19 Haziran 2020 Cuma

19 Haziran 2020 Cuma 22:30 CORONA GÜNLERİ................................Maske zorunluluğu


Maskeli hayat

Koronavirüsle mücadele kapsamında ülke genelinde tedbir alınmaya devam ederken İl Hıfzısıhha Kurulu kararları ile de ilave tedbirler alınabiliyor. Bu bağlamda maske takmanın zorunlu olduğu illere İstanbul, Ankara ve Bursa da eklendi. Böylece toplamda 48 ilde koronavirüs tedbirleri kapsamında maskesiz dışarı çıkmak yasaklandı. Vaka sayılarının yeniden binin üzerine çıkmasıyla birlikte geçtiğimiz günlerde ilk etapta 42 ilde maskesiz sokağa çıkma yasaklanmıştı. Ardından bu illere Bitlis ve Yalova da eklendi. Son olarak İstanbul, Ankara ve Bursa için de maskesiz dışarı çıkmama yasağı geldi. Böylece sayı 48’e çıkmış oldu.

Maskesiz dışarı çıkmanın yasak olduğu iller şöyle; Adıyaman, Afyonkarahisar, Amasya, Ardahan, Aydın, Ankara, Balıkesir, Bartın, Batman, Bolu, Burdur, Bursa, Bitlis, Denizli, Düzce, Diyarbakır, Elazığ, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, Giresun, Iğdır, Isparta, İstanbul, Kahramanmaraş, Kayseri, Karabük, Kırklareli, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Mardin, Muğla, Muş, Nevşehir, Osmaniye, Rize, Sakarya, Siirt, Sivas, Şırnak, Şanlıurfa, Tunceli, Tokat, Uşak, Yalova ve Zonguldak.

Bu illerde maske takmayan kişilere idari para cezası uygulanabilecek. Maske takma zorunlu olduğu illerde maskesiz olarak dışarı çıkmanın cezası 3 bin 150 lira. İçişleri Bakanlığı’nın konu ile ilgili açıklaması şu şekilde; "Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 282’nci maddesi gereğince idari para cezası verilmesi başta olmak üzere aykırılığın durumuna göre Kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılmasına, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun 195 inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılacağı hususu kamuoyuna saygı ile duyurulur."

Vali Yerlikaya yaptığı paylaşımda, Bu yasağı"Değerli İstanbullular sağlığınız için İstanbul'da açık alanlarda maske takmak artık zorunlu" ifadeleriyle açıkladı. Koronavirüs salgınının en temel özelliğinin, fiziksel temas, hava yolu gibi yollarla çok hızlı bulaşması ve enfekte insan sayısının hızlı artması olduğu ifade edilen açıklamada, "salgının yayılmasını engellemenin en etkili yolunun sosyal hareketliliği ve insanlar arası teması azaltarak sosyal izolasyonun mutlak şekilde sağlanması olduğu" kaydedildi.

Açıklamada şöyle denildi:
"Aksi hallerde virüsün yayılımı hızlanarak vaka sayısı ve tedavi gereksiniminin artması sonucu vatandaşların hayatlarını kaybetme riski ile toplum sağlığı ve kamu düzeninin bozulmasına sebep olacağı gerekçesi ve Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulunun önerileri doğrultusunda; kamu kurumları ve özel sektör iş yerlerinin kapalı alanları ile toplu ulaşım araçlarında maske takılması zorunluluğu kararlarımıza ilaveten, ilimizde sokağa çıkan her vatandaşın açık alanlarda da ağız ve burunu kapatacak şekilde, usulüne uygun maske takmasının zorunlu olması, konu hakkında gerekli hassasiyetin gösterilerek uygulamanın yukarıda belirtilen çerçevede eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesinin sağlanması, tedbirlere uymayanlar hakkında Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun 282'nci maddesi gereğince idari para cezası verilmesi, aykırılığın durumuna göre kanunun ilgili maddeleri gereğince işlem yapılması, konusu suç teşkil eden davranışlara ilişkin Türk Ceza Kanunu'nun 195'inci maddesi kapsamında gerekli adli işlemlerin başlatılması, kararları alınmıştır."

Geçtiğimiz gün Bilim Kurulu toplantısı ardından gelen açıklama ile tüm Türkiye'nin gündemine gelen LGS günü ve hafta sonu sokağa çıkma yasağı için genelge yayınlandı. 81 ilin valiliklerine gönderilen genelgeye göre; LGS sınavının başlangıç ve bitiş saatleri baz alınarak belirlenen saat aralıklarında kısıtlama uygulanacağı bildirildi. Buna göre hafta sonu gerçekleşecek olan YKS ve LGS sınavı nedeniyle 81 ilde belirlenen saat aralıklarında kısıtlama uygulanacak. İçişleri Bakanlığı Genelgesine göre bu yasak "20 Haziran Cumartesi, 27 Haziran Cumartesi ve 28 Haziran Pazar günü sınav öncesi ve sonrası oluşabilecek yoğunluk nedeniyle bulaşma riskini azaltmak sınavın sorunsuz bir şekilde yapılmasını temin etmek amacıyla" uygulanıyor.

Liselere Geçiş Sınavı (LGS); 20 Haziran 2020 Cumartesi günü birinci oturumu 09.30'da başlayıp 10.45'de tamamlanacak, ikinci oturumu 11.30'da başlayıp 12.50'de tamamlanacak.  Bu nedenle 20 Haziran 2020 Cumartesi günü 09.00 ile 15.00 saatleri arasında 81 ilde vatandaşların sokağa çıkmaları yasak.

Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) ise; Birinci oturum 27 Haziran 2020 Cumartesi günü saat 10.15'te başlayıp 13.00'de, ikinci oturum 28 Haziran 2020 Pazar günü saat 10.15'te başlayıp 13.15'de ve üçüncü oturum da 28 Haziran 2020 Pazar günü 15.45'te başlayıp 17.45'de tamamlanacak.  Böylece 27 Haziran 2020 Cumartesi günü saat 09.30 ile 15.00 arasında ve 28 Haziran 2020 Pazar günü 09.30 ile 18.30 saatleri arasında 81 ilimiz sınırları içinde bulunan vatandaşlarımızın sokağa çıkmaları kısıtlanmış oldu.
Tüm dünyada sosyal alışkanlıklarımızı değiştiren bir salgın sürecinden geçiyoruz. Toplu taşıma araçlarında, restoranlarda, kafelerde, AVM'ler ve ofislerde mutlaka uyulması gereken kurallar var.

Maskeli normal

Ülkemizdeki adıyla 'Yeni normal'de devletçe ya da kurumlarca alınan tedbirler kadar kişisel önlemler de son derece önemli. Bu süreçte; usulüne uygun maske takmak, güvenli fiziksel mesafe ve yabancı yüzeylere temas sonrası elleri yıkamak gerekiyor.

Öncelikle kapalı, dar ve havasız mekânlardan mümkün olduğunca uzak durulması isteniyor. Çünkü sosyal mekânlar sağlıklı gibi görünen her insanın virüs bulaştırması mümkün alanlar. En azından böyle riskler daha çok.

Bu yüzden eve gelir gelmez eller, telefon ve anahtarlık gibi nesneler dezenfekte edilmeli. Ayakkabı ile eve girilmemeli, giysiler değiştirilmeli ve havalandırılmalı. Duş almanın faydası var. 

Aynı şekilde sosyal mesafenin olmadığı, usulüne uygun maske takılmayan ve her yerine birçok kişinin değdiği toplu taşıma araçlarından da mümkün olduğunca uzak durulmalı. Zorunlu ise onalar binerken mutlaka maske takmak ve indikten sonra elleri dezenfekte etmek şart.

Restoran, kafe ve AVM gibi çok kimsenin girip çıktığı  ortak kullanım alanlarında güvenli-fiziksel mesafe kuralının uygulanması, açık ya da  havalandırmanın yeterli olması, personelin maske takması ve yüzeylerinin sürekli dezenfekte edilmesi çok çok önemli. Elbette bu tür yerlere gidilebilir. Ancak bu mekânlarda kişi sayısı sınırlı ve kurallara uygun bir oturma düzeni sağlanmış olmalı.

Ofislerde 10 metrekareye en fazla 2 kişi düşecek şekilde çalışılabilir. Yine mutlaka maske takılmalı, hijyen kurallara uyulmalı, ofisler sürekli havalandırılmalı, ortak kullanılan asansör düğmesi, kapı kolları, bilgisayar ve telefon gibi cihazlar, masa ve sandalyeler sürekli dezenfekte edilmeli. Tuvalet temizliğine özen gösterilmeli. Lavabolarda temassız bataryalar, sabunluklar ve kâğıt olmalı. Defter-kalem; kahve-çay, su bardağı gibi şeyler kişiselleştirilmeli ve eller saat başı yıkanmalı

ThinkAloud Research Covid-19’dan sonra sosyal yaşamın nasıl olacağını, bizi nelerin beklediğini ve halkın konu ile ilgili düşüncelerini araştırmış.(*)ThinkAloud Research, İstanbul, İzmir, Ankara'da 1132 adet %50’si üniversite mezunu olan 18-61 yaş arası erkek ve kadınlarla görüşmüş. Bunların %77’si 25-45 yaş arasında.


Kuşkusuz, insanı en çok korkutan şey, belirsizlik. Sürecin ne zaman biteceği, bittikten sonra neler yaşayacağımız. Yokluk, eve kapanma, kısıtlanma, evden çalışma süreçleri pek çok yaş grubu için daha önce deneyimlemediği ve sonrasında yaşama ne gibi etkileri olacağını bilmediği bir süreç. Bu nedenle insanlar öncelikle Corona günlerinin ne zaman biteceğini öngörmekle başlayan, sonrasında da yaşanan deneyimler, değişen alışkanlıklarla harmanlanan ve bu şekilde değişen yeni öngörü ve planlar düşünüyorlarmış.

Tüketicilerin %70’i, Corona riskinin 3 ay içerisinde ortadan kalkacağına ve 6 ayın sonunda hayatın yeni bir rutin içerisinde devam edeceğine inanıyormuş. Ancak; artık hayatın güllük gülistanlık olmadığını, bir anda her şeyin alaşağı olabileceğini deneyimleyen tüketiciler, yaşamlarına kontrollü bir sosyallik getirmekten yanalarmış.

Araştırma insanların Corona’nın kontrol altına alınacağı ve hayatın nispeten normale dönmesine kadar en azından belli bir süre, “Kontrollü birlikteliklere” yöneleceğini gösteriyormuş. Daha kontrollü ve ihtiyaç harici alışveriş yapmamaya özen gösteren katılımcılar %40 civarındayken, bu süreçte online alışveriş ile tanışanların oranı ise sadece %18 olmuş.

Bu %18’lik grup, online ev alışverişinin sağladığı avantajlar ve olumlu deneyimler nedeniyle Corona sonraki süreçte de online alışverişe devam etmeyi düşündüklerini belirtmişler. Ancak mahalle marketlerinden vazgeçmek istemeyenlerin oranı da %20 imiş. Corona süreci başladıktan sonra kimi online satış sitelerindeki fahiş fiyatların gündeme gelmesi nedeniyle tepki gösteren ve bu kanallara güveni düşen tüketicilerse yine mahalle marketleri üzerinden alışverişlerine devam edeceklerini söylemişler.

Katılımcılar; Kontrollü birliktelik, Sadeleşen hayat, Farkındalığın yükselmesi, sevdiklerine, sağlıklarına ve kişisel duruşlarına daha fazla önem verilmesi gibi konulara alaka göstermişler. Mesela önceliklerini artık çekirdek ailelerinin konforu ve refahı üzerinden sürdürülmesi öne çıkan eğilimlerden biri imiş. Yine doğa ile ters düşmenin, doğanın kırmızı çizgilerine saygısızlık etmenin insan yaşamına negatif etkileri olduğunu düşünmeye başlayan katılımcılar, sağlık, sadeleşme ve sosyal sorumluluk konularında daha fazla hassas olmaya başladıklarını belirtmişler.

Güvenli alanlarını kaybettiklerini düşünen katılımcılar, yeniden kontrolü ellerine almayı, yeni bir konfor alanı oluşturmak istediklerini, “güven duygusunun” hem resmi kurumlar, hem çalıştıkları firmalar, hem de markalar nezdinde yeniden tanımlanması gerektiğini düşünmekteymiş. Ancak yine de Corona sonrası dönemde en az 3 aylık süreçte temkinli olacaklarını belirttikleri alanlar; Kalabalık ortamlarda bulunmak, Hastanelere gitmek, Yurtdışı seyahatlerini sınırlamak, Toplu taşıma kullanmak, Cafe ve restoran ziyaretleri gibi konularda sosyal izolasyonun da etkisi ile katılımcıların daha az tedirgin olduğu gözlemlenmiş.
--------------

17 Haziran 2020 Çarşamba

17 Haziran 2020 Çarşamba 23:00 CORONA GÜNLERİ..........................Rehavetin faturası


Son durum

Bugün itibariyle Corona Virüs son durum Sağlık Bakanımız tarafından açıklandı. Tabloya göre, son 24 saatte 46 bin 800 test yapılmış. 1467 kişiye Kovid-19 tanısı konulurken toplam vaka sayısı 181 bin 298, can kaybı 4 bin 842 olmuş. Tabloya göre, 17 kişi vefat ederken iyileşen sayısı 1015 görünüyor. Bu günkü verilerle, toplam test sayısı 2 milyon 721 bin 003'e ulaşmış durumda. Toplam yoğun bakım hasta sayısı 732, solunum cihazına bağlı toplam hasta sayısı 303, toplam iyileşen hasta sayısı ise 153 bin 379 olmuş.

15 Haziran Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu'nu göre; son 24 saatte 42 bin 32 test yapılmış, 1592 kişiye koronavirüs teşhisi konulmuş, 18 kişi vefat etmiş ve 947 kişi de iyileşmişti. Dünkü verilerle, toplam test sayısı 2 milyon 674 bin 203, toplam vaka sayısı 179 bin 831, toplam vefat sayısı 4 bin 825, toplam yoğun bakım hasta sayısı 722, solunum cihazına bağlı toplam hasta sayısı 291, toplam iyileşen hasta sayısı ise 152 bin 364 idi.

Bu durumda yeni vaka sayısı dünkünden 125 az. Dün vaka sayısı/test oranı %3,8 iken 16 Haziran itibariyle bu oran %3,1'e düşmüş. Vefat edenler 1 azalırken yoğun bakım hasta sayımızda ise 10 artış var. Yoğun bakım hasta sayımız 10, entübe hasta sayımız da 12 artmış. İyileşenlerde de 68 kişilik bir fazlalık var. Vefat edenlerin vaka sayısına olan %2,7 oranı ise son iki gündür değişmedi. 

Sağlık Bakanı, verilere ilişkin olarak; "Pozitif tanı sayısının 1.000’in üstünde seyrettiği son tablolarda bazı bölgeler ve grup davranışları etkin. Artışlar belli bölgelerde yoğunlaşıyor. İyileşen hasta sayımız yeni vaka sayısının altına düştü. Yoğun bakıma ve solunum cihazına ihtiyaç artıyor. Hedeften uzaklaşıyoruz. En zayıf noktamız, Tedbirsiz iyimserlik. Tedbirli iyimser olalım. Kontrollü Sosyal Hayat dönemine yarın tam olarak geçelim. Rehavet mi, mücadele mi? Maske + mesafe kuralına hep birlikte uyarsak, yayılımı kontrol altına alabiliriz. Tedbirlerle güçlüyüz, güç bizde" değerlendirmesinde bulunmuş.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bir önceki gün de vatandaşların koronavirüsten korunabilmeyi evlerine de borçlu olduğunu belirterek; "Genç yaşlı, büyük küçük hepimiz, kimi sınırlamalar hariç artık ne zaman istersek dışarıdayız. Fakat kısıt kalktı, yaz geldi diye evimiz gözden düşmesin. Kendimizi virüsten koruyabilmiş olmayı evimize de borçluyuz. Dışarıda yeterinden fazla kalmak yerine vakitlice evimize dönelim" ifadesini kullanmıştı.

Koronavirüs kaynaklı Covid-19 hastalarının sayısındaki artış hızı yavaşlamış olsa da, alınan önlemler birçok yerde sürüyor. Dünyada koronavirüs vaka sayısı 8 milyonu aştı. 16 Haziran itibariyle Dünya genelinde 8.027.975 vaka 437.722 ölüm (%5,4) kayda geçmiş bulunuyor. Amerika'da 1.870.532 vaka sayısına karşılık 108.126 ölüm var. (%5,8) Büyük Britanya'da 40.261 kişi ölürken vaka sayısı da 283.311 olarak kayıtlara geçmiş. (%14,2) Brezilya'da bu rakamlar 34.021 ve 614.941 (%5,5) , İtalya'da 33.689'a karşılık 234.013. (%14,4) Fransa'da ise 29.065 ölüm ve 152.444 vaka gerçekleşmiş durumda.(%19,1)

Görüldüğü üzere ülkemizdeki ölüm oranı hala %2,7 seviyesinde ve bu da hem dünya ortalaması olan %5,4'e,  hem Brezilya'daki %5,5 a, hem de Amerika'daki %5,8 oranına göre oldukça düşük. Diğerleri ise zaten %14,4-%19,1 arasında ve çok yüksek.

Koronavirüs salgınında son gelen bilgilere göre dünya geneli vaka sayısı 8 milyona yaklaştı. Toplamda 434 bin kişi hayatını kaybederken, 3.790.104 kişi Covid 19'u yenerek sağlığına kavuştu. Salgının en çok etkilediği ülkeler arasında Amerika ve Brezilya yer alırken, Rusya ve Hindistan'da vaka artışlarının hızlandığı görülüyor. Amerika'da 2 milyon vaka bulunurken, Brezilya da vaka sayısı 867 bin oldu.

Geri mi geliyor?

Bugün Covid-19 ile birlikte yaşamamızın 100. günüydü. Corona Virüs Bilim Kurulu, saat 17.00'de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın başkanlığında video konferans yöntemiyle toplandı. Son günlerde vaka sayılarındaki artış tedirginlik yaratırken, tüm gözler gerçekleştirilecek Bilim Kurulu toplantısına çevrilmişti. Merak edilen soru şuydu: Hükümet, vaka sayılarındaki artış sürdüğü takdirde Bilim Kurulu üyelerinin önerilerini ele alarak, “bölgesel yeni yasaklar” mı koyacak? Ülke genelinde maske zorunluluğu ile sokağa çıkma yasağı ve seyahat kısıtlamaları tekrar mı gelecek? Hafta sonu yasakları yine olacak mı? Maske takmayanlara para cezası mı düşünülüyor? Seyahat yasağı olacaksa nasıl ve hangi illere konacak?

Verilerden seyahat yasağının kalkmasıyla, vakaların Anadolu illerine yayıldığı anlaşılıyor. Mart-nisan aylarında vaka sayısının yüzde 60'ı İstanbul'da görülürken şimdi diğer kentlerdeki vaka oranının yüzde 60'a çıktığı ifade ediliyor. İllerden gelen haberler bu yönde. Yapılan değerlendirme toplantılarında salgındaki vaka gerilemesinin son 8 günde kesintiye uğradığı, yüzde 30’a inmesi gereken gerilemenin, tam tersi artışa yöneldiği görüşülmüş.

Artışın bu hafta içinde 2 binli rakamlara ulaşacağı, bunu aşması durumunda da yeni önlemlerin alınması bekleniyor. Bölgesel olarak hafta sonları sokağa çıkma yasağı getirilmesi, asker uğurlamasında olduğu gibi kalabalıklarla yapılan tüm aktivitelerin yasaklanması, maske takmayanlara ceza verilmesi gibi “kısmi yasaklar”a dönülebileceği kaydediliyor. Zira liseye giriş sınavından sonra büyük şehirlerden yazlıkların olduğu sahil bölgelerine ve Anadolu kentlerine gidiş daha da artacak. Bu durumda lokal önlemler alınması zorunlu hale gelebilir. 

Kontrollü Sosyal Hayata geçilmesinin ardından belli bölgelerdeki vaka artışları bu günkü toplantının en önemli gündem maddelerinden birisiydi. Saat 17:00'da başlayan Coronavirüs Bilim Kurulu toplantısının sona ermesinin ardından Bakan Koca, son zamanlarda vakaların arttığını fakat bu artışların beklenen düzeyin çok üstünde olmadığını söyledi. Henüz virüse karşı etkili bir ilaç yada aşı geliştirilemediğini aktaran Koca, sosyal mesafe kuralına uyulmasının önemini vurgulayarak yakın zamanda sokağa çıkma yasağı yada kısıtlması düşünülmediğini de aktardı.

İşte Koca'nın açıklamaları:

"8 Haziran 2020 itibarıyla salgın 6 ayını geride bıraktı. Ülkelerin birbirine kıyasla durumu bildiğiniz gibi toplam nüfus içinde her 1 milyon kişiden kaçına pozitif tanı konuyla belirlenmektedir. ABD 6 bin 673 vaka, İspanya 6 233, İngiltere 4 bin 393, İtalya 2 bin 928, Fransa 2 bin 416, Almanya 2 bin 249 vaka bildirmiştir. Ülkemiz 1 milyon kişi başına 2 bin 151 vaka ile 51. sırada yer almaktadır. Avrupa ülkeleri ön sıradadır. Belçika 813 vefatla listenin başında yer almaktadır. İngiltere'de her 1 milyon kişi başına 618, İspanya 850, İtalya 569, Almanya'da 106 vefat olmuştur. ABD'de bu sayı 360'tır. Türkiye 1 milyon kişi başına 57 vefat ile 47. sayıda yer almıştır. Fransa ölüm oranı bakımından yüzde 18,7 ile başlardadır. İngiltere'de yüzde 14.06, Meksika'da yüzde 11.7, İspanya'da yüzde 11.12, Almanya'da yüzde 4.73'tür. Ülkemiz yüzde 2.67 ölüm oranıyla 81. sırada yer almaktadır.

Dünya insanı henüz gönülleri müsterih edebilecek bir zafer elde edemedi. Dünya en yüksek günlük vaka sayısını 7 Haziran'da gördü. Henüz doğrudan etkili bir ilaç bulunamadı, aşı geliştirilemedi.

Her mesajımda sizleri durumdan bilgilendirmeye, risklere karşı uyarmaya çalışıyorum. Haziran ayı ile birlikte başlattığımız normalleşmenin eski hayat tarzına dönüş olmadığını ısrarla vurguladım. Toplum hayatının vazgeçilmez gereklerinin farkındayız. Üretim devam etmek zorunda, eğitim, ulaşım, ticaret, turizm ve bütün hizmet sektörlerinin canlı olması toplumun geleceği için vazgeçilmez unsurlar. Vakalarımız arttı ama sürpriz yok beklenen sınırdayız. Sınırı aşmamak elimizde.

Hafta sonları vatandaşlarımızı açık havadan mahrum ettik, şehirlerarası ulaşımı kısıtladık. Gençlerimizden ve büyüklerimizden evlerinde kalmalarını istedik. Gencimiz, yaşlımız maskeye, mesafeye, temizliğe dikkat ederek bu toplumsal harekete güç kattı ve sonuç aldık. Sağlık personelimizin fedakarca çalışması ve güçlü sağlık altyapımız bize bir başarı hikayesi yazdırdı. Kara göründü ama deniz hala dalgalı. Ekonomik, sosyal yönden normalleşme bir zorunluluktur. Bilinçli, istikrarlı, kararlı adımlarla ilerledikçe dalgalardan, dalgalanmalardan korkmayız.

Son 3 günde Ankara'da ortalama vaka sayısı 177'dir. İstanbul'da son 3 günde ortalama vaka sayısı 616. Virüsün etkisinde azalma yok ama hekimlerin tedavi gücünde artış olduğu bir gerçek. Vaka sayısına göre vefat oranının en yüksek olduğu il Gümüşhane, en düşük olduğu il Kilis.

Bugün 1429 vaka tespit edildi, 19 kişi hayatını kaybetti. 1261 kişi iyileşirken toplam iyileşenlerin sayısı 154.640 oldu. Günlük yeni vaka sayımızda, dün, bir önceki güne göre 125 azalma olmuştu. Bugün durum durağan. Yeni iyileşen hasta sayımız, şu an yeni vaka sayısından daha az. Tedbirlerle vaka sayısını ve riski azaltmalıyız.

Maske kullanımı ile ilgili şuan 45 ilde karar alındı. Benzer şekilde ilave olabilecek illerimizin de olabilir. Bilim Kurulumuzun 3 il önerisi oldu. Bunlar İstanbul, Ankara ve Bursa'dır. Tedbir amaçlı maske önleminin alınması olmuştur. Şu dönemde uygulamada maske zorunluluğu olmasına rağmen bunun sağlanmadığını görüyoruz. Bu noktada sağlanmayan illerimizde veya ortamlarda vaka sayılarının arttığını çok net görüyoruz.

Sokağa çıkma yasağı yada kısıtlaması düşünmüyoruz. Dalgalanmalar beklediğimizden fazla ama bazı bölgelerde daha fazla. Bölgesel olarak bir dalgalanma var ve tedbirlere daha çok uymalıyız. 18 yaş altı gençlerimizde bir artış olmadı. Ama demin verdiğim rakamlarda yaş ortalamasının aşağıya düşmesini ifade ettim. Özellikle gençlerimizin sokağa çıkmasıyla birlikte bu ortalamanın arttığı. Şu dönemde giderek yaş dağılımının 70.4'e çıktığı görüyoruz. Özellikle yaş ortalamasının yukarıya doğru çıktığını söyleyebilirim. Hem 65 yaş üstü hem de kronik rahatsızlığı olan vatandaşlarımızın daha az dışarı çıkmalarını tedbirlere dikkat etmelerini rica ediyoruz.

Aşı çalışmalarımız devam ediyor. Bununla ilgili 3 çalışma hayvanlar üzerinde deneniyor. Önümüzdeki aylarda klinik çalışmanın yapılacağını söylemem zor. Eylül ve ekim aylarında aşı çalışmasında klinik aşamaya gelebiliriz. Antikor çalışmamızın yarısı sona erdi. Sürü bağışıklığının aslında kolay bir bağışıklık olmadığını söyleyebiliriz. Biz toplumda gerçekten taşıyıcılığın oranını bilmek istiyorduk bu tarama ile. Toplumda yaygın bir taşıyıcılık yok. Binde 2 ler düzeyinde." 

17 Haziran 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı166...............................Güçlü ve Zayıf yanlar(VI)

Güçlü ve Zayıf yanlar(VI)
Bu hafta da Susurluğun "KALKINMA VE TEŞVİKLER" açısından güçlü ve zayıf yönlerini ele alacağız. Daha önce Whatsapp grubumuzda yapılan tarama çalışmasında bu alanda Susurluk için “Güçlü yön”: “Yatırımcılar için tercih edilebilir bir teşvik sistemi” olarak belirlenmişti. Halen mevcut olan bu faktörün orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bilindiği üzere ‘Yatırım Teşvik Sistemi’ genel, bölgesel, büyük ölçekli ve stratejik yatırımların teşviki uygulamalarından oluşuyor. 2012 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konan Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar kapsamında yer alan desteklerin uygulanması açısından iller, sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyeleri dikkate alınarak altı bölgeye ayrılmış. Bölgesel Teşvik Sistemi işte bu önceden belirlenen bölge ayırımları esas alınarak uygulanmakta. Güney Marmara Bölgesinde yer alan ilimiz bu bağlamda 3. bölgede yer alıyor. Tabi ki bu avantaj sadece il merkezi için değil Susurluk için de geçerli. Teşvik sisteminde Balıkesir’in 3. bölgede olması, OSB kurulması ile ilgili çalışmalar ve Güney Marmara Kalkınma Ajansı kapsamı içinde olmamızla birlikte düşünüldüğünde orta vadede ilçemize avantaj sağlayabilir.  Zira gerçekleştirilecek muhtemel yatırımlar, belirlenen sektörler ile asgari yatırım tutarı şartlarını sağlaması halinde,  3. Bölge desteklerinden yararlanabilecekler. Dikkate alınması gereken husus, bu desteklerin daha çok OSB özelinde uygulanıyor olması ki bu kriter de Susurluk Ömerköy’de kurulacak OSB için geçerli. 
Yapılan tarama çalışması ve katkılar sonucu “KALKINMA VE TEŞVİKLER“ sektöründe tespit edilen “Zayıf yanlar”ımız ise; “işsizliğin artmakta oluşu”,”Stratejik plan için yetişmiş eleman eksikliği”,”Geleceğin Planlanmasına idari kadroların ve partilerin farklı bakış açıları”,”Geleceğe yönelik düşünmeme”,”Yenilikçilik, girişimcilik, markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında geri kalınması” ve “Uluslararası işbirliği deneyiminin olmaması” olarak belirlenmişti. 
 “İşsizliğin artmakta oluşu” ülkemizde olduğu kadar tüm dünyada da önemli bir sorun. Türkiye'de işsizlik oranı, 2020 başında geçen yılın aynı dönemine göre 0,9 puan azalışla yüzde 13,8 oldu. Bu dönemde, istihdam edilenlerin yüzde 16'sı tarım, yüzde 20,7'si sanayi, yüzde 5,2'si inşaat, yüzde 58,1'i ise hizmet sektöründe idi. Susurluk’la ilgili bugüne ait herhangi bir işsizlik verisi yok. Dolayısıyla da geleceğe yönelik ne olacağına dair bir öngörümüz de bulunmuyor. Ancak, Susurluk’ta kiminle konuşulsa işsizlikten yakınıyor. Bu sıkıntı rakamla ifade edilemese de varlığı hissedilen bir gerçek. Kaldı ki geçmiş yıllarda %10 civarına düşen işsizlik oranı son yıllardaki krizlerle beraber bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyüyor. Nüfus artış oranından daha fazla büyüme ve yatırım gerçekleşmezse istihdam meselesinin orta vadede de konuşulması kaçınılmaz olur. Görüşüme göre Susurluk’ta işsizliği giderek arttıran belli başlı üç sebep var. Bunlardan ilki tarım ve hayvancılıktaki yapısal sorunlar, ikincisi Şeker fabrikası, Yörsan ve mola tesislerinin negatife dönen durumu, üçüncüsü de özelde köyden kente gelenlerin, genelde ise okuyan gençlerin iş bulamaması olarak görünüyor. Bu konu güncelde bir zafiyet olduğu kadar orta vadede de şayet yeni iş sahaları açılmazsa sorun olarak gündemde kalmaya devam edecek.
Aslında işsizlik sorunun altında yatan sebepler arasında nitelikli eleman sıkıntısı olduğunu biliyoruz. ”Stratejik plan için yetişmiş eleman eksikliği” de bu meselenin bir başka yönü. Kalkınma için stratejik plan ne kadar gerekliyse, bir plan yapabilmek için de yetişmiş eleman olması o kadar şart.   

        Bu doğru bir tespit. Yalnız ‘nitelikli ya da yetişmiş eleman’ dediğimizde bu her zaman okumuş, diplomalı insan anlamına gelmiyor. Bakarsanız etrafınızda böyle bir işi becerebilecek pek çok insan var aslında. Ancak hiç kimsenin bir kenara itilip değersizleştirilmemesi, katılımcı bir stratejik plan süreci içinde uygun olanların seçilip kazanılması gerekiyor. Kişinin yaşadığı yer söz konusu olduğunda her kesimin ve her fikrin değerli olduğu kabul görmeli. Bu noktada ilçeyi yönetenlerin bakış açısı, iş yapma biçimi ve sorumlulukları daha bir öne çıkıyor sanki. Hiç kimse kendinden menkul, her söylediği tam doğru olamaz. Onlardan dediğim dedik olmaları değil, tam aksine süreç içinde insanları ortak bir amaca doğru adaletle yönetebilmek bekleniyor. Aksi halde kâğıt üzerinde en güzel görünen planlar bile maalesef topal olabiliyor. Bunun en güzel örneği profesyonel firmalara parayı bastırıp fiyakalı bir stratejik plan kitabı yaptırmakla ilgili olabilir. Ancak uygulayıcıları, tarafları, etkilenenleri ve paydaşları işin içinde olmayan bir plan ancak kitaplıklarınızda süs olur. İyi, etkin bir plan; sade, iddiasız ve en az masrafla da olsa onu yapanların benimsedikleri, kendilerinden bir şeyler kattıkları ortak bir belgedir. Kısaca en iyi plan uygulanabilen bir plandır.  
          Kuşkusuz ”Geleceğin Planlanmasına idari kadroların ve partilerin farklı bakış açıları” bu tür süreçleri oldukça olumsuz etkiler. Toplum olarak her meseleye devlet ağırlıklı bakış açımız sebebiyle idari kadroların geleceğin planlanmasında daha etkin olduklarını düşünür ve bekleriz. Oysa o idari kadroları belirleyen siyaset ya da politika yapanlar değil midir? İdari olarak bir makamda bulunan kişinin iktidar düşüncesinin haricinde bir çizgide olması mümkün mü? Siyasi iktidarın istemediği bir idareci görevde kalabilir mi? Oluyorsa, doğal olarak bakış açılarında da bir farklılık olacaktır ki; bu durumda geleceğin planlanması kadar her meselede sorun yaşanmasını göze almak gerekir. En azından genelde böyle düşünürüz değil mi? Peki, aynı fikirde olduklarında bile neden tam gelişme sağlanamıyor? Sebebi farklı fikirler olmadığında, idareci ve karar verenlerin tüm yaptıklarını yüzde yüz doğru kabul etmeleri olabilir mi? Uygulamada sıkıntılar çıkmaya başlayınca da kimse başarısızlığı üstüne almak istemiyor. Neticede öyle ya da böyle un varken, şeker varken bir türlü helva yapılamıyor işte.
Geleceğin Planlanması her şeyden önce geleceğe yönelik düşünmeyi gerektiriyor. ”Geleceğe yönelik düşünmeme” ise stratejik plan yapılmasının önündeki en büyük engellerden biri. Stratejik plan kavramı 5018 sayılı kanunla 2006’dan beri yürürlükte.  Başlangıçta çok iyi çalışmalar yapıldı ve aradan 14 yıl geçti. Görünen şu: Kâğıt üzerinde plan yapmakta gerçekten başarılıyız, bu doğru. Fakat iş uygulamaya gelince maalesef sınıfta kalıyoruz. Elbette ki bunun da birçok nedeni var. Ancak; gerek siyasilerde, gerek alt düzeyde politika yapanlarda, gerek toplumda etkili sivil toplum önderleri ve idari kadrolarda, hatta tüm toplumda geleceğe yönelik düşünmeme her konuda iyileşmeye engel bir zayıflık. Hâlbuki resmî kurumlar, STK’lar ve siyasiler yörelerine gelecek her yatırım için ortak hareket etmek zorundalar. Neticede her bir yatırım ilçemizin ve gençlerin geleceği demek oluyor. Bunun için elbette geleceğe yönelik düşünebiliyor olmaları, ortak bir gelecek vizyonunu paylaşıyor olmaları gerekli. Yoksa kısa görüşlü eski alışkanlıklarla hareket edip, kısır çekişmelerle, politik tartışmalarla zaman tüketecek olurlarsa bundan en başta yine ilçemiz ve insanımız kaybetmiş olur.
Geleceğe yönelik düşünme gibi; yenilikçilik, girişimcilik gibi yetenekler de zamanımızda paradan daha değerli. Bu vasıfların iş dünyasına yansıması da çoğu zaman markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama gibi ataklarda kendini gösteriyor. Bu nedenle ”Yenilikçilik, girişimcilik, markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında geri kalınması” sadece ilçemizde değil ülkemizde de yaygın olarak hissedilen eksiklikler. Hâlbuki inancımız bize şunu söylüyor: Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın lütuf ve ihsanı çok geniştir. İlmi her şeyi kaplar. Her şeyi hakkıyla bilendir." (Bakara 261) Demek talep edersek ve ihlasla çalışırsak bu yetenekler layık olana verilir. Sonra da bu kişiler bizzat Cenab-ı Allah’ın; “Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler” (Fetih Suresi 29. Ayet) övgüsüne mazhar olurlar. Bundan dolayı şayet ilçemizin geleceğini düşünüyorsak, gelişmesini istiyorsak yenilikçi, girişimci ve inançlı insanlara ihtiyacımız olduğu çok açık. Onlar varsa; markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlamanın en iyisinin yapılacağına emin olabiliriz. Aksi halde emek, zaman ve para harcadığınız ürünler elimizde kalır. Hizmeti sunmayı beceremiyorsak para kazanamayız. En önemlisi bir ‘üretim kültürümüz’ yoksa var olmayı sürdüremez, silinir gideriz. Malum meseldir: “Durursan düşersin!” Kazananlar durmayıp yürüyenlerdir.
Eğer şehrimizin orta vadede bir cazibe merkezi olmasını istiyorsak daha fazla kişi bu ideali omuzlamalı. Bir sanayi kuruluşu sade biz istediğimiz için gelmez, akıllıca stratejilerle ilçemizi çekim merkezi yaparsak, sahip olduğumuz artılara bakarak gelir. Bu bizim daha fazla birlik beraberliğimize, daha fazla ortak akıl üretmemize, laf üstüne laf değil taş üstüne taş koymamıza bağlı. Bu anlamda kuşkusuz “Uluslararası işbirliği deneyiminin olmaması” ilçemiz için bir dezavantaj. Zira bu deneyimin yaşandığı ihracat ve ithalat faaliyeti neredeyse yok denecek kadar az. Ayrıca bu hususta güçlü olmak öncelikle yabancı dil bilmek ve dijital iletişim teknolojileriyle içli dışlı olmayı da gerektiriyor. Gerek eğitim alanında gerekse iş yaşamında bu alana yatırım yapmak artık bir lüks değil zorunluluk. Başta oda ve borsamız olmak üzere, yönetici ve STK’larımız da bu konuda üstlerine düşeni yapmalılar. Dış ticaret öncelikle elbette bu konuda çalışan kişi ve firmaların konusu. Bu bağlamda orta vadede Susurluk’ta konuşlanması muhtemel tarım, sanayi, ticaret ve hizmet sektörü kuruluşlarıyla birlikte ihracat ve ithalat faaliyetlerinin de yoğunlaşacağını bekleyebiliriz. Kaldı ki bu günün ve yarının teknolojisiyle dünyanın her yerine sanal iletişim mümkün. Dünya ticaretinin önemli bir kısmının internet üzerinden döndüğünü biliyor, görüyoruz. O halde Susurluk bilinçli bir şekilde bu zayıflığını azaltmanın ve giderek güçlü hale gelmenin stratejik yollarını bu günden bulabilmelidir. Enseyi karartmaya da gerek yok ama. Sonuçta ne olacaksa olacak. Önemli olan olacak olan değişim ve gelişimi öngörebilmek. Öngörebilirsek, planlayabilirsek ve stratejik hamlelerle hedeflerimize ilerleyebilirsek başarılı olabiliriz. Bunun için de anlamak, benimsemek, inanmak, desteklemek ve katkı vermek gerekiyor.

15 Haziran 2020 Pazartesi

15 Haziran 2020 Pazartesi 20:00 CORONA GÜNLERİ...........................Etme bulma dünyası

Alma mazlumun ahını

Amerika'nın tam anlamıyla başı belada. Bugüne kadar dünyanın başına bir çok bela açmış bulunan ABD bu kez kendi içinde bela ve musibetlerle sarsılıyor. Ara sıra büyük kasırga ve yangınlarla başetmeye çalışan dünya eşkiyası mart ayından bu yana Corona salgınıyla uğraşıyor. Zaten yeteri kadar silahlanmış insanlar en ufak bir bahane ile sokaklara dökülüyorlar. Küçük çapta okul baskınları ve katliamlar oluyor silahlı çocuklar eliyle. O yetmemiş gibi bu ay da ülke ırkçılık karşıtı protestolarla deyim yerindeyse tam anlamıyla allak bullak oldu. Hem de birbiri ardından iki olayla.

Düşmanımız bile olsa kimseye beddua etmek istemeyiz ama şu atasözü insanın dilinin ucuna da geliveriyor: "Dünya etme bulma dünyası. Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!.." Dünyanın her yerinde keyfine göre parmak oynatan bu süper güç, başka ülkelerin yangın yerine dönmesine hep sesli sessiz güldü. Onların "Bizimkiler" dediği adamların neler karıştırdığını çok yakından bilenlerdeniz. 15 Temmuz darbe girişimi ve arkasından yaşadıklarımız daha çok sıcak. Malumu ilana lüzum yok o "Bizimkilerden biri" hala Pensilvanya'da bir malikanede yaşıyor.

Salgının merkezi ve en çok can kaybının yaşandığı ülke olan ABD'de vaka sayısı 2 milyon 100 bini geçerken, hayatını kaybedenlerin sayısı da 116 bin 400'ü aşmış durumda. Baştan beri bilinen kötü senaryoya göre bu sayı 200 bini bulabilir. Bu felaket henüz devam ederken George Floyd'un polis cinayetine kurban gitmesinin ardından ülkede ırkçılık karşıtı protestolarla kentler adeta yangın yerine döndü. Üstelik bu protestolar salgın hastalık benzeri kısa sürede çok sayıda ülkeye de yayıldı. Bu tepkiler henüz dinmemişken ABD Polisi bir siyahiyi daha hedef aldı. Atlanta'da Rayshard Brooks adlı siyahi bir kişi polisler tarafından vurularak öldürüldü. Yaşanan olayın ardından başlayan protestolar gün içinde devam ederken siyahi vatandaşın öldürüldüğü restoran da ateşe verildi. Atlanta'da insanlar sokağa dökülürken polis şefi Erika Shields istifa etmek zorunda kaldı. Akşam saatlerinde şehirdeki çevre yolunu da kapatan göstericilere polis müdahale etti.

Amerika'da Corona ile bulanan sular bir türlü durulmuyor! Floyd olayı sakinleşmemişken Atlanta'da yaşanan polis şiddeti ortalığı daha da karıştırdı. Olay cuma akşamı Brooks'un, restoranın arabaya servis aracında sırada beklerken uyuya kalması, daha sonra da polisin onu uyandırması üzerine aralarında çıkan tartışma üzerine yaşanmış. Aracından inip polisin elektroşok tabancasını alan Brooks, tabancayı polise doğrulttuğu sırada öldürülmüş. Minnesota eyaletinde siyahi George Floyd'un gözaltında alınırken öldürülmesinin üzerinden henüz iki hafta geçmişken yaşanması, kentte bir anda tansiyonu yükseltmiş bulunuyor. Daha sonrasında polis ile göstericiler arasında zaman zaman çatışmalar yaşanırken, çok sayıda gösterici gözaltına alınmış durumda.

Irkçılık virüsü

Amerikan Birleşik Devletleri’nde George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından, ırkçılık karşıtı gösteriler sadece ABD'de değil dünyanın birçok ülkesine de yayıldı. Avrupa'da bazı ülkelerde bu protestolar yapılırken, dünyanın öbür ucu Avustralya’da bile yerlilere dönük ırkçılığın protesto edildiği görüldü. Bu arada bazı ilginç olaylar da oluyor. Meselâ ırkçılığı hatırlatan bazı heykellerin saldırıya uğraması bunlardan biri. 

Önce Floyd’un öldürüldüğü Minnesota’da Kolomb’un üç metrelik bronz heykeli devrildi.  Boston ve Miami’de de protestocular Kolomb heykellerine saldırırken, Boston’da kent merkezindeki heykelin başı kopardılar. Ardından ABD iç savaşında kölecilik sisteminin devamını isteyen Konfederasyon yetkililerinin heykellerinin bir kısmı da aynı akibete uğradı. Güney eyaletlerinin kurduğu Amerika Konfedere Devletleri’nin başkanı Jefferson Finis Davis’in Richmond’daki heykeli, aynı gün Kolomb’un bir heykeli kaidesinden indirildikten sonra yakılarak göle atıldı. Böylece George Floyd’un beyaz polislerce katledilmesi ve ardından Polis şiddetinin tetiklediği günler süren protestolar ırkçılık karşıtı bir harekete dönüşmüş oldu. 

Bazı ülkelerde ırkçılığın sembolü durumundaki heykel ve anıtlar hükümetlerce korunmaya çalışılıyor. Ancak alınan tün önlemlere rağmen heykeller yine de eylemcilerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Protestolara katılan yüz binlerce kişi ırkçılığı hatırlatan bu heykellerin kaldırılmasını istiyor. ABD'de bir çok şehirde Konfederasyon yöneticilerine ait heykellerin kaldırılacağı açıklandı. Hatta Birgminghan ve Mobile’de bazı heykeller kaldırıldı. Ancak aktivistler birçok şehirde dilekçe toplayarak tüm heykellerin kaldırılmasını talep ediyorlar.

Tarihçiler ise heykellerin dikilmesinin temel sebebinin ‘beyaz ırkın üstünlüğü’ fikri olduğunu söylüyorlar. Çünkü özellikle ABD'deki heykellerin bir çoğu iç savaşın ardından 19. yüzyılın sonlarına doğru özellikle siyahlara ‘güç beyazlarda’ fikrini hatırlatmak için dikilmiş. Güney eyaletlerinde yıkılan heykellerin tarihi, 19.yy ortalarında 4 yıl süren bir iç savaşa işaret ediyor. Güneylilerin savaşı kaybetmesi sonrasında Amerikan anayasasında 6 Aralık 1865 tarihli köleliği yasaklayan bir düzenleme yapılmış. Böylece kölelik resmen yasaklanmış. Ancak 1890 yılları ila 1929 yılları arasında köle sistemi ve ırkçılığı savunan Konfederasyon yetkililerine ait onlarca anıt ve heykel dikilmiş. 2019 yılında yapılan bir çalışmaya göre 23 eyalette konfederasyona atfen 780 anıt sayılmış. Bazı tarihçilere göre heykeller ‘beyaz ırkın üstünlüğü’nün yanı sıra, bu üstünlüğün devamı amacıyla dikilmişler.Amaç iç savaş sırasında köleciliği savunan güneyde ‘beyaz ırkın üstün olduğu’ kültürünü yerleştirmekmiş. 

Bazılarına göre bu heykeller bir miras iken, bazılarına göre ise geçmişteki ve şimdiki ırkçılığın sembolleri durumunda. Heykellere yönelik saldırıların son 5 yıla dayanan bir geçmişi var. Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Önemlidir) hareketinin yükselişi ve 2015 yılında Charleston şehrinde Mother Emanuel Kilisesi’nde dokuz siyahın katledilmesinin ardından heykellerin kaldırılmasına dönük bu tartışmalar alevlenmiş. Katliamın ardından başlayan protestoların temel konusu ırkçılığı hatırlatan heykeller olmuş. 2015 yılındaki kanlı saldırının ardından 114 heykel kaldırılmış. Bu arada ülkede ‘Unite the Right’ adlı ırkçı gösterilerin toplanma alanı yine bu heykeller olmuş. 2017 yılında beyazların üstünlüğünü savunan bu gösterilerde konfederasyon generali Robert E.Lee’nin heykelinin kaldırılmasına karşı çıkılmış. Yaşanan olaylarda onlarca kişi yaralanmış ve bir kişi de hayatını kaybetmiş.

Harvard Üniversitesi’nden tarih profesörü Khalil Gibran Muhammed, beyaz üstünlüğünü savunan ve kutsayan bu ırkçı kültür değiştirilmeden, ABD’nin siyahlara dönük politikalarının değişmeyeceğini söylüyor. Profesör Muhammed, "Beyaz gençlerde dahil, eylemlere katılan birçok kişi bunun farkında. Anıtları kaldırmanın amacı ırkçılık kültürünü kaldırmaktır" diyor

Öyle anlaşılıyor ki; insan yaradılışına aykırı ırkçılık virüsü, insan genlerine işlemiş kölelik  acısı ile kaçınılmaz bir hesaplaşma yaşayacak. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir hastalık bu. İnsanlık geçmişinin o büyük günahını, bir başka hastalık ırkçılık virüsüyle tetikleyip uyandırmak üzere. Her geçen gün patlamaya hazır bir bomba ile onu ateşleyecek fitil birbirine daha da yaklaşıyor. Ortalık alevlenirse şu anda dünyayı sallayan coronadan çok daha tehlikeli bir salgınla karşı karşıya kalabiliriz. Zira köleliğin mağdurları siyah insanlar ve ırkçılık virüsünü taşıyan beyazlar dünyanın görece gelişmiş ülkelerinde birlikte yaşıyorlar. Yani, tehdit şu anda suyun altında olsa da ortaya çıktığında boğmayacağı zengin ülke yok gibi.