10 Aralık 2013 Salı

103 10 Aralık 2013 Salı 23:19 İŞ DOKTORU.......................................İnsan kaynağının değeri, inanmanın gücü

İnsan kaynağının değeri, inanmanın gücü


Kişiler günlük yaşamları içinde birden fazla rol üstlenirler. 

Sevgili-eş, evlat-ebeveyn, kardeş-arkadaş, amir-memur, patron-çalışan, yolcu-müşteri rolleri birbirlerinden farklı niteliktedir. Bu farklılıklar; kişisel faktörler, toplumsal konumlamalar, çalışma hayatının gerekleri ve ahlaki beklentiler [1] gibi değişik etkenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar.
İş hayatında genel olarak iç ve dış süreçler, özel olarak da kişiliğimiz ve üstlendiğimiz roller üretilen hizmeti etkiler. Bu yüzden, yönetici ya da çalışanların kişilikleri, rol davranışları, hangi durum karşısında ne tepki verdikleri önemlidir. Neden ve nasıl davrandıkları da. Bu hususların bilinmesi ve dikkate alınması; üretilen mal ve hizmetin kalitesine, organizasyonun verimliliği ve başarısına direk yansıyacaktır.
Kuşkusuz bilinen klasik üretim faktörlerinin[2], bir girişimci ya da kurumsal oluşum önderliğinde bir araya gelmesi üretim için yeterlidir. Ancak, kaliteli, etkin, etkili ve verimli bir üretim için daha fazlası gerekir. Zira amaç ister kar olsun, ister hizmet, o yöndeki çizginin olumlu gelişmesi büyük ölçüde organizasyonda yer ve görev alan “insan” faktörüne bağlıdır.
Bir üretim faktörü olarak “emek” insanın düşünce ve beden faaliyetini ifade etmektedir. Çalışan işgücünü temsil eder. Doğal olarak bu kesim, en alttaki çalışandan en üstteki yöneticiye kadar herkesi kapsamaktadır. Yani, ister mavi ister beyaz yakalı olsun, emeği karşılığında ücret alan her birey üretim faktörü içerisinde yer alır. 
Bir diğer faktör olan “girişim” ise, öbürlerini temin edip tüm üretim faaliyetinin organizasyonunu yapan unsurdur. Ücretli emekten farklı tarafı, bizzat yatırımı yapması, hatta kaybetme riskini de göze alarak üretimde aktif görev almasıdır.
Ama, sonuçta, üretim süreci içerisinde yer alan ve emeği karşılığında ücret alan her  çalışan gibi, kaybetme riskine rağmen yatırımı yapan ve üretim faaliyetini organize eden kişi de bir “insandır.”
İşte bu yüzden kaliteyi ve başarıyı hedef almış tüm örgütlerin gerçekleştirilebilir amaçlarını ve alternatif stratejilerini ortaya koyabilmesi, dış çevrenin ayrıntılı bir şekilde tahlili kadar, kendi insan kaynağını da tanımasına, kapasitesini anlamasına, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesine bağlıdır.
O halde, çalışmaların bütünsellik içinde ele alınması, sadece klasik üretim faktörleriyle yetinilmemesi gerekiyor. Sürekli gelişmeye yönelmiş, çalışanların olduğu kadar mal/hizmet alanların da memnuniyetini de esas alan bir anlayışa [3] ihtiyaç var. Ancak “insan unsurunu” temel alan böyle bir anlayış “insan merkezli bir kaliteye” yönelebilir. Bu da hiç kuşkusuz katılımcılığı benimsemiş bir felsefe ve zihniyet değişikliğini gerektiriyor.
Elbette ki her yönetici, örgütünün gücü hakkında ve neleri yapabileceği konusunda belirli bir bilgi ve sezgiye sahiptir. Ancak önerilen yönetim anlayışının bir gereği olarak başarılı olmak için, bilinçli ve sistematik analizler [4] yapmak daha yerinde bir yönetim davranışıdır.

Hatta, örgütlerin sadece güçlü ve zayıf yönlerini tahlil etmeleri de yetmez. Geriye dönüp ortaya koyduğu güçlü yönlerinin ne kadarını muhafaza ettiğini, ne kadarını geliştirebildiğini, zayıf yönlerinin ne kadarını iyileştirebildiğini, bunları iyileştirmek amacıyla neleri yapması gerektiğini planlaması ve bu doğrultuda sağlam adımlar atması gerekir.
Dikkat edilmesi gereken şey şudur: Bu tür bir yönetim felsefesi asla teknik bir metot değildir. Varılacak bir son nokta da değildir. O hiç bitmeyecek bir yolculuktur.
Elbette ki böyle bir yönetim yaklaşımının doğal güçlükleri de olacaktır. Çünkü en başta insana değer verilmesi, insan kaynağının önemsenmesi, bizzat insanın yapısından gelen risklerle başetmeyi de gerektirir. Dahası en üst yöneticisinden en alt kademede çalışanına kadar herkesin katılımını, hizmet veren ve alan insanların işbirliğini sağlaması şarttır.

Tarih, bilgi ve tecrübe şunu gösteriyor: Bu ülkenin insanı “tekeden süt çıkaran”, “olmazları olduran” bir potansiyele sahip. İnanılmaz bir gücü var. Zorluklar, imkansızlıklar onun için önemli değil, yeter ki “insan" olarak saygı görsün, emeğine ve düşüncesine değer verilsin. Ve de inansın !

Bu sebeple, söz konusu olan bizim insanımızsa ve katılımı önemliyse o halde formül şudur; “anlamasını, benimsemesini, desteklemesini ve İNANMASINI sağla !” Gerisini merak etme. 

Çünkü katılımı kendiliğinden gelecek, işinde harikalar yaratacaktır. Hem de fazlasıyla.

----------------------
[1] Birçok ülkede bilimsel araştırmalar yaptıktan sonra ahlak kuramını geliştiren Lawrence Kohlberg, ahlaki gelişim aşamalarını en aşağıdan yukarıya doğru; bağımlı, bireysel ve çıkara dayalı, beklentiye bağlı, toplumsal sisteme ve kişisel vicdana yönelik, toplumsal sözleşmeye ve bireysel haklara dayalı, evrensel ilkelere mutabık ahlak olmak üzere altı aşamaya ayırmaktadır.
[2] İktisat bilimi klasik üretim faktörlerini; Doğal Kaynaklar (Hammadde ve Toprak), Emek (İşgücü), Sermaye (Milli Servet) ve Girişim (Teşebbüs) olarak öngörmüştür. Buna göre firma ya da kurumların mal ve hizmet üretimi gerçekleştirmek üzere kullanmak zorunda oldukları her unsur üretim faktörleri olarak adlandırılır.
[3] Bu yaklaşım; “iç ve dış tüm etkenler dikkate alınarak, işlem ve hizmetlerin katılım yoluyla geliştirilmesi ile insan tatmininin artırılmasına yönelik alınan sonuçların sürekli iyileştirilmesine dayanan, insan odaklı, mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturma; bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirleme; ölçülebilir kriterler geliştirerek performans izleme ve değerlendirme süreçlerini ifade eden katılımcı, esnek bir yönetim anlayışı” olarak tanımlanabilir.
[4] Bir örgütün analiz edilmesi ve değerlendirilmesi, aslında o örgütün kimliğini ortaya koyma çalışmasıdır. Örgütün güçlü ve zayıf yönlerinin bilinmesi ve analiz edilmesi, yönetimin örgütün amaçlarına uygun stratejiyi seçmesini kolaylaştıracaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder