler satıyor. Oldukça sıcakkanlı ve konuşkan biri. Özellikle yöresel şivesi hoşumuza gidiyor, bir şeyler alıyoruz. 

Bu arada acele etmeliyiz, çünkü, grubun diğer üyeleri Çakırağa konağını gezmiş bizi bekliyorlar. Bahçe kapısından içeri girdiğimizde son derece güzel düzenlenmiş bir bahçe ile karşılaşıyoruz. 

Çakırağa Konağı bahçeden birkaç basamak çıktıktan sonra, sol tarafa doğru yüründüğünde tam karşımıza geliyor. Karşıdan bakıldığında iki katlı ahşap bir konak görüntüsü veriyor. Yanına yaklaşıldığında merdivenlerle inilen bir zemin katı olduğunu da görebiliyoruz. 

Üç katlı ahşap konak bir Osmanlı sivil mimari örneği. Aşağı yukarı iki buçuk asırlık. Zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Ege Bölgesi’ne özgü geleneksel mimari tarzını günümüze kadar korumuş olan bu nadide konağı daha yakından tanımak istiyoruz. 

Zemin kat konak çalışanlarının mekanı. Konağın bir ön bir de arka kapısı var. Bizim girdiğimiz kapı bahçeye diğer kapı ise sokağa açılıyor. 

Dolaşırken insan ister istemez orada yaşayanların ruh halini merak ediyor. Kim bilir buradan kimler geldi kimler geçti. Ne üzüntüler, acılar ve mutluluklar yaşandı. 

Ahşap yapı serin bir ortam, aydınlık, hafif. Birbirinden farklı sofa, salon, eyvan, mutfak ve misafir odaları zenginliği ve çeşitliliği bizi şaşırtıyor.Taş zemin, yüksek tavanlı her yanı işlemeli odalar insana doğal bir asalet duygusu veriyor.

Anladığım kadar bina restore edilmiş, ancak soluk yüzeyler orjinali bulmaya ve muhafaza etmeye yönelindiğini gösteriyor. Konaktan ayrılırken Birgiye fark getirmiş nadide bir ecdat yadigarını arkamızda bıraktığımızı biliyoruz.

Her köşesi renkli ve sıcak Birgiden çıkıp Bozdağa tırmanmaya başlıyoruz.

Oldukça virajlı fakat güzel bir yol. Yukarıya doğru tırmandıkça Ödemiş ovası bir deniz gibi ayaklarımızın altına seriliyor.

Manzara bir harika. Döne döne çıkan yolun uygun bir yerinde ricam üzerine duruyoruz. Aşağıda Birgiden Torbalıya kadar uzanan yemyeşil bir ova var.

Sanki bir uçaktan aşağısını seyrediyor gibiyiz.

Bozdağların alt kolu olan tepeler ortasında 1050m rakımda Gölcük adında yeşilliklerle çevreli küçük bir göl var. O kadar güzel ki, burası adeta gizli bir cennet diyorsunuz.

Zamanla yağmur ve dere sularının dolmasıyla oluşmuş. Ödemiş ilçesinin önemli bir yayla ve mesire yeri. Göl kıyısında yoğunlaşmış yerleşim yerinde yüksek çınar ağaçları altında konuşlanmış çay bahçeleri var.

Grubumuz araçtan inip bir çay bahçesine giriyor. Masaları birleştirip siparişlerimizi veriyoruz. Kimisi dondurma, bazısı çay ya da kahve istiyor. Bu arada karşılıklı muhabbet ısınıyor.

Biz bir ara müsaade isteyip yakındaki camiye giriyoruz. İkindi namazımızı da burada kılmak varmış.

Gölcüğün insanları da sıcakkanlı imiş. Namazdan sonra cemaatten birkaç kişi etrafımı sarıyor. Merak ediyorlar, tanışıyor ve karşılıklı muhabbet ediyoruz

Gölcük Gölü, Ödemiş ilçesi sınırlarında kalan alüvyal bir set gölü. Yöre halkının Gölcük Ovası veya Gölcük Yaylası dediği, 3 km genişlik 12 km uzunluğundaki bir düzlükte oluşmuş.

Uzunluğunun yaklaşık iki km. , genişliğinin bir km, alanının yaklaşık bir km² ve en derin yerinin 7 m olduğu belirtiliyor.

Göl kuzeyinde bulunan Mad Deresi ve Geyik Deresi'nin taşıdığı alüvyon malzemelerin vadi içinde doğal bir set oluşturması ile oluşmuş.

Gölden tarımsal sulamada yararlanıldığı gibi, yayın, sazan ve tatlısu ıstakozu (kerevit) avlanıyormuş.

Artık Bozdağların arkasındayız. Aşağıya doğru inerken birdenbire bir küçük üretici pazarı ile karşılaşıyoruz. Böyle yerleri çok sevdiğim için duralım diyorum. Hanımlar zaten böyle şeyler için dünden razılar, iniyoruz.

Doğrusu herşey çok taze, sağlıklı ve ucuzdu. Kimi fasulye alıyor, kimi yumurta. Çokça da patates soğan. On kilosu beş liraya patates nerede bulunabilir ki. Aracın bagajı tıka basa aldıklarımızla doluyor. Salihliye doğru dağdan inmeye devam ediyoruz.

Döne döne inerken artık aşağıdaki Salihliyi görebiliyoruz.

Bozdağlar İzmir Buca sırtlarından başlayarak, Kemalpaşa-Bayındır ilçeleri arasında devam ediyor. Daha sonra da Ödemiş, Salihli, Turgutlu, Alaşehir, Kiraz ve ve Nazilli arasında görünüyor.

Birçok önemli zirvesi var. Kemalpaşa-Nif Dağı, Armutlu-Mahmut Dağı bunlardan bazıları. Ödemiş-Bozdağ ise 2159 metre ile Ege Bölgesi'nin en yüksek 2. tepesi.

Geldiğimiz Ödemiş Birgi yolundan tırmanış dağın güneyinden olduğu için kış aylarında genellikle açıkmış.

Salihli üzerinden Bozdağa çıkan indiğimiz yol ise kış şartlarının ağır geçtiği yıllarda buzlanma nedeniyle kapanabiliyormuş.

Dağın bu yamacı artık Manisa sınırları içinde. İlk yerleşim yeri Salihli. Oldukça büyük bir ilçe Salihli. Ardından yolumuz Turgutludan geçiyor.

Artık hava kararmak üzere. Güneş spil dağı üzerinden batarken Manisaya giriyoruz.

Manisa bizim dört yıl yaşadığımız, iki çocuğumuzun doğduğu bir şehir. Bir tarih, kültür ve tarım kenti. Bir çok anımız, dostlarımız var orada. Tereyağlı Manisa kebabını ise hiç unutamıyoruz. Bu yüzden. Manisaya girebilir miyiz diye soruyorum. Acıkmış olmalılar ki grup tarafından destekleniyorum.

Şoför Manisayı bilmediğini söylüyor. Rehberlik ediyorum. Mesir macununun saçıldığı Sultan camiinden dolaşıp Hatuniye camiinin arkasında bir yere park ediyoruz.

Bildiğimiz eski, küçük bir esnaf lokantasını arıyorum. Daha doğrusu ayaklarım beni doğruca Ali abinin yerine götürüyor. Rahmetli Ali abiyi  tanırdım. Manisa kebabını orada tanıdık, orada yedik. 30-35 senedir de o lezzetle hatırlıyoruz. Şimdi aynı işi çocukları sürdürüyor.  Ama talihsizlik, akşam vakti ya kapatmışlar, erken kapatıyorlarmış. Hoş belki açık olsalardı da bizi almazdı o küçücük dükkan.


Yılmıyoruz, grubumuzu ağırlayacak yakın ve uygun bir yer arıyoruz. Kapalıçarşı kebapçısı Valilik binasının hemen yan çaprazında. Grubumuzu alacak büyüklükte. Bizi oldukça sıcak bir şekilde karşılıyorlar. Temiz nezih bir ortam, iyi ustalar, sıcakkanlı bir servis.

Grubun kimisi yoğurtlu, kimi de sade kebap istiyor. Yanında yeşillik ve nefis şişe ayran var. İsteyene demirhindili, kızılcıklı Osmanlı şerbetleri de sunulmuş.

Manisa kebabı, yöresel özellikte köfte temelli bir kebap çeşidi. Soğan, domates, sivri biber, yoğurt ve domates salçasıyla hazırlanıyor. İnce köfteler pide parçaları üzerine tereyağlı olarak sunuluyor.

Selma hanım yoğurtlu, ben sade kebap seviyorum. Yanında demirhindili şerbetle az öz ama nefis bir yemekti.

Grubumuz birer ikişer hesabı ödeyip yan taraftan hediyelik Mesir macunları alıyorlar. Biz de alıyoruz tabi kaçar mı? 

Karnımız doydu, hediyelerimizi de aldık. Artık Manisadan ayrılma vakti.

Valiliğin arkası bir meydan olarak düzenlenmiş. Işıklı, güzel bir ortam. Son bir hatıra fotoğrafı çektiriyoruz orada.

Manisa başlıbaşına gelinip gezilecek bir şehir. Gezilecek, görülecek pekçok yeri var. Son yıllarda oldukça gelişmiş.

Camileri, spil dağı, çarşıları, ovası görülmeye değer. Oradaki her ağaçsa Manisa tarzanını hatırlatır bilenlere.

Aracımıza biniyoruz. Saat 21.20. Artık istikametimiz Menemen üzerinden Ayvalık, Burhaniye, Orjan. Yaklaşık üç saatlik yolumuz var.

Karnımız, gözümüz, gönlümüz dolu, cüzdanlarımız boşalmış olarak hareket ediyoruz.

Orjanda araçtan indiğimizde saat 00.30' olmuş. Yaklaşık 18 saatlik ve toplam 750-800 km. lik bir turdu.