Tire-Ödemiş-Birgi-Bozdağ-Manisa gezisi
Uzun
zamandır gitmeyi istediğimiz tarihi Birgi kasabasını ve renkli Tire pazarını
görmek bu güne nasipmiş.Hem de
15 temmuz sonrası acı/sevinç/korku/coşku ve heyecan dolu hareketli günler yaşanırken.
İnsan bir taraftan
acı ve kederle yüzleşirken bir taraftan da herşeyin normale dönmesini ve güzel
şeyler ümit etmeyi istiyor. İnşallah bir daha böyle şeyler yaşamayız. Rabbim ülkemizi, milletimizi ve devletimizi her türlü şerden, bela ve felaketlerden korusun.
Bundan bir hafta öncesinde Orjan'dan bir gurup kadın Birgi gezisi için Burhaniye turla anlaşmış. Duyunca biz de katılalım
dedik, Zübeyde yenge de dahil oldu ve böylece gurup yirmi kişiye ulaştı.
Günübirlik
bir turdu. Gidiş güzergahı Ayvalık, Dikili, Menemen, Aliağa ve Torbalı üzerinden önce
Tireye. Sonra da Ödemiş üzerinden Birgiye uzanıyor. Yaklaşık toplam 350 km, 4,5
saat.
Gelişte
Birginin yaslandığı Bozdağa tırmanarak, gölcük üzerinden dağın arka tarafı
Salihliye inilecek. Oradan Turgutlu, Manisa ve Menemen üzerinden Spil dağı
dolaşılarak yine Aliağa, Dikili ve Ayvalıktan Orjana gelinecek. Bu yol da
yaklaşık 300-320 km. Toplam 4 saat 15 dakika.
Aracımız
sabah saat 06.12'de bizi Orjan Atatürk Bulvarından alıyor. Sarımsaklıda binen üç kişi hariç tümü orjandan. Hepsi bayan. Erkek olarak yalnız ben ve şoför
varız.
Turu
organize eden, ya da Burhaniye turla işbirliği yapıp grubu toparlayan Melahat
hanım da Orjandan. Öyle anlaşılıyor ki bu grup uzun zamandır böyle geziler
yapmış. Aralarındaki tanışıklıktan, muhabbetlerinden belli.
Saat 8 civarında Yeni
şakranda börek ve çaydan oluşan bir kahvaltı veriliyor. Yeniden yola çıkıyoruz.
İlk
hedef Tire. Bu yüzden İzmire girmiyor, Torbalıda durmuyoruz. Tireye
girdiğimizde saat 10.30 olmuştu.
Tire
güzel ve gelişmiş bir ilçe. Öğretmenevinin önünde küçük bir şehir meydanı var.
Aracımız saat 12 de toplanmak üzere bizi serbest bırakıyor.
Tire,
İzmir'in güneydoğusunda yaklaşık 80 km uzaklıkta,
merkez nüfusu 50 bin civarında bir
ilçe. Bir beldesi ve 64 köyü bulunuyor.
1390 yılında
Aydınoğulları Beyliği Osmanlılara bağlanınca Beylik Lideri İsa Bey Tire'e
oturmaya zorunlu tutulmuşu.Yıldırım
Bayezid İsa Bey'in Kızı Hafsa Sultan'ı alarak akrabalık sağlamış ve bu olay
Beyliğin ilk sona erişi olmuştu.
Osmanlı
Devleti'nin Ankara Savaşından yenik çıkması sonucu Aydınoğulları Beyliği'nin
yeniden tarih sahnesine çıktığını görüyoruz. Beylik
Lideri İsa Bey'in çocukları Musa ve II. Umur Beyler babalarının ölümünden sonra
Beyliği Tire'den yönetmişler.
1426
yılından itibaren Osmanlı Devleti'nin Aydın vilayeti
sancağı olan Tire, Özellikle II. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde
girişilen imar hareketleri ile kısa sürede imparatorluk sınırları içinde
birinci derece kent konumuna gelmiş. En
sonunda 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile yeni kurulan İzmir iline bağlanmış.
Deniz
seviyesinden yüksekliği 96 metre olan Tire, Kuzeyinde
Küçük Menderes Ovası ve Bayındır, doğusunda Ödemiş, batısında Selçuk ve Torbalı
ilçeleri, güneyinde ise Aydın Dağları ve Aydın ili ile çevrelenmiş.
"Yeşil
Tire" olarak anılıyor, çünkü gerçekten yemyeşil. Toprak yapısı kumlu, killi ve kır taban bir görüntü
vermesine rağmen oldukça verimli ve çok çeşitli ürün yetiştirilmesine
elverişli.
Tarımsal
ürünlerin çeşitliliğinde ilçenin tek akarsuyu olan 175 km. uzunluğundaki Küçük
Menderes ırmağının da önemli rolü var. Akdeniz ikliminin etkisi altında
olduğundan bitki örtüsü bakımından maki
bitki topluluğuna sahip.
Tire
ilçesi birçok mesire yerine sahip. Özellikle Balım
Sultan ve Taştepe mevkiileri bu önemli mesire yerlerinden.
"şiş
köfte"si çok meşhur. Bunun yanında keşkek Tire'nin
en ünlü yemeklerinden. Tire ayrıca çeşitli ot yemeklerinin yapıldığı bir ilçe. Karışık iç karması, karışık ot kavurması, sarmaşık kavurması ve Kabak çiçeği dolması bunlardan
bazıları.
Tire
özellikle salı günleri kurulan pazarı ile çok ünlü. Bu pazar Türkiye'nin en büyük açık pazarlarından biri olma özelliği
taşıyor. Bu pazarda yerel
sebzelerden, yerel meyvelere; kıyafetten, elektronik eşyalara, birçok ürünü bir arada bulmak mümkün.
Bugün Salı. Görüyoruz ki yukarıdan meydana inen caddede gerçekten
zengin bir pazar kurulu. Caddeye çıkan daracık yan sokaklar ise bu pazarın asıl
otantik mekanları.
Pazarda
envai çeşit basma, tülbent, halı, kilim ve giysi sergileniyor. Türlü baharat,
kurutulmuş şifalı otlar, ağaç işleri, keçeden yapılmış eşyalar satışa sunulmuş.
Asıl renklilikse binbir çeşit taze ve ucuz yeşil sebze ve meyvesinde.
Köylü
kadınların sattıkları yöresel kendi ürünleri. Onların olduğu o dar sokakları
gezmek çok keyifli. Hanımlarsa bir o tezgaha bir bu sergiye savrulup
duruyorlar. Böyle gezerken bir bir buçuk saat nasıl geçti anlayamıyoruz.
Çok şey
almak isterdim ama yalnızca biraz üzüm, bir kavun, iki kilo şeftali ve yöresel
bir puşu alabildim.

Gezilecek yerler arasında, tire müzesi, toptepe ve
bilhassa tire sokaklarını görmek isterdim. Tire sokaklarında geleneksel mimari özellikleri bozulmamış
eski evler olduğunu biliyorum.
Ayrıca ilçede günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Tyrha antik kentinin
kalıntıları, Molla Arap Camisi, Doğan Bey Camisi, Lütfi Paşa Camisi, Yeni Cami,
Tire Ulu Camisi, Kazganoğlu Camisi, Kara Hasan Camisi, Yoğurtluoğlu (Yavukoğlu)
Camisi, Yalınayak Camisi, Rum Mehmet Paşa Camisi, Yeniceköy Camisi, Tahtakale
Camisi gibi yapılar var.
Yine Alihan Türbesi, Süleyman Şah Türbesi, Sırhatunlar (Yedi Kardeşler)
Türbesi, Alamadan Dede Türbesi, Yağlıoğlu Türbesi, Cağaloğlu Ali Paşa Türbesi,
Kara Kadı Mecmeddin Türbesi, Ali Baba Türbesi, Rum Mehmet Paşa Türbesi, İsa
Baba Türbesi, Haci Fakih Türbesi, Molla Mehmet Çelebi Türbesi, Balım Sultan
Türbesi, İbni Melek Türbesi, Buğday Dede Mezarını da ziyaret etmek mümkün.
Bakır Hanı, Abdüsselam Hanı,
Yeni Han, Yalınayak Hamamı, Hekim Hamamı, Dualı
Köprüler, Tire Müzesi, Molla Arap Medresesi, Yeni Cami
Medresesi, Ulu Cami Medresesi, Kara Hasan Medresesi, Yoğurtluoğlu (Yavukluoğlu)
Medresesi ve Hafsa Hatun Çeşmesi gibi bir çok otantik mekanı da Tire'de görmek mümkün.
Öğle
yemeğini Ödemişte yiyeceğiz. Tire Ödemiş arası yaklaşık 40 km. İstemeye
istemeye, aklımızı ve kalbimizi Tirede bırakarak oradan ayrılıyoruz.
Ödemiş
büyük ve zengin bir ilçe. İzmir'e bağlı ve 113 kilometre uzaklıkta bir ilçe. 2014 yılı nüfus verilerine göre toplam nüfusu 129.407. Ödemiş isminin Teke Türkmenlerine bağlı Ötemiş oymağından geldiği yaygın kanaat.
Kebabı meşhurmuş. Uygun bir yer arayıp sonunda buluyoruz. Arabadan indiğimizde fırın gibi bir sıcak karşılıyor bizi. Aslında bölgede sıcaklık 35 derecenin üzerinde. Ancak biz klimalı arabada bunun farkında değilmişiz.
Kebabı meşhurmuş. Uygun bir yer arayıp sonunda buluyoruz. Arabadan indiğimizde fırın gibi bir sıcak karşılıyor bizi. Aslında bölgede sıcaklık 35 derecenin üzerinde. Ancak biz klimalı arabada bunun farkında değilmişiz.
İzmir'in Bergama'dan sonra en geniş yüzölçümüne sahip ilçesi. Denizden yüksekliği 123 metre olup en yüksek noktası 2157 metre ile Bozdağlar. Büyük bir kısmı ovalık olan arazinin ortasından Küçük Menderes Nehri akıyor.
Yöre
verimli topraklara sahip. Tarlalarından bir yılda üç ürün kaldırılabiliyor. Bu yüzden ekonomisi tarıma dayalı olup 21 binden fazla aile tarımla uğraşmakta. Başlıca tarım ürünleri patates, incir,
zeytin, karpuz, susam, kestane, tütün, üzüm ve yaş sebzeler. İlçe'nin ilçe halkı tarafından "kompir" olarak
nitelendirilen sarı renkli patatesi sadece Ege Bölgesi'nde değil tüm Türkiye
pazarlarında görülebilen en meşhur tarım ürünü.
Gezilecek görülecek yerleri arasında; Bedia Akartürk Müzesi, Kadın El Sanatları Pazarı, Tarihi Arasta Çarşısı, Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi, 125.Yıl Kültür Parkı, Ödemiş Müzesi, İlk Kurşun Anıtı, Gölcük Gölü, Bozdağ, Tarihi Lübbey Köyü, Birgi Mahallesi ve Hypaipa Antik Kenti bulunuyor.

Ödemiş
kebabı Adapazarı ıslama köfteye benziyor. Uzun ince köfteleri var. Isıtılmış
yağlı ekmek parçaları üzerine tereyağlı köfte, domates ve biberle servis
ediliyor.
Yemek
yediğimiz yer büyücek bir esnaf lokantası. Ailecek çalışıyorlar. Durmadan soğuk
su taşıyorlar. Ayranları da lezzetliymiş. Köfteleri de güzelmiş doğrusu.
Saat 14
civarında Birgiye doğru yola çıkıyoruz. Yol boyu sağlı sollu münbit bir arazide
yol alıyoruz. Sağ tarafta Bozdağın görüntüsü bize eşlik ediyor.
Dikkat
ediyorum yamaçlara sırtını vermiş köylerin yol boyu eski mezarlıkları var.
Tarihi oldukları çok eski dikili taşlarından belli.
Zaten bu
bölge Osmanlı öncesi Aydınoğulları beyliğinin yaşadığı yerler. Bir nevi küçük
bir devlet olmuşlar buralarda. Aralarında Aydınoğlu Mehmed Bey ve Umur bey gibi
tarihi şahsiyetleri var.
İşte
Birgi !
Şimdi
eski bir kasaba (ya da günümüz adlandırmasıyla bir mahalle) olduğuna bakmayın
zamanında Aydınoğulları beyliğinin başkentliğini yapmış burası.
Birgi Bozdağlar’ın Güney yamaçlarına yaslanmış, kendi adını taşıyan çayın sağında ve solunda kurulu. Sırtını
Bozdağa vermiş, karşısında Beydağı, önünde Ödemişten Tireye oradan Torbalı
hatta İzmire kadar uzanan muhteşem bir ovaya bakıyor.
Tarihi
M.Ö 7. Yüzyılda Lidyalılarla başlayıp, roma, Bizans ve
Osmanlı’ya kadar uzanan Birgi kasabası bir zamanlar denizciliğiyle ünlü Aydın
Oğulları beyliğine başkentlik yapmış eski bir yerleşim yeri. Bugün İzmir’in
Ödemiş ilçesi sınırları içinde bulunan şirin bir kasaba.
Birgi’nin
roma dönem’inde pyrgion olan adı, beylikler döneminde “birki”, “bilge” gibi
söyleyiş değişmeleriyle “Birgi”ye
dönüşmüş.
Tarihi
boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Birgi’de, her şey usta bir ressamın
elinden çıkmış gibi. 1997 yılında koruma altına alınıp kentsel sit alanı ilan
edilmiş. Birçok sivil mimari tür ve tarihi esere sahip. Ayrıca gelenek
ve görenekleriyle de saklı kalmış bir tarih sanki.
Birgiye girer girmez sokaklarından, taş avlu ve evlerinden geçmişi zengin, tarihi bir kültür ortamına geldiğinizi anlıyorsunuz.
Her
yükselen medeniyetin arkasında bir ilim menbaı ve büyük adamlar olduğuna
inananlardanım. Zaten Avrupanın ortaçağ karanlığı yaşadığı zaman Birgi adeta bir ulemalar (alimler, ilim adamları) yurdu imiş. Özellikle de adını verdiği büyük bir alime sahipmiş; İmam
Birgivî'ye.
Birgide
ilk önce Aydın oğlu Mehmet Bey Camii’nin hemen üst tarafında yer alan onun kabrini ziyaret ediyoruz. Onun ders verip ilimle meşgul olduğu Birgivî Mehmet Efendi medresesini görüyoruz. Eski taş medrese restore edilmiş, mescit olarak namaz kılınabiliyor. İslam alimi İmam-ı Birgivî Mehmet efendinin eğitim okulu olan bu bina, XVI. yüzyıl medreselerinin küçük ve tipik bir örneği.
1554
yılında Padişah II. Selim’in hocası Birgili Ataullah Efendi tarafından
yaptırılan bu medreseye müderris olarak İslam alimi Mehmet Efendi getirilmiş. Daha sonra İmam-ı Birgivî adıyla meşhur olacak olan Mehmet Efendi ömrünün sonuna kadar buradan İslami ilimlerin ışığını yaymış. Çevresinde ve hatta payitahtta denge ve düzenin sağlanmasında oldukça etkili olmuş.
Bu nedenle kendisine Birgili anlamına gelen “Birgivî’ lakabı verilmiş.
Yöre
insanının Birgi dede dedikleri o büyük zat Birginin hemen üstündeki o tepede
mekan tutmuş. Orada tarihi muhteşem iki selvi altında, üstü açık sade bir
mezarda yatıyor. Etrafı gerçekten temiz bakımlı bir mezarlık bu.
Ömrünü
hurafe ve bidatlarla mücadele içinde geçirmiş "İmam" sıfatına layık
görülmüş büyük bir zatın karşısında olduğunuzu iliklerinize kadar
hissediyorsunuz. Ben şahsen onları sanki bu toprakların manevi çivileri ve bekçileri gibiymiş gibi görüyorum.
Bu yüzden, okuduğumuz
dua ve fatihalar sadece onun için değil, bütün geçmişlerimize, şehitlerimize,
bu ülkenin yapıtaşı olan manevi büyüklerimize ve elbetteki garip ve zayıf
bizler için oluyor.
Çıkışta
sağda gelen ziyaretçiler için küçük bir çarşı oluşmuş. Yöresel ürünleri, el
işleri satılıyor. Ben kar helvasını merak ediyorum.
Kar
helvası burada Bozdağdan gelen doğal kar içine karadut suyu akıtılarak
veriliyor. Cam bardak ve kaşıkla alıyorsunuz. Karadutu bilirim. Bizim yöremizde
de bol bulunur. Ancak burada farklı bir tad alıyorum. Sorduğumda biraz da vişne
suyu kattıklarını söylüyorlar.
Ziyaret
sonrası tarihi Aydınoğlu Mehmet bey camiindeyiz. Öğle namazını kılacağız.
Cami Aydınoğulları
Beyliği’nin kurucusu Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından 1312 yılında yaptırılmış. Yani 700 yıllık bir eser. Cami ile birlikte hamam, medrese ve türbe de yaptırılmış olmasına rağmen bu güne sadece cami ile Aydınoğlu
Mehmet Bey ve üç oğlunun mezarlarının bulunduğu türbe ulaşabilmiş.
Cami yediyüz küsur senelik orta büyüklükte taş bir yapı, tek kubbeli.Kubbe eski helen, roma ya da bizans yapılarından sütunlar üzerine oturtulmuş. On adedi granitten ve geri kalan beş adedi de mermerden yapılmış devşirme toplam on beş sütun.
Son derece güzel bir iç mekana sahip. İlginç de bir girişi var. Genellikle camilerde namaz kılınan yer biraz yüksek olur. Burada tersine içeriye on oniki basamakla iniliyor. Kapısından içeri girdikten sonra alışılmadık bir şekilde aşağıya merdivenlerden inerek namaz kılınan yere ulaşılıyor.
Minber ustası tarafından on yılda tamamlanmış. Adeta bir dantel gibi hiç çivi kullanılmadan işlenmiş. Üzerinde dünya, ay, güneş ve yıldızların da kullanıldığı yüzlerce geometrik şekil var. Bütün bunlar ayetlerle birlikte çok uyumlu ve anlamlı bir şekilde yer alıyor. Turkuaz ve patlıcan moru renklerinde, geometrik ve yıldız figürleri ile yapılan mihrap çinicilikte gelinen seviyenin ne kadar yukarılarda olduğunun açık bir göstergesi.
Caminin
dikkati çeken detaylarından en önemlilerinden birisi de
minaresi. Kesme taşlardan inşa edilmiş kare bir kaide üzerine oturtulmuş
minarenin yapımında kullanılan kırmızı ve firuze renkli tuğlalarla yapılmış
zikzaklı örgü ve baklava desenlerindeki işçilik, incelik, sanat ve zeka
pırıltılarına hayranlıkla bakıyoruz. O zamanlar bazıları karanlık çağı
yaşarken atalarımızın sanatta geldikleri muhteşemliği hasretle, iç çekerek ama
gururla seyrediyoruz. Bu caminin sadece minaresi bile bir sanat şaheseri.
Namazımızı
kılıp, müezzinin açıklamalarını dinledikten sonra kendisine özel olarak
teşekkür ediyor ve camiden ayrılıyoruz.
Camiden
aşağıya tahkim edilmiş bir dere yatağını dolanarak iniyoruz. Taş yol bizi
çakırağa konağına götürecek. Bu arada
Aydınoğlu Mehmet Bey Caminin bu cepheden görünüşü de muhteşemmiş. Durup bir
fotoğraf çektirmekten kendimi alamıyorum.
Caminin çok sempatik ve gayretli bir müezzini var. Ziyaret eden bir kişi bile olsa camisi hakkında adeta profesyonel bir rehber gibi açıklama yapıyor.
Caminin çok sempatik ve gayretli bir müezzini var. Ziyaret eden bir kişi bile olsa camisi hakkında adeta profesyonel bir rehber gibi açıklama yapıyor.
Onun anlattığına göre bu camiyi diğerlerinden farklı ve özel kılan kesinlikle minberi. Bu minber üzerindeki ceviz ağacı üzerine yapılan ahşap işçiliği gerçekten göz kamaştırıcı. Eşine ender rastlanan Türk sanatının paha biçilemez örneklerinden birisi.
Üzerindeki birçok geometrik şekle ilaveten yuvarlak
güneş, dünya ve ay figürleri yapılarak güneş sistemine de yer verilmiş. Bu ise,
Avrupa’da insanların dünya yuvarlaktır dediği için idam cezası aldıkları
düşünüldüğünde; ecdadımızın bilimde geldikleri yeri göstermesi bakımından adeta bir ders niteliğinde.
Bu minberin son derece ilginç bir hikayesini de anlattı aynı müezzin. 1993 yılında çalınan minber kapıları, 1996 yılında İngiltere’deki British Museum’da bir açık arttırmada, müzayedeye katılan ve daha evvel gelip camiyi gezen çok dikkatli bir İngiliz bayan tarafından fark edilmiş. Onun haber vermesi üzerine de Kültür Bakanlığı’nın çabaları sonucu geri alınabilmiş.
Bu minberin son derece ilginç bir hikayesini de anlattı aynı müezzin. 1993 yılında çalınan minber kapıları, 1996 yılında İngiltere’deki British Museum’da bir açık arttırmada, müzayedeye katılan ve daha evvel gelip camiyi gezen çok dikkatli bir İngiliz bayan tarafından fark edilmiş. Onun haber vermesi üzerine de Kültür Bakanlığı’nın çabaları sonucu geri alınabilmiş.
Konağa doğru inerken yaşlı bir kadınla sohbet ediyoruz. Evinin sokağa açılan kapısı önünde oturmuş bir şeyler satıyor. Oldukça sıcakkanlı ve konuşkan biri. Özellikle yöresel şivesi hoşumuza gidiyor, bir şeyler alıyoruz.
Bu arada acele etmeliyiz, çünkü, grubun diğer üyeleri Çakırağa konağını gezmiş bizi bekliyorlar. Bahçe kapısından içeri girdiğimizde son derece güzel düzenlenmiş bir bahçe ile karşılaşıyoruz.
Çakırağa Konağı bahçeden birkaç basamak çıktıktan sonra, sol tarafa doğru yüründüğünde tam karşımıza geliyor. Karşıdan bakıldığında iki katlı ahşap bir konak görüntüsü veriyor. Yanına yaklaşıldığında merdivenlerle inilen bir zemin katı olduğunu da görebiliyoruz.
Üç katlı ahşap konak bir Osmanlı sivil mimari örneği. Aşağı yukarı iki buçuk asırlık. Zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Ege Bölgesi’ne özgü geleneksel mimari tarzını günümüze kadar korumuş olan bu nadide konağı daha yakından tanımak istiyoruz.
Zemin kat konak çalışanlarının mekanı. Konağın bir ön bir de arka kapısı var. Bizim girdiğimiz kapı bahçeye diğer kapı ise sokağa açılıyor.
Dolaşırken insan ister istemez orada yaşayanların ruh halini merak ediyor. Kim bilir buradan kimler geldi kimler geçti. Ne üzüntüler, acılar ve mutluluklar yaşandı.
Ahşap yapı serin bir ortam, aydınlık, hafif. Birbirinden farklı sofa, salon, eyvan, mutfak ve misafir odaları zenginliği ve çeşitliliği bizi şaşırtıyor.Taş zemin, yüksek tavanlı her yanı işlemeli odalar insana doğal bir asalet duygusu veriyor.
Bu arada acele etmeliyiz, çünkü, grubun diğer üyeleri Çakırağa konağını gezmiş bizi bekliyorlar. Bahçe kapısından içeri girdiğimizde son derece güzel düzenlenmiş bir bahçe ile karşılaşıyoruz.
Çakırağa Konağı bahçeden birkaç basamak çıktıktan sonra, sol tarafa doğru yüründüğünde tam karşımıza geliyor. Karşıdan bakıldığında iki katlı ahşap bir konak görüntüsü veriyor. Yanına yaklaşıldığında merdivenlerle inilen bir zemin katı olduğunu da görebiliyoruz.
Üç katlı ahşap konak bir Osmanlı sivil mimari örneği. Aşağı yukarı iki buçuk asırlık. Zengin bir tüccar olan Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Ege Bölgesi’ne özgü geleneksel mimari tarzını günümüze kadar korumuş olan bu nadide konağı daha yakından tanımak istiyoruz.
Zemin kat konak çalışanlarının mekanı. Konağın bir ön bir de arka kapısı var. Bizim girdiğimiz kapı bahçeye diğer kapı ise sokağa açılıyor.
Dolaşırken insan ister istemez orada yaşayanların ruh halini merak ediyor. Kim bilir buradan kimler geldi kimler geçti. Ne üzüntüler, acılar ve mutluluklar yaşandı.
Ahşap yapı serin bir ortam, aydınlık, hafif. Birbirinden farklı sofa, salon, eyvan, mutfak ve misafir odaları zenginliği ve çeşitliliği bizi şaşırtıyor.Taş zemin, yüksek tavanlı her yanı işlemeli odalar insana doğal bir asalet duygusu veriyor.
Anladığım
kadar bina restore edilmiş, ancak soluk yüzeyler orjinali bulmaya ve muhafaza
etmeye yönelindiğini gösteriyor. Konaktan
ayrılırken Birgiye fark getirmiş nadide bir ecdat yadigarını arkamızda bıraktığımızı
biliyoruz.
Her
köşesi renkli ve sıcak Birgiden çıkıp Bozdağa tırmanmaya başlıyoruz.
Oldukça virajlı fakat güzel bir yol. Yukarıya doğru tırmandıkça Ödemiş ovası bir deniz gibi
ayaklarımızın altına seriliyor.
Manzara bir harika. Döne döne çıkan yolun uygun bir yerinde ricam üzerine duruyoruz. Aşağıda Birgiden Torbalıya kadar uzanan yemyeşil bir ova var.
Manzara bir harika. Döne döne çıkan yolun uygun bir yerinde ricam üzerine duruyoruz. Aşağıda Birgiden Torbalıya kadar uzanan yemyeşil bir ova var.
Sanki
bir uçaktan aşağısını seyrediyor gibiyiz.
Bozdağların
alt kolu olan tepeler ortasında 1050m rakımda Gölcük adında yeşilliklerle
çevreli küçük bir göl var. O kadar güzel ki, burası adeta gizli bir cennet
diyorsunuz.
Zamanla
yağmur ve dere sularının dolmasıyla oluşmuş. Ödemiş ilçesinin önemli bir yayla
ve mesire yeri. Göl
kıyısında yoğunlaşmış yerleşim yerinde yüksek çınar ağaçları altında
konuşlanmış çay bahçeleri var.
Grubumuz
araçtan inip bir çay bahçesine giriyor. Masaları birleştirip siparişlerimizi
veriyoruz. Kimisi dondurma, bazısı çay ya da kahve istiyor. Bu arada karşılıklı
muhabbet ısınıyor.
Biz bir
ara müsaade isteyip yakındaki camiye giriyoruz. İkindi namazımızı da burada
kılmak varmış.
Gölcüğün
insanları da sıcakkanlı imiş. Namazdan sonra cemaatten birkaç kişi etrafımı
sarıyor. Merak ediyorlar, tanışıyor ve karşılıklı muhabbet ediyoruz

Uzunluğunun
yaklaşık iki km. , genişliğinin bir km, alanının yaklaşık bir km² ve en derin
yerinin 7 m olduğu belirtiliyor.
Göl
kuzeyinde bulunan Mad Deresi ve Geyik Deresi'nin taşıdığı alüvyon malzemelerin
vadi içinde doğal bir set oluşturması ile oluşmuş.
Gölden
tarımsal sulamada yararlanıldığı gibi, yayın, sazan ve tatlısu ıstakozu
(kerevit) avlanıyormuş.
Artık
Bozdağların arkasındayız. Aşağıya doğru inerken birdenbire bir küçük üretici
pazarı ile karşılaşıyoruz. Böyle
yerleri çok sevdiğim için duralım diyorum. Hanımlar zaten böyle şeyler için
dünden razılar, iniyoruz.
Doğrusu
herşey çok taze, sağlıklı ve ucuzdu. Kimi fasulye alıyor, kimi yumurta. Çokça
da patates soğan. On kilosu beş liraya patates nerede bulunabilir ki. Aracın
bagajı tıka basa aldıklarımızla doluyor. Salihliye doğru dağdan inmeye devam
ediyoruz.
Döne
döne inerken artık aşağıdaki Salihliyi görebiliyoruz.
Bozdağlar
İzmir Buca sırtlarından başlayarak, Kemalpaşa-Bayındır ilçeleri arasında devam
ediyor. Daha sonra da Ödemiş, Salihli, Turgutlu, Alaşehir, Kiraz ve ve Nazilli
arasında görünüyor.
Birçok
önemli zirvesi var. Kemalpaşa-Nif Dağı, Armutlu-Mahmut Dağı bunlardan bazıları.
Ödemiş-Bozdağ ise 2159 metre ile Ege Bölgesi'nin en yüksek 2. tepesi.
Geldiğimiz
Ödemiş Birgi yolundan tırmanış dağın güneyinden olduğu için kış aylarında
genellikle açıkmış.
Salihli
üzerinden Bozdağa çıkan indiğimiz yol ise kış şartlarının ağır geçtiği yıllarda
buzlanma nedeniyle kapanabiliyormuş.
Dağın bu
yamacı artık Manisa sınırları içinde. İlk yerleşim yeri Salihli. Oldukça büyük
bir ilçe Salihli. Ardından yolumuz Turgutludan geçiyor.
Artık
hava kararmak üzere. Güneş spil dağı üzerinden batarken Manisaya giriyoruz.
Manisa
bizim dört yıl yaşadığımız, iki çocuğumuzun doğduğu bir
şehir. Bir tarih, kültür ve tarım kenti. Bir çok anımız, dostlarımız var orada. Tereyağlı Manisa kebabını ise hiç
unutamıyoruz. Bu yüzden. Manisaya girebilir miyiz diye soruyorum. Acıkmış
olmalılar ki grup tarafından destekleniyorum.
Şoför Manisayı bilmediğini söylüyor. Rehberlik ediyorum. Mesir
macununun saçıldığı Sultan camiinden dolaşıp Hatuniye camiinin arkasında bir
yere park ediyoruz.
Yılmıyoruz, grubumuzu ağırlayacak yakın ve uygun bir yer arıyoruz. Kapalıçarşı kebapçısı Valilik binasının hemen yan çaprazında. Grubumuzu alacak büyüklükte. Bizi oldukça sıcak bir şekilde karşılıyorlar. Temiz nezih bir ortam, iyi ustalar, sıcakkanlı bir servis.
Grubun
kimisi yoğurtlu, kimi de sade kebap istiyor. Yanında yeşillik ve nefis şişe
ayran var. İsteyene demirhindili, kızılcıklı Osmanlı şerbetleri de sunulmuş.
Manisa
kebabı, yöresel özellikte köfte temelli bir kebap
çeşidi. Soğan, domates, sivri biber, yoğurt ve domates salçasıyla hazırlanıyor.
İnce köfteler pide parçaları üzerine tereyağlı olarak sunuluyor.
Selma
hanım yoğurtlu, ben sade kebap seviyorum. Yanında demirhindili şerbetle az öz ama nefis bir yemekti.
Grubumuz
birer ikişer hesabı ödeyip yan taraftan hediyelik Mesir
macunları alıyorlar. Biz de alıyoruz tabi kaçar mı?
Karnımız
doydu, hediyelerimizi de aldık. Artık Manisadan ayrılma vakti.
Valiliğin
arkası bir meydan olarak düzenlenmiş. Işıklı, güzel bir ortam. Son bir hatıra
fotoğrafı çektiriyoruz orada.
Manisa
başlıbaşına gelinip gezilecek bir şehir. Gezilecek, görülecek pekçok yeri var.
Son yıllarda oldukça gelişmiş.
Camileri,
spil dağı, çarşıları, ovası görülmeye değer. Oradaki her ağaçsa Manisa
tarzanını hatırlatır bilenlere.
Aracımıza
biniyoruz. Saat 21.20. Artık istikametimiz Menemen üzerinden Ayvalık,
Burhaniye, Orjan. Yaklaşık üç saatlik yolumuz var.
Karnımız,
gözümüz, gönlümüz dolu, cüzdanlarımız boşalmış olarak hareket ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder