Bir akşam üstü Selim'in daveti üzerine A Bloka gittim. Öğrenci temsilciliği seçimleri yaklaşıyordu ve arkadaşlarıyla birlikte benimle konuşmak istiyorlardı. Yanımda bir Müdür yardımcısı ve iki yönetim memuru daha vardı.
Selim ve arkadaşları bizi blok kapısında karşıladılar. Birinci kata çıktık. Bizi davet ettikleri oda koridorun sonundaydı.
Bu ziyaretin yanlış anlaşılmasını istemiyordum. O yüzden koridor boyunca bütün odalara bakmaya ve hiç değilse ayaküstü selamlamaya karar verdim.
Merdiven
çıkışı ilk odadan başlayarak kapıları tıklatmaya ve denetime gelmiş gibi
içeriye şöyle bir göz atmaya başladım. İlk oda boştu, diğerinde ders çalışan
iki öğrenci vardı. Selam verdik, ayağa kalkıp toparlandılar ve selamımızı
aldılar. Merak içinde bakıyorlardı, "Kolay gelsin gençler, sınav mı var
?" "Yok hocam, öyle çalışıyorduk işte." Ellerini sıktım
"Bozmayın, devam edin gençler. Başarılar diliyorum." "Sağ olun,
gelseydiniz" dediler hep bir ağızdan. “İşimiz var, öyle bir selam verelim
dedik, hadi iyi akşamlar" deyip ayrıldık oradan.
Böyle birkaç
oda daha gitmiştik ki bir elbise dolabının kapağında kocaman bir delik olduğunu
gördük. Niyeyse bu bloktaki elbise dolapları ahşaptı. Baktım, baktım
"Allah Allah, ne olmuş buna böyle ?" dedim en yakın oda kapısına elimi
atarken. Arkamdan bir kıkırdama duydum ama, kapıyı açıp içeri girmiştim bir kere. Kimin ne
söylediğini anlayamadım.
Bu seferki oda
bayağı kalabalıktı. Üç kişi ayakta, iki kişi masada, dört kişi de yataklarda
toplam 9 kişiydiler. Pencereye doğru sağ köşede bir genç uzanmış elindeki
kağıda karakalem birşeyler çiziyordu. Duvarlara ve içerdeki dolap
kapaklarına da böyle bir sürü resim yapıştırılmıştı. Birden içeriye
üç dört kişi girince tedirgin oldular, yüzleri asıldı. Toparlandılar ama öylesine.
"İyi
akşamlar gençler !" diye selam verdik. Onlar da "İyi akşamlar"
dediler "Hoş geldiniz, buyrun ?" Bu oda ilgimi çekmişti, masada
boşalan sandalyeye oturdum. Şimdi tam da resim çizen gencin yanındaydım. Elimi uzatıp kağıdı aldım, karakalem bir portreydi. Daha yarımdı ama Che Guevara'ya benziyordu. "Ne güzel bir resim bu böyle,
yetenekliymişsin" dedim gence
bakarak. Biraz şaşırmıştı ama yine de halinde kuşkulu bir tavır seziliyordu.
Yönetim memuru
"Timur mühendislik öğrencisidir, ama iyi resim yapar Müdürüm. Bütün bu
resimler onun" diye açıklama yaptı. Başımı çevirip bir süre diğer
resimlere baktım. Hepsi sol içerikli, ideolojik mesajları açıkça belli, adeta haykıran resimlerdi. Ama gerçekten güzel çizilmişlerdi. Beğendiğimi
gösteren bir hareketle "Tebrik ederim Timur, gerçekten çok başarılı
resimler bunlar" dedim elini tutarak.
Elini kaçırdı
hemen "Teşekkür ederim, öyle yapıyorum işte. Dinlendiriyor beni.
Arkadaşlarım da beğeniyorlar, yapmayın diyorum ama işte böyle öteye beriye
asıyorlar" dedi önüne bakarak. Güldüm, "başka var mı ? Yaptığın
resimlerin hepsi bu mu ?" Arkadaşlarından biri "Bunlar ne ki,
çantasında yüzlerce resim var böyle hocam" dedi gururlanarak. "Öyle mi,
görebilir miyim ?" dedim bu defa Timur'un gözlerine bakarak. "Nereye koyduğumu şimdi
bilmiyorum" dedi kuru bir ifadeyle. Anladım ki göstermek istemiyor. Zaten
girdiğimizden beri odada muhalif bir hava var. Üstüne gitmedim.
Biraz ordan
burdan, okuldan, memleketlerden söz ettik. Anlaşılıyordu ki, dokuzu da bize karşı önyargılı
gençlerdi. Yurtla ilgili kasıtlı sorular sordular bana. Açık yüreklilikle tek
tek cevapladım. Özellikle de son dönemde yurtta yaşanan değişimi merak
ediyorlardı. Bir saati bulmuştu bu münazara. Ama, odadaki hava da gittikçe
yumuşuyordu.
Gördüm ki bu
genç sadece resim yeteneğiyle değil aklıyla, bilgisiyle ve kişiliğiyle de
parlak birisiydi. Yurttaki terör eylemlerini doğru bulmuyor, ancak bize de
güvenmiyordu. Hizmetlerin amaçlı olarak yapıldığı kanaatindeydi. Sorular onun bu çizgisi ile yönleniyor, konuşmalar onun görüşleriyle şekilleniyordu.
Lider vasfı çok belirgindi açıkçası. Saygı duymuştum ona, ayağa kalkıp elini
sıkarken ani bir teklif yapıverdim
"Yurtta bir resim sergisi açmak ister misin Timur ?"
Bakışları
değişti, arkadaşları da "yanlış mı duyduk acaba ?" diye dikkat kesildiler. Üzerine basa basa sordu bu kez o, benim gözlerime bakarak "Siz
ciddi misiniz ? Böyle bir olasılık var mı ? İzin verir misiniz ?" Ben de
elini sıkıp gözlerinin içine bakarak "Tabi ki veririm. Bu yeteneğini,
resimlerini herkes görmeli. Kantinde yeni iki salon açtık, birinde sergileriz
eserlerini. Yeter ki birbirimizi anlayalım" dedim tane tane.
İnanamıyordu
üsteledi "Nasıl yani ? Benim resimlerim hakkında bir fikriniz olmuştur.
Biz de sizi aşağı yukarı biliyoruz. Dünya görüşlerimiz farklı, üstelik yurt
kuralları…" Elimle susturdum "Ben sizleri ayrışmaya değil kaynaşmaya,
kavgaya değil uzlaşmaya, hiç değilse birbirinize saygı duymaya çağırıyorum. Sen
bu çağrıma olumlu yaklaşırsan ben de sana her türlü desteği veririm. Senin de
bu çorbada tuzun bulunsun istemez misin ?” Odaya bir sessizlik çökmüş, nereye
varmak istediğimi anlamışlardı.
"Artık bu yurtta
terör, kavga, acı olmasın. Herkes inancında düşüncesinde özgür ve saygın olsun.
Kimse kimseye fikrinden, etnik veya inanç kimliğinden dolayı kin duymasın.
Artık barış olsun, huzur olsun, esenlik olsun istemez misin ?"
"İsteriz tabi ama.." dedi gülerek, arkadaşları da koro halinde
"İsteriz elbet, istemez miyiz ?" diye tekrarladılar. "Tamam o
halde, anlaştık bundan böyle birlikteyiz. Ayrıntıları bana gelin konuşuruz. İlk
fırsatta da resim sergini açarız. Hayırlı olsun !" dedim çıkarken.
107 numaralı odadan
ayrılırken bu kez hepsi kapıya çıkıp bizi uğurladılar. Selimin odasına kadar diğer
odaları da kısa kısa ziyaret ettik. Orada da yaklaşık iki saat kadar kaldık,
çay içip sohpet ettik. Müzik konserini, resim sergisini ve temsilcilik
seçimlerini konuştuk.
Bugün 15 Ocak, Timur'un resim sergisi açılıyor. Bugün aynı zamanda "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanınan Türk şair, oyun yazarı, romancı, anı yazarı Nâzım Hikmet Ran'ın da doğum günü.
Timur sergisini
ısrarla 15 Ocak'ta açmak isteyince doğrusu başta anlayamamıştım. Sonra öğrendim
ki namı-ı diğer Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğmuş. Onun doğum
gününe denk getirmek istemiş sergisini. Hatta adını da "Nazım, mavi
gözlü dev" olarak belirlemiş.
Bu konu başta yardımcılarım
olmak üzere pek çok yönetim memurumu rahatsız etti tabi. Ancak, Nazım Hikmet'in
neticede önemli bir şairimiz, onun düşüncesinde olanlar için de değerli
olduğunu anlattım uzun uzun. Zaten kantinde bir resim sergisine akıl
erdiremeyenler, üstelik bir de Nazım'ın ismiyle açılmasını hiç
kabullenemiyorlardı. Neticede anlaşıldı ki yine bu iş benim emrimle ve benim
sorumluluğumda yapılacak. "Siz bilirsiniz" deyip çekiliverdiler
kenara.
İş başa
düşmüştü. Sömestr tatili yaklaşıyordu ve Timur serginin 10 gün kalması
gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden son bir haftadır kantinde görevli yönetim memuru
Ekrem ve Timur'la serginin gününde ve emniyetli bir şekilde açılabilmesi için
büyük çaba sarfetmiştik. Salon hazırdı ama, başka pek çok ihtiyaç çıkmıştı
hazırlanırken.
Allahtan
Timur'un arkadaşlarının da el atmasıyla sergiyi gününe yetiştirmiştik. Bu
arada, hem Timur'la hem de arkadaşlarıyla birebir görüşüp konuşma imkanı
bulmuştum. Tahmin ettiğim gibi Timur'un etrafında okuyan, yazan, çizen elit bir
grup vardı. Belli bir ideolojik çizgiye sahiptiler, ancak asla şiddet
yanlısı değillerdi.
Bizim
çalışmalarımızı da ilgiyle izliyorlar, ancak mesafeli davranıyorlardı. Onlara
göre bizim mutlaka kafamızın arkasında gizlediğimiz art niyetlerimiz olmalıydı.
Gösterdiğimiz demokratik tavır ve özgürlük yanlısı tutumumuz yanıltıcıydı.
Devletin, hele hele benim gibi kişilerin, gerçek demokrasi anlamında bir
düşünceleri olamazdı.
Sergiyi gezmek
üzere kantine girdiğimde önüme benimle görüşmek isteyen bir grup öğrenci çıktı. İçlerinde
başörtülü kız öğrenciler de vardı ama, ağırlıklı olarak E Blok grubu olduğu
anlaşılıyordu. Mecburen ayaküstü konuştuk.
Önce Nazım
Hikmet sergisi nedeniyle bana bir güzel sitem ettiler. Vatan haini bir kaçağı
nasıl olur da yurtta anarmışım. Asılan resimler hep yasa dışı komünist
simgelerle doluymuş. Yurt yönetmelikleri buna müsaade ediyor muymuş. Yanımda
iki müdür yardımcım da vardı ama onlar iki üç adım geride duruyorlardı.
Sabırla
dinledim. Bitince dedim ki "Gençler Necip Fazıl'ı nasıl bilirsiniz ?"
Duraladılar, sonra neredeyse hep bir ağızdan "Üstad mı ? Allah
rahmet eylesin, çok severiz. Bize göre şairlerin sultanıdır o"
dediler.
"Dinleyin o halde !" dedim yüksek sesle. "Şimdi bizim sevdiğimiz, yere göğe
koyamadığımız rahmetli üstad bu ülkenin zindanlarında onlarca yıl yattı.
Kendisine gerici, yobaz, çağdışı dediler. Ülkesinden kaçmadı ama, kendi
vatanında parya muamelesi gördü. Soruyorum size ona yakıştırılan bu vasıflar,
gördüğü bu muamele rahmetli üstadın değerini azalttı mı ? Sizlerin, bizlerin
ona karşı sevgisini bir zerrecik azalttı mı ?" Yine hepsi ağız birliği
etmişçesine "Asla !" diye cevap verdiler.
Devam ettim
"Gençler siz, biz nasıl Necip Fazıl'ı, Arif Nihat Asya'yı, Abdürrahim
Karakoç'u seviyorsak bu gençler de Nazım Hikmet'i seviyorlar. Üstadı seven
milyonlarca insanımıza karşılık, Nazım'ı da seven bir o kadar insan var bu
ülkede. Ne onların fikirlerini ne de Nazım'ı sevmek zorunda değiliz. Ancak,
sevdiklerimize, kendimize saygı istiyorsak, biz de onların sevdiklerine saygı
göstermeliyiz. Neticede aynı ülkede yaşıyoruz, kardeşiz. Aynı bu yurtta kalmak,
burada birlikte yaşamak gibi."
Bir sessizlik
oldu, bazı başlar öne eğildi. "Gençler müsaade ederseniz, sergi açılışına
katılacağım. Ben bu yurdun müdürüyüm. Vazifem hepinizin inanç ve düşüncelerini
dikkate almaktır. Hepinize eşit mesafede taleplerinizi karşılamaktır" diye
de bağladım sözlerimi.
Çemberden
çıkmak üzere hazırlanıyordum ki başörtülü kızlardan biri "Hocam !"
dedi. Döndüm "Hocam, biz bir mevlid programı düşünüyoruz. Bize de izin
verir misiniz ?" Al yanaklı güzel yüzünde güller açıyordu
adeta. Kabaran bütün duygularım sönüverdi "Tabi.." dedim "tabi ki
izin veririm. Ne demek ? Siz böyle bir şey istersiniz de, ben nasıl hayır derim ?
Seve seve, seve seve. Ne zaman isterseniz bana gelin ayrıntıları konuşalım.
Sizin adınız ne ?" "Gülçin" dedi "Gülçin Selamoğlu."
Sevindiği belliydi, gözlerinin içi gülüyordu.
Sergi salonunun
kapısına geldiğimizde Timur ve arkadaşlarının merakla bize doğru baktıklarını
fark ettik. Muhtemelen o grupla konuştuğumuzu da görmüşlerdi. "Selam
Timur, Merhaba arkadaşlar. Hayırlı olsun serginiz" dedim ellerini
sıkarken. Hep birlikte içeri girdik.
Sergi salonu bir
hayli kalabalıktı. Bizim geldiğimizi görünce sesler kesilmiş, bütün gözler
üzerimize çevrilmişti. Timur önümüzde, resimler hakkında bilgi alarak tek tek tüm
resimleri dolaştık.
Yaklaşık 100 kadar karakalem çalışma sergilenmişti. Ama gerçekten güzel resimlerdi
bunlar. Timur'un hakkını vermek gerek, doğrusu bu işte ustaymış. Resimlerin
önemli bir bölümü Nazım resimlerine ve şiirlerine ayrılmıştı. Başka sol
içerikli, bize göre biraz da militarist resimler de vardı kuşkusuz.
Ancak
resimlerde, güvercin, zeytin dalı, deniz, gökyüzü ve çiçek imgeleri
oldukça bol kullanılmıştı. Yani genel olarak barış ve özgürlük temelinde Nazım üzerine
odaklanmıştı sergi. Resimleri beğendiğimi gördükçe başta Timur olmak üzere bizi
dikkatle izleyen arkadaşları da canlanmışlardı. Ziyaretçi defteri önüne
geldiğimde kalabalık normal haline dönmüştü yeniden.
Biraz da orada ayak üstü ikram
edilen meyve sularını içip, sohpet ettik. Bir öğrenci yanımıza sokulup
şunları söyledi "Hocam, biraz önce o grupla konuşmanızı duydum. Necip
Fazıl'ı sevmem ama saygı duyarım. Nazımı sevmeyenlerin de olabileceğini
bilirim. Söylediklerinizi takdir ettim. Sizi çalışmalarınızla izliyorduk ama,
gerçekten bu demokrat tavrınızdan dolayı sizi kutlarım. Bu serginin
açılışına gösterdiğiniz hoşgörü ve destek için de ayrıca teşekkür ederim. Ben
şahsen sizin gerçekten samimi olduğunuza inandım. İyi ki
varsınız."
Genç oldukça etkili konuşmuştu. Etrafımdaki bütün öğrencilerin
artık aşağı yukarı aynı düşüncede olduklarını da gözlerinden okuyabiliyordum. "Rica ederim, ben de size
gösterdiğiniz ilgi ve alaka için teşekkür ederim. İnşallah bu yurtta çok daha
güzel şeyler olacak" dedim.
Timur'un
"Hocam, defterimize bir şeyler yazar mısınız ?" sözleriyle konu
değişti. "Memnuniyetle" dedim cebimden dolmakalemimi çıkarırken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder