15 Aralık 2013 Pazar

106 15 Aralık 2013 Pazar 20:30 KAYIP DEFTER'den..........................Çöpten Çıkan Defter

Çöpten Çıkan Defter


Artık bir üniversite öğrencisiyim
Adım Süleyman Çakır. Artık bir üniversite öğrencisiyim. Üç yıl süren okul dersane maratonu sona erdi. Nihayet Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesini kazandım. Önümüzdeki hafta da Bursa'da olacağım. Şimdi hazırlanmam lazım. Bu yüzden kardeşlerimle birlikte sıkış tepiş kaldığım odama sanki son kezmiş gibi bakıyorum.

Öncelikle şu dağınıklığı halletmeli. Eski kitap ve defterler, her taraf onlarla dolu. Bana hala üniversiteye hazırlandığım günleri hatırlatıyor. Görmek bile istemiyorum. O yüzden hepsini toplayıp atmalıyım. Ardından giyeceklerimi bavuluma doldurmalı. Nihayet kardeşlerim rahat edecekler. En çok da annem sevinecek bu işe. Gideceğim için üzüldüğünü biliyorum ama en azından bu odanın hafiflemiş hali onu da memnun edecektir yani. 
......
Eski bir defter
Çöpe atmak üzere kutuya doldurduklarıma son bir kez bakıyorum. Orta boy eski bir ajanda gözüme takılıyor. Elime alıp bakıyorum gülümseyerek. Babamın ilkokula başladığım yıl bana boş sayfalarına yazsın çizsin, okul defterlerimi ziyan etmeyeyim diye getirdiği bir defter bu. 

Öylesine sayfalarını karıştırıyorum. Başlangıçta bir ilkokul öğrencisinin yazmaya çalıştığı eğri büğrü harfler, şekiller ve karalamalar görüyorum. Yer yer de çocukça çizilmiş resimler var. Bazı sayfalarını yırtmışım belli. Ama, bu defter birinin günlüklerine benziyor. Bayağı da doldurmuş hani. Yazılmış el yazısını sökmeye çalışıyorum. Fark ediyorum ki bir öğrenci yurdundan bahsediyor. Olay olmuş galiba. Dikkatimi çekiyor, elimde defter divana oturuyorum. O sayfayı soluksuz okuyorum. Sonra defterin bir başka sayfasını, sonra bir başkasını daha………

"Baba bu defter kimindi ?" 
Babam defteri eline alıp şöyle bir bakıyor. Önce hatırlamıyor. Üsteliyorum. "Baba sen bu defteri bana ilkokul birinci sınıfta getirip vermiştin hatırlamıyor musun ? Onu nerden bulduydun ?" 

Adam, gözlüğünü takıp bir kez daha dikkatle bakıyor eski, soluk, yer yer lekeli eski ajandaya. Aniden hatırlıyor. "Haa, bu bizim benzin istasyonunda çöpten çıktıydı." Babam yıllarca Aştide bir akaryakıt istasyonunda çalışmış ve şimdi emekli olmuştu. O gün istasyonun çöplerini atarken konteynırda ağzı açık bir çanta görmüş. İçinden bu defter sarkıyormuş. Atıldığını düşünmüş ve alıp ilkokula yeni başlayan küçük Süleyman'a getirmiş. 

Bu sefer merak sırası yaşlı adama geliyor. "Ne oldu ? Bir şey mi var ?" "Yok baba, bugün eski kitaplarımı toplarken buldum. O zaman hayli yazıp çizmişim, hatta yırtmışım, ama içindeki şeyler bayağı güzelmiş." Babam, annem ve kardeşlerim merakla yüzüme bakıyorlar. 

Gülerek devam ediyorum. "Defter bir yurt müdürüne aitmiş. Hem de nerenin biliyor musunuz ?" Hepsi dikkat kesiliyor. "Adam Uludağ Öğrenci Yurdu Müdürüymüş." Gülmeye devam ediyorum. Kısa bir sessizlik oluyor. Babam, anlamak için tekrarlıyor. "Yani seni kayıt ettiğimiz yurt mu ? Başımla tasdik ediyorum. "Evet baba. Benim yurt Müdürüymüş. Başından geçenleri yazmış bu deftere." 
……
Üç gündür defteri okumaya çalışıyorum. 
El yazısı biraz zor okunuyor, ama okudukça kopamıyorum. Vay be ! Adamın başından neler geçmiş. Birden üniversite öğrenciliği ve yurt yaşamı beni korkutuyor. 

Bir taraftan da merak içindeyim. Şimdi nasıl oldu acaba ? Yazılanlara göre artık düzelmiş olmalı. Şimdi ister istemez her gördüğüm şeyi ben o günlerdeki haliyle yaşayacağım. Sanki 1991 yılının Eylül ayı sonunda yurda kayıt olan Uludağ Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi öğrencisi Süleyman Çakır gibi. 

Okula başlayalı bir ay oldu. 
Başlangıçta biraz korktum ama, yavaş yavaş buradaki hareketli yaşama alışıyorum. Bir çok yeni arkadaşım oldu. Üniversite şehrin yirmi kilometre dışında. Büyük ve yeni inşa olmakta olan bir kampüs . Yurt da bu kampüsün içinde. Oldukça büyük ve kalabalık. 

Söylendiğine göre Türkiye'nin en büyük yurduymuş. 2000'i kız 3000'i erkek toplam 5000 kişilik. Görükle köyüne yakın olduğu için daha çok bu isimle anılıyor. Günler ne çabuk geçti. 

İlk günüm bayağı zor geçmişti. Kayıt için daha önce babamla Üniversiteye gelmiştik ama o gün yurdu ancak uzaktan görmüştük. Bu defa yakından bakınca, hele de içeri girince doğrusu bayağı ürkmüştüm. O günü anlatmalıyım. 

"Bursa şehir merkezinden Görükle dolmuşları ile kampüse geldim. Minibüs, fakültenin yakınında toprak bir yolda bıraktı beni. Sanki yurdun yakınına sokulmak istemiyormuş gibi de hızla uzaklaştı. 

Etrafıma baktım. Yakında duvarı bir sürü afiş ve sloganla yaz boz tahtası haline gelmiş bir trafo binası. Biraz ilerde İdari Bilimler fakültesi binaları. Onların duvarları da öyle. Kayıt olurken bazı öğrenci gruplarının hareketleri gözüme çarpmıştı. Etrafta da bazı afişler görmüştüm. Ama okula başlamanın heyecanıyla olmalı bende daha fazla etki yapmamıştı. 

Birden, kendimi yalnız, ürkek ve garip hissettim. Elimde bavulum, ıvır zıvır bir sürü poşet ve annemin doldurduğu yolluk (!) çantasıyla yurda doğru 100-150 metre yürüdüm. Yolda okula giden gelen kızlı erkekli gruplar vardı. Sanki onlar da benim gibi ürkek ve tedirgindiler. Ya da bana öyle geldi.

Uludağ öğrenci yurdu
Yurt adeta üniversite kampüsü içinde ayrı bir kampüs gibiydi. Etrafı duvarla çevrili geniş bir alanda 10-12 kadar bina ve daha bir sürü şey. 

Karınca gibi öğrenci kaynıyor. Kapıya yaklaştıkça ortam daha da ürkütücü hale geldi. Giren çıkan öğrenciler, üniformalı görevliler. Etrafta yine afiş ve yazılar. 

Yorulmuştum. Yan taraftaki listelere yöneldim. Kayıt için listede adımı aradım öylesine. Biliyordum ama bulunca daha bir rahatladım sanki. 

Bir taraftan da kaçamak bakışlarla etrafıma bakmayı sürdürüyordum. Yeniden çantalarımı yüklendim ve girişte biriken öğrencilere doğru yürüdüm.

Kayda mı geldin ?
Kapı camlarında öğrencilerin kimlik göstermeleri gerektiği yazılı. Ama sanki kimse kimlik göstermiyor gibi. Allah Allah acayip şey !. 

Bu arada birden etrafta bir hareketlenme oldu. Bir grup genç üniformalı görevliyi itip yurda girdi. Müdahale etmek isteyen diğer görevlileri de aralarına alıp tartakladılar. Düdükler çaldı, koşuşturmalar oldu. Nereden geldiyse, içerden koşup gelen diğerleriyle birdenbire kalabalıklaşan grup bağırmaya ve slogan atmaya başladı. 

Ben öyle olanları seyrediyorum, dalmışım. Neden sonra "Kayda mı geldin ?" diyen bir sesle uyandım. "Ne ? Ben mi?" Toparlandım. "Evet. Asil listede ismim var" Görevlinin yüzüne baktım, bembeyazdı. Korku ve endişe dolu bakışlarla hem benimle ilgileniyor, sık sık da slogan atan gruba doğru bakıyordu. Yüz kaslarında seyirmeler fark ettim. Bana mı öyle geldi acaba ? Gösterilen kayıt yerine doğru giderken öğrenciler dağılmış, görevliler hiçbir şey olmamış gibi işlerinin başına dönmüştü bile.

Kayıt işleminden sonra kalacağım 2 numaralı bloğa doğru giderken kantinin yanından geçtik Gerçekten ürkütücü bir görünümü vardı. Yurt kampüsünün orta yerinde geniş İki katlı bir binaydı. İçi kadar dışı da kalabalıktı. Duvarlarda yine defalarca yazılmış silinmiş, yeniden yazılmış, üstünden geçilmiş yazılar vardı. Dış camların bir çoğunun kırık olduğunu gördüm. Kırılmamış olanlarda da malum afişler. 

Yemekhane ve kantin burası olmalıydı. Büyüklüğü ve içerdeki kalabalık beni şaşırttı. Dahası, öğrenciler birer sandalye almış gruplar halinde kantin dışına da taşmışlardı. Bu arada ayakta gruplaşmış parkalı bazı gençler gördüm. İçlerinde biraz önce yurda girenler de vardı. Belli ki olayla ilgili konuşuyorlardı. 

Nasıl bir yer burası ?
Odama çıktığımda kafam "Allahım ben nereye geldim. Nasıl bir yer burası ?" sorusuyla uğraşıyordu. 

Blokta da bazı kayıt işlemleri olmuştu. Can sıkıcı bürokratik şeylerdi işte. Şunu doldur, bunu imzala, git çarşaf, nevresim al, battaniye için de şuraya gideceksin, memuru bekle, şunu yap, bunu yapma vb. bir sürü şey. 

Ama bu arada memurların hiç birinin mutlu bir hali olmadığı dikkatimi çekti. Hepsi canından bezmiş, korkmuş ve tedirgin görünüyorlardı. Gözleri sürekli kapıda, giren çıkanlardaydı. 

Ne biçim şey burada da camlarda kimlik gösterilmesi zorunludur deniliyordu ama buna uyan muyan yoktu. Etrafta da yine alışıldık görüntüler. Yazılar, kırık camlar, afişler ve aceleyle girip çıkan gruplar. 

Sonunda işlemler bitti. Odam 3 katta uzun bir koridorun sonunda bir tuvaletin karşısındaydı. 8 kişilikti. İçerde ikişer kişilik karşılıklı demir ranzalar, girişte de demir elbise dolapları vardı. Odaya ağır bir koku sinmişti. Elimde yastık nevresim etrafa bakınırken "Hoş geldin arkadaşım. Ben Mehmet" sesiyle irkildim. Orta boylu, güleç yüzlü bir genç bana elini uzatıyordu. Birden rahatladığımı hissettim."

Yeni ve şaşırtıcı bir dünyaya ayak basmıştım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder