Hz. İsa Mescidi
Bu yazıyı yazmama sebep olan şey küçük bir levha oldu. Çünkü; "İsa
Mescidi" ni evimin bulunduğu site yolu üzerinde ilk gördüğümde aklıma
gelen şey insanımızın altın gibi bir kalbi olduğuydu. Herhalde bu mescid,
milletimizin o engin "hoşgörü" süne de mükemmel bir örnek oluşturuyordu.
Başka bir toplumda, başka bir inançta böyle bir şey görülebilir mi, hatta
mümkün müdür şüpheliyim. Mesela gözünüzün önüne şöyle bir şey getirin;
"Hz.Muhammed Kilisesi" veya "Hz. Muhammed Sinegogu"
Biraz araştırdım. İzmir'in Selçuk ilçesinde, Artemis Tapınağı'yla Saint
Jean Kilisesi arasında 1375 yılında Aydınoğlu İsa Bey tarafından yaptırılan İsa
Bey Camii varmış. Mimar Şamlı Ali'nin eseri olan bu yapı aynı zamanda, Türk
mimarlık tarihinin Anadolu Beylikleri dönemine ait en eski ve gösterişli
eserlerinden sayılıyor.
Birde, bugün Cerrahpaşa Adli Tıp bölümü sınırları
içinde kalan Ese Kapısı (İsa Kapısı) Mescidini buldum . 1509 depreminde tamamen
yıkılan küçük bir kiliseden kalan duvar parçaları üzerine Hadım İbrahim Paşa
tarafından yaptırılmış ve Mimar Sinan tarafından da etrafına bir de medrese
inşa edilmiş. Fakat her ikisi de Gölbaşındaki gibi doğrudan Hz. İsa adına
yapılmış değil. Birini yaptıranın adı İsa bey, diğeri ise zaten İsa'dan Ese'ye
dönüşmüş eski bir klise.
Her ne kadar, bir cami değil de apartman altına bir mescid olarak
yapılmış olsa da "Hz. İsa Mescidi" nin bana göre taşıdığı anlam onu
çok daha değerli kılıyor. Özellikle de son yıllarda batıda körüklenen
islamafobia ateşine karşılık tam bir hoşgörü örneği olduğunu düşünüyorum.
Sözlüklere göre hoşgörü; müsamaha, tahammül, katlanma, görmezden gelme
veya göz yumma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi
görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de
yan tutmadan katlanma demek. İzin verme, aldırmama, iyi karşılama anlamlarına
da geliyor. Affetmek , kolaylaştırmak ,başkalarının düşünce ve davranışlarına
anlayış göstermek, hataları bağışlamak, ayıpları ve kusurları örtmek, yani hoş
görmek demek. Böylece, aslında tüm mahlûkata sevgi ve şefkat nazarından bakmak,
merhametle muamele etmek oluyor hoşgörü.
Sevgi, şefkat, rahmet, barış adalet denince aklımıza ilk gelen kişi
elbette Hz. Peygamber (s.a.s.)’dir. O, insan sevgisi, hoş görüsüyle tüm
insanlığa rahmet ve örnek olarak gelmiş, örnek davranışları inanmayanlar
tarafından da her zaman takdirle karşılanmıştır. Onun hayatı boyunca,
insanlarla iyi geçinmesi, dürüstlüğü, adaleti, sevgisi, tatlı dili ve hoş
görüsü inananlara daima örnek olmuştur.
O, herkese hak ettiği değeri verir,
küçüklere sevgiyi, büyüklere saygıyı öğütler, adaletten sapmadan birlik içinde
yaşamayı, hak sahiplerine haklarını vermeyi emrederdi. İnsanların birbirlerini
küçümsemelerini doğru bulmaz, üstünlüğün Allah’a yakınlık ile olacağını
hatırlatırdı. Bu konuda “insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu”
bildiren hadisi meşhurdur. O kendisine verilen görevi yerine getirirken engin
bir hoşgörüyle hareket etmiştir. İnsanların eski inançlarını başlarına
kakmadığı gibi, sonradan işledikleri kusurlarını da asla yüzlerine vurmazdı.
Şiddete bütünüyle karşıydı.
Çok sevdiği amcası Hz. Hamza’yı feci bir şekilde şehid eden Vahşi’yi
dahi affeden sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) hayatında hiç kimseye işkence
etmemiş ve şiddet uygulamamıştır. O şöyle buyurmuştur: “Müslüman müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez, ihanet etmez, yalan söylemez ve onu sıkıntıda
bırakmaz. Her Müslümana, diğer Müslümanın kanı (canı), namusu ve malı
haramdır."
Geçmişimizde sahip oldukları engin sevgi ve merhamet ile adeta bir
hoşgörü timsali sayılan bir çok büyük şahsiyet vardır. Bunlardan biri olan
Mevlânâ, sevgi ve hoşgörü konusunda sergilenmesi gereken cömert tavrı şu
sözleriyle dile getirmektedir: “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, cömertlikte ve yardım etmede akarsu
gibi ol,hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, tevazu ve alçak gönüllülükte toprak
gibi ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Hoşgörü bahsinde elbette Yunus Emre'den söz etmemek olmaz. Ki o
“Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı, hatta bütün
yaratılmışları sevmemiz gerektiğini söylemiştir. Ona göre önemli olan
yaratılmış olması ve onu da bir yaratanının bulunmasıdır. Zaten yine aynı Yunus
“Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz” diyerek insanın dünyadaki amacını
da açıklamış oluyor. Ona göre sevmek Yüce Allah tarafından bize verilen en
büyük nimettir ve aşksız insanın odundan farkı yoktur. "Aşık olamayan adem
benzer yemişsiz ağaca/Türlü türlü cefanın Adını aşk koymuşlar/Aşk aşıkı şir
eder/Aslanı zencir eder/Katı taşı mum eder"
Yunus’un sesi, insanları dostluğa ve kardeşliğe, birbirlerini anlamaya,
birbirlerine zulmetmemeye, hoşgörüye, barışa ve sükûna çağırır. "Biz
kimseye kin tutmayız ağyar dahi dosttur bize/Nerde ıssızlık var ise mahalle vü
şardır bize/Adımız miskindir düşmanımız kindir bizim/Biz kimseye kin tutmayız
kamu âlem birdir bize" Yunus, insanları birbirine karşı emniyete, güvene
ve asayişe, dürüstlüğe davet ederken, başkaları için tuzak kuran, fenalık ve
kötülük düşünenleri de şöyle uyarıyor; "Zinhâr gönül evinde tutma yaman
endişe/Berikiyçün kuyu kazan âkıbet kendi düşe"
Sevgi ve hoşgörüyü
hayatına düstur yapan Yunus, bir gönül kazanmanın hacca gitmek kadar sevablı ve
mühim olduğunu, gönül tahtında Allah’ın bulunduğunu ve bu makamın hiç bir
surette incitilmemesi gerektiğini, kalp kırıp gönül yıkmanın Kabetullah’a zarar
vermekle eşit, gönül yıkan kimsenin iki dünyada da bahtsız olacağını
vurgulamıştır.
Ne mutlu bize ki mensubu olmakla şeref duyduğumuz inancımız ve
kültürümüz; mutlu birey, sevgi dolu bir aile ve barış içerisinde bir toplum
öğütlüyor bize. İslam bizatihi "barış ve esenlik" anlamıyla zaten
kavga ve şiddete yer vermiyor. Her vesile ile iyiliği, güzelliği, kardeşliği,
merhamet ve adaleti, öfkeyi yenmeyi tavsiye ediyor. İşte böyle bir mayadan
elbette bir "Hz. İsa Mescidi" çıkmış olmasına şaşırmamak gerek. Bu
topraklar diğerlerini de kendi peygamberinden ayırmayan, onları da seven derin
bir sevgi ve hoşgörüye sahip. Ne güzel değil mi ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder