Kibir, Gurur, Haset, Kin
Kibir
Sözlükte
"büyüklük ve büyüklenme" anlamına gelen kibir bir ahlâkî kavram
olarak, kendini büyük görme, büyüklenme, başkalarını küçük görme demek.
Bu anlamda kibir;
bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi her hangi
bir vasfından dolayı kendini başkasından üstün görme hastalığı oluyor.
Hatta
böyle insanlar bazen kibirlerinden dolayı hak ve hakikati bile kabul etmezler. Bu yüzden doğru
sözü ve haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere
teşekkür etmemek, insanlarla alay ve istihza etmek gibi haller kibir
alameti olarak görülmüş. Hatta kibirlenmenin, insanı
küfre kadar götürebileceğine işaret edilmiş.
Bu konuda şeytan çok açık bir örnek. O gurur ve kibrinden dolayı
Allah’ın huzurundan kovuldu ve ebedi cehennemliklerden oldu. Şeytana
aldanan ve tanrılık iddiasında bulunan Firavun suda
boğulurken, Nemrut da bir sineğe mağlup olup aynı akibete uğradılar.
Kur'ân'da tekebbür ve istikbar kelimeleri kibir anlamında kullanılmış. Bu nedenle aynı kökten gelen mütekebbir, müstekbir sıfatları kibirlenen, büyüklenen kimselere deniliyor.
Kibir,
Kur'ân'da yasaklanmış, kibirli kimseleri Allah'ın sevmediği [1] belirtilmiş. Bu konuda kibir ve kibirli kimseleri yeren birçok âyet [2] var.
Ayrıca o'na kulluk yapmaktan vazgeçecek kadar gurura kapılan ve küstahça
böbürlenenler açıkça uyarılmışlar. [3]
Peygamber
efendimiz (sav) de kaba, katı kalpli, insanlara iyiliği dokunmayan ve kibirli
kimselerin cehennemlik olduklarını haber [4] vermiş. Buradan anlıyoruz ki, gerçek bir mü'min kibirli olamaz. [5]
Ayrıca,
kibirli kimse, zaten rûhen de sağlıklı bir yapıya sahip değildir. Zira sağlıklı ve bilinçli her insan ne Allah'a ne de insanlara karşı bir büyüklenme duygusuna kapılamaz.
Düşünmek lazım: evveli
bir damla su olan ve sonunda da toprağa karışıp gidecek bir kişinin kibir ve gurura
düşmesi ne acaip ve gülünç bir hal. Eğer kişi, gençliğinden ve güzelliğinden
dolayı kibre düşüyorsa, kısa bir zaman sonra yüzü kırışır, saçı ağarır
ve beli bükülür. Gençliğinden ve güzelliğinden eser kalmaz. Yok, eğer onu gurur
ve kibre götüren akıl ve zekası ise, doğrusu onun akılsızlığına başka bir delil gerekmez.
Ama
ne yazık ki, insan kendisinde bulunan bütün nimetlerin fani olduğunu bildiği
halde, yine de o kibir ve azameti elinden bırakmaz. Zengin ise
fakirleri, makam sahibi ise idare ettiği kimseleri, ilim sahibi ise kendinden
aşağı mertebede olanları hakir ve küçük görür, gurur ve kibre düşer.
--------------------------------------------------
[1] "...Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez" (Nisâ, 4/36)
[1] "...Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez" (Nisâ, 4/36)
[2] "...içinde
ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne
kötüdür." (Nahl, 16/29), "Allah her kibirli zorbanın kalbini böyle
mühürler." (Mümin, 40/35) Hz.
[3] "...O'na
kulluk yapmaktan vazgeçecek kadar gurura kapılanlar ve küstahça böbürlenenler
(bilsinler ki Hesap Günü) Allah hepsini kendi katında toplayacaktır."
(Nisâ, 4/172),
[4] "...
Cehennemlikleri haber vereyim mi? Onlar kaba, katı kalpli, insanlara iyiliği
dokunmayan ve kibirli kimselerdir." (Buhârî, Tefsîr, 68, Edeb, 61, Eyman,
9).
[5] "Kalbinde
zerre kadar kibir bulunan cennete giremez." (Müslim, İmân, 147-149; Ebû Dâvûd,
Libas, 26; Tirmizî, Birr, 61.)
Gurur
Sözlükte "aldatma, kandırma,
aldanma, kapılma, gaflet, bilgisizlik" anlamına geliyor.
Türkçe'mizde de böbürlenme, kendini
beğenme, kibir anlamında kullanılmakta ve bu tür duyguları taşıyan kimseye de
mağrûr denilmektedir.
Gurur bir ahlâk terimi olarak,
kişinin, manevî ve ahlâkî bakımdan değersiz sayılan şeylerin cazibesine
kapılarak onlarla avunması demek. Nitekim aynı kökten türeyen garûr,
aldatan, kandıran anlamında şeytanı, dünyayı ve genel olarak insanı gaflete
düşürüp yanıltan şeyleri ifade ediyor.
Kur'ân'da yirmi yedi yerde geçiyormuş gurur kelimesi. Bunların çoğunda da dünyaya kapılma, aldanma anlamı ağır basıyormuş.
Kur'ân'da özellikle dünya hayatının
aldatıcı bir metâdan ibaret olduğu ifade edilerek [1] geçici
olanın sürekli olana (âhirete) tercih edilmemesi öğütlenmekte.
Ayrıca insanların inkâra
sapmaları ve sonuçta azaba uğratılmalarında dünya hayatına aldanıp onunla
avunmalarının büyük etkisi bulunduğu,[2] cinlerin
de insanlar gibi dünyaya aldanarak kâfir olabileceği haber verilmekte. [3]
Bir âyette, güçlü bir dinî ve
ahlâkî şuurun en önemli öğeleri olan Allah'a saygı, uhrevî sorumluluk duygusu
ve Allah'ın vaadinin hak olduğuna inanmanın gerekliliği vurgulanıp insanlar
uyarılmış. [4]
Tevazu ehli olanlar, Rablerinin azametini
düşünerek kibir ve gururdan kaçınırlar. Kendi acizlik ve fakirliklerini
unutmazlar. Hiç kimseye karşı mütekebbirane bir vaziyet almazlar.
Gururun tam aksi bir davranış biçimi olan hüsn-ü zan muhabbetin en
büyük vesilesi olduğu gibi, kişinin kibir ve gururdan kurtulmasının da
çaresi olarak tavsiye edilmiş. Hüsn-ü zan genelde insanlar hakkında iyi niyetli olma hali olarak düşünülebilir. Bu halin
peygamber efendimizin (sav) sünneti olduğu da unutulmamalı. Çünkü insan kendi suç,
hata ve kusurlarını çok iyi bildiği halde, karşısındakilerden hiç bir zaman tam olarak emin olamaz.
Kişinin gururu ve kendini
başkalarıyla kıyaslaması sürekli ve psikolojik bir rahatsızlık boyutuna çıkmamalı. Zira, bu hal başkalarının alınmasına, incinmesine neden olduğu gibi ahmakça davranışlara
da sebep olabiliyor.
[2] (A'râf,
7/51; Câsiye, 45/35)
[3] (En'âm,
6/130)
[4] "Sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın aldatıcı (garûr "şeytan")
Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın." (Lokmân, 31/33).
Haset
Türkçe'de "çekememezlik"
anlamına geliyor. Bir ahlâk terimi olarak ise; kişinin, başkalarının
sahip bulunduklarının elinden çıkmasını veya o
imkânların kendisine geçmesini istemesi anlamına geliyormuş.
Mesela Kur'ân'da, Yahudiler üzerinden hasedin temelde bir duygu ve niyet meselesi olduğu
vurgulanmış[1].
Aynı zümrenin Allah tarafından müslümanlara bahşedilen başarıları kıskanması da
bu kavramla ifade olunmuş.[2] Ayrıca
haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah'a sığınılması gerektiği
hatırlatılmış. [3]
Haset kelimesinin hadislerde hem
yukarıdaki anlamda, hem de "gıpta" anlamında kullanıldığı[4] belirtiliyor.
Hadislerde, haset hakkında “îmânla
haset bir arada bulunmaz”, “Ateşin odunu
yakıp bitirmesi” gibi ifadeler [5] yer
alıyor. Bir başka hadiste de kin ile hasedin önemli sosyal problemlere yol
açan ahlâkî hastalıklar olduğuna dikkat çekilmekte. [6] Ayrıca, “Kin
gütmemek” bir hadiste din kardeşliğini pekiştirmek ve sosyal barışı sağlamak
için gerekli olan hususlar arasında sayılmış. [7]
Haset genellikle aralarında
meslekî, iktisadî, ilmî, siyasî ve sosyal ilişkiler bulunan insanlar arasında
ortaya çıkan şeytanî bir huy. Psikolojik ve sosyal zararları bulunan haset bu yüzden dinimizce haram kılınmış, yerine gıpta ve hayırda yarışma (münafese) teşvik
edilmiş.
Bir tür ruhî hastalık olarak haset
duygusu, insan tabiatındaki bencillik eğilimi dolayısıyla başkalarının üstünlüğüne tahammül edememesinden kaynaklanıyormuş. Bu yüzden de hasetçi bir tür bunalıma giriyor ve sonuçta mutsuz oluyor.
İnsanlar, yaratılıştan haset
duygusu taşımalarına rağmen bu duyguyu aklın ve dinin buyruklarına uyarak baskı
altında tutabilirler. Bir şekilde onun etkisine maruz kalmaktan kendilerini koruyabilirler.
Zira haset duygusunu bütünüyle yok etmek herkes için mümkün olmayabiliyor.
Ayrıca haset edilen kimsenin de
hasetçi ve muzır kimselere iyilik ve ikramda bulunarak onların kalplerindeki
kötülük ateşini söndürmeye çalışmaları,[8]
kendisine lütfedilen nimetleri kullanırken israftan kaçınmaları, davranışlarını
başkalarının kıskançlığına sebep olmayacak şekilde ayarlamaları gerekiyor.
---------------------------------------
[1] (Bakara, 2/109)
---------------------------------------
[1] (Bakara, 2/109)
[2] (Nisâ,
4/54)
[3] (Felâk,
113/5)
[4] (Buhârî,
İlim, 15. zekat, 5. Ahkâm, 3; Ahmed, Müsned, II/9, 36)
[5] "Bir
kulun kalbinde îmânla haset bir arada bulunmaz." (Nesâî, Cihad, 8);
"Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi haset de iyilikleri yok eder."
(İbn Mâce, Zühd, 22; Ebû Dâvûd, Edeb, 44).
[6] (Müslim,
Îmân, 243)
[7] "Dedikodunun
peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize haset
etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş
olun!" (Buhârî, Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 24, 28, 30, 32.)
[8] (Kasas,
28/54; Fussilet, 41/34-36)
Kin
Kin ve intikam arzusu insanların hayatını
yaşanmaz hale getirip, ahiretlerini de harap eden olumsuz duygulardan biri.
Bu his, sağlıklı düşünüp karar verme yeteneğini ortadan kaldırmakta, sonunda pişmanlık duyacakları birçok kötü fiilleri işlemelerine
sebep olabiliyor.
Kalpte yerleşen, öç almaya
yönelik şiddetli düşmanlık. Arapça 'da "hıkd, gıll ve bağdâ" gibi kelimelerle
karşılanıyormuş. Bu sebeple kin tutmak, kin beslemek, kin gütmek, kin bağlamak gibi deyimler
düşmanlık duygusunun kalbte yerleştiğini ve süreklilik gösterdiğini belirtiyor.
Hiç şüphesiz kin, kötü ahlâka ait bir nitelik.
Bu nedenle İslâm'ın onaylamadığı, ortadan kaldırmayı amaçladığı huylardan.
Karşıtı olan bağışlama (af) ise güzel ahlâkın niteliklerinden. Bu sebeple de İslâm
tarafından teşvik edilen davranışlar arasında yer alıyor. Kin yaşamımızda kötü bir duygu ve
huy olduğu kadar birçok kötü tutum ve davranışın da başlıca nedeni.
Kur'an'a göre kinin başlıca
kaynağı sapkınlık ve azgınlık. Kin, küfür ve azgınlıkla olduğu kadar isyan
ve itaattan çıkmakla da bağlantılı açıklanıyor. Bu nedenle öncelikle kâfirlere özgü bir
nitelik olarak öne çıkıyor. Buna karşılık Kur’an-ı Kerim’de öfkelerini yenenler ve affedici
olanlardan övgüyle bahsedilmiş.[1]
Kin duygusunun psikolojik
nedenlerini inceleyen ilim insanlarına göre yapılan bir kötülüğe karşı
koyamamanın, intikam alamamanın yol açtığı öfke kalbe yerleşerek gizli bir
düşmanlık duygusuna, kine dönüşüyor. Bu nedenle kinin başlıca ruhsal kaynağı öfke
ve intikam hırsı. Kin birçok ruhsal ve ahlaki hastalığın da kaynağı olarak görülmüş.
Bunların başlıcaları; hased,
ilişkileri kesmek, aşağılamaya çalışmak, gıybet, sırları açıklamak, eziyet etmek, borç ve benzeri hakları yerine getirmemek,
felaketlere sevinmek gibi kötü haller. Bunların tümü de zaten haram olan ve insanı yüksek ahlâkî
niteliklerden uzaklaştıran davranış ve huylar oluyor.
Hz. Peygamberimizin (s.a.s.) asıl
pehlivanın güreşte rakibini yenen değil, gazap ve öfkesine hakim olan kişi olduğunu[2] bildirmesi sebepsiz değil. Böylece,
bizlere kin ve intikam duygularıyla hareket etmememiz tavsiye edilmiş oluyor.
Müminler, gurur ve kibrini
ayaklar altına alarak kötülüğe, iyilikle karşılık vermeyi; kardeşliği,
kindarlık ve düşmanlığa tercih etmeyi o Rahmet Elçisinden öğrendiler. Zira Allah
Resûlü Tâif’te kendisini taşlayıp kanlar içinde bırakanları da, ona çeşitli
eziyetler yapıp öldürmeye teşebbüs eden Mekkelileri de affetmemiş miydi ? Onlardan
intikam almaya çalışmamıştı. Hatta o’nu örnek alan müminlere de “kalbinizde kimseye
karşı hile ve kin barındırmayın” tavsiyesinde bulunmuş ve “İşte benim sünnetim
budur” demişti. [3]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder