25 Şubat 2020 Salı

26 Şubat 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı150..................................‘5n 1k’ formülü


‘5n 1k’ formülü
Aynı amaç istikametinde çaba göstermenin ilk aşaması meseleyi ‘ANLAMAK’ sa, ikinci adım farklı düşünceleri paylaşıp ortak bir yürüyüşü ‘BENİMSEMEK’ olmalı. Üçüncü halka olan ‘İNANMAK’ çok önemli. Adeta işin odak noktası. Anlaşılmamış, benimsenmemiş ve inanılmayan bir yürüyüşün başarısı olmaz. Ama anlamış, benimsemiş ve inanmışsanız o davaya omuz verir, destekler ve ‘KATKI’nızı esirgemezsiniz. 
Madem ki "Susurluk için ne yapılabilir?" sorusuna bir cevap bulmaya çalışıyoruz ve "Susurluk için orta ve uzun vadeli bir plânlama yapılmalıdır" tezimiz var, o halde konuyu anlamak, benimsemek, inanmak ve katkı vermek için de bir yöntemimiz olmalı. Bunun için de ben '5N,1K' tekniğini öneriyorum.
'5n 1k' diye bilinen formül 'Ne, Nerede, Ne Zaman, Nasıl, Niçin ve Kim?' gibi beş temel sorudan oluşuyor. Bir gazetecilik terimi olarak popüler hale gelmiş. Günümüzde kullanım alanı oldukça geniş. Eğitim, yönetim, sorun çözme, planlama, proje yapma, raporlama ve değerlendirme gibi pek çok süreçte kullanılmakta. Hem kişisel yaşamımızda,  hem de toplumsal alanda her hangi bir şey ya da olay hakkında ayrıntılı düşünmemize yardımcı olan bir yöntem. “Kim?”, “Ne?”, “Nerede?”, “Ne Zaman?”, “Nasıl?” ve “Niçin?” sorularıyla bir olay, sorun ya da planın ayrıntılı bir biçimde ortaya çıkarılmasını sağlıyor. Konunun ya da sorunun gerçek yapısını anlama, belirleme ve analiz edilmesini kolaylaştırıyor. Yönetsel anlamda da bir sorunu çözmenin, bir rapor yazmanın, hatta bir proje oluşturmanın en kolay, en basit ve kapsamlı yolu. 5N1K yöntemi, doğru ve basit soruların kullanılmasıyla sorunların tespit edilmesini, açıklığa kavuşturulmasını ve tanımlanmasını sağlayabiliyor. Kuşkusuz, öncelikle durumu belirlemek için kullanılıyor. Sonraki aşama ise sorulardan alınan cevaplara göre kritik faktörleri görebilmek. Nihai safha ise çözüm önerileriyle ilgili.
İlk soru “Ne?” sorusu. Bu soru konunun anlaşılmasına yardımcı oluyor. İşin, sorunun, durumun, olayın, görevin vb. tanımının yapılmasını sağlıyor. Sorun ne? Risk ne? Durum ne? Ne yapılacak? gibi benzer sorularla sıralı olarak önce eylem, sonra da amaç ve hedeflere doğru yönelmek mümkün.  Örnek verecek olursak; "Susurluk için ne yapılabilir?" sorusu bizi "Susurluk için bir plânlama yapılmalı" eylemine götürdüğü gibi bakış açısına göre başka çözüm önerilerine de imkân verir. İkinci soru “Niçin?” Sorusudur ki “Neden?” sorusuyla aynı manâdadır. Bu soru bize eylemin amacını vermeye yardımcı olur ve o amaca yönlendirir. Misâl; Niçin bir plân yapılmalı? sorusuna “Çünkü Susurluğun içinde bulunduğu durum bu günden yarına çözülebilecek gibi görünmüyor” diyoruz. Karşı karşıya olunan sorun günlük değil ki günübirlik çözümlerle halledilebilsin. Yılların birikimi zafiyetler var, bütün göstergelerde yıldan yıla izlenen bir düşüş söz konusu. Bunlar ite kaka, taşıma suyla, ekle yamayla hallolabilecek şeyler değil. Plân yaklaşımı bütün bunlara soğukkanlı, kapsamlı ve en etkili çözümleri üretebilir.
Takip eden “Nasıl?” sorusu bize bunun nasıl yapılabileceğini düşündürür. Yöntemimizi belirlemede yardımcı olur. Hangi adımı/adımları atacağımızı, bunların özelliğini seçmemizi sağlar. Sorun nasıl çözülür? Hangi şartlar ve usullerle? Bu başlık altında sorulan sorular ‘Nasıl’ın altını doldurur. Meselâ  konumuza dönersek; yapılmasını önerdiğimiz ‘Plânlama’ nasıl bir plân olacak? Cevap;  “en az beş yıllık orta vadeli, stratejik yönetim yaklaşımı ve tüm susurluğu kapsayan Bölgesel bir alt plân tekniği ile.” Neden? Çünkü Susurluğu bulunduğu halden çıkarıp geliştirip yükseltecek çözüm bir yıl iki yıl içinde inşa edilemez. Kurumların her birinin kendi hizmetlerini plânlamasıyla da hallolamaz. Orta ve uzun vadeli bir plânlama gerekiyor. Ayrıca bu plânın stratejik yönetim yaklaşımıyla yapılması yasal altyapı ve diğer plânlara uyum açısından da şart.
“Nerede?” sorusu bize mekân ve yer kavramlarını belirlemede yardımcı olur. Sorun nerede? “Susurluk’ta.” Şehir merkezinde mi? Hayır, tüm Susurluk’ta. O halde çözümü nerede arıyoruz? elbette ki “Güney Marmara’nın iki ilinden biri olan Balıkesir’in alt bölgesi olan Susurluk ilçesinde.” Zaten temel soru "Susurluk için ne yapılabilir?" değil miydi? Çözüm de buradan çıkacak. Ancak, vurgulanması gereken fark şu: yapılmasını önerdiğimiz plân tüm Susurluğu kapsayan Bölgesel bir plân olmalı. Yani Güney Marmara Kalkınma plânıyla uyumlu bir alt plân olarak yapılmalı. Susurluğun bütün köyleri, mahalleleri ve şehir merkezini kapsamalı.

Peşinden gelen ‘Ne Zaman?’ sorusu olayın gerçekleştiği veya gerçekleşeceği zamanı netleştirir. Zamanla ilgili süre ve süreç kavramlarını belirlemeye yardımcı olur. Hedef; tarihleri, süreyi ve sıklığını da detaylandırmaktır. Yine kendi örneğimizden yola çıkarsak; 2023'e susurluk için bir alt bölge stratejik plânıyla girmeliyiz. Bunun için dolu dolu üç yılımız var. İlk plân 2023-2028 dönemi için 5 yıllık olmalı, sonra da beşer yıllık aralarla güncellenmeli. 
 

Buna göre ikinci plân dönemi 2028-2033, üçüncü plân dönemi 2033-2038, dördüncü plân dönemi 2038-2043, beşinci plân dönemi 2043-2048 ve nihayet altıncı plân dönemi de 2048-2053 olmalı.

Beşinci ve son aşama “Kim?” sorusu ile cevap buluyor. Bu aşamada konuyla ilgisi ve sorumluluğu olanların belirlenmesi söz konusu. Hedef ise yapılacak olan şeyden doğrudan etkilenenlerin kimler olduğunun tadat edilmesi. Çiftçiler, gençler, işçiler, esnaf, yöneticiler, iş insanları, kurumlar vb. gibi. Sorular şöyle sıralanıyor; Plân hazırlığını kimler yapacak, Katkı verecekler ve paydaşlar kim, Planın yazılması, izlenmesi ve güncellenmesinden kim sorumlu, Kimler uygulayacak, Sorumlular kim ve kimler etkilenecek?..  İşte bütün bu sorularla ‘Susurluk için yapılacak bölge alt plân özelliğine sahip orta ve uzun vadeli Stratejik plânın’ ilgili, yetkili ve sorumlu kişileri belirlenmiş olacak.
Bu sorular için sanıldığının aksine yüksek bir eğitim düzeyine ihtiyaç yok. Basit sorular. Ancak, tüm soruların cevaplandırılması gerektiğinden bu manâda sistematik bir özelliğe sahip. Böylece başarıya en kısa yoldan ulaşılabilir. Yaklaşılan meselenin verileri bu plâna göre toplanırsa eksik bilgi kalmaz, yeniden yeniden zaman, kaynak ve emek harcamaya gerek duyulmaz. Okuyan kişi neticede kafasındaki ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman, kim sorularının cevaplarını net bir şekilde bulabilir. Bazı sorunlar karmaşık halde olabilir, gerçek nedenleri üzerinde daha fazla düşünmeyi gerektirebilir. Bu tür sorunlar için doğru soruları bulup sormadan ve hakkındaki doğru verileri toplamadan olmaz. Bu nedenle 5N1K soruları bizi çözüme en kısa ve en etkili yoldan yaklaştırabilmektedir.
Hiç kimse “ne yapabilirim ki?” demesin. Hz. İbrahim için gagasında bir damla su taşıyan serçe kadar da mı olamıyoruz? Susurluk için herkes bir şeyler yapabilir. Düşünceleriyle, fikirleriyle, önerileri ve katkılarıyla. Hiçbir şey yapmıyorsa yolda ‘diken’ olmasın yeter. Susurluğun geleceğini, evlatlarının nasıl bir ortamda yaşayacağını düşünen herkes en azından bir dua da mı edemez? Regâib kandili hepimiz için hayra vesile olsun inşallah.

24 Şubat 2020 Pazartesi

24 Şubat 2020 Pazartesi 17:30 DÜŞÜNCELER......................................Ne düşünüyorum?

Ne düşünüyorum?

Ne kadar çok yalan var ortada dönen ve ne kadar çok yalan söyleyen. Şimdi yalanın adı 'paylaşım' oldu sanal dünyada. Evet, 'Yalancının mumu yatsıya kadarmış' ama kendi sönse de isi kalıyor geride. Tüketim toplumu olduk ya, sanal dünyada dönen yalanlar da çabuk tüketiliyor, o kadar da çabuk unutuluyor. Eskiden olsa yalancının mumu sönmekle kalmaz el aleme maskara da olur, gün yüzüne çıkamazlardı.

A be kardeşim! Kimin uydurduğuna, doğru olup olmadığına bakmadan iki tıktık paylaşıveriyorsun. Söylenen şey bir iftira mı, yalan mı, ihanet mi bilmiyorsun. Nasıl bir mikroba taşıyıcılık ettiğinin farkında değilsin. Genellikle o tür yalan mikroplarını sanal dünya için üretip saçanlar kendilerini gizliyorlar, anlamıyor musun? Çoğu sahte hesap ya da bir takım organizasyonların kasıtlı tertipleri. Başkalarının piyonu oluyorsun anlasana!

Paylaştığın senin düşüncen değil, 'kopya' bir söylemi ne diye vakit ayırıp okuyayım. O tür düşünceleri aslından okuyup dinleme imkanım varken  seni niye kaale alayım ki? Varsa sana ait, kendi düşüncelerini paylaş yine de katılmayabilirim ama hiç değilse seni bilirim, saygı da duyarım. Bu ülkenin tek renkli olmadığını, olamayacağını bilecek kadar aklım fikrim var. Fizikteki F1, F2 kuvvetleri ile 'bileşke' çizimini bir hatırla. Sen F1'sen ben F2'siyim, bunun daha F3'ü,F4'ü,milyonlarca Fx'i var. Hepimiz aynı gemideyiz, birbirimizi, düşüncelerimizi ve yönümüzü etkiliyoruz. Hiç kuşkun olmasın ki hepimizi taşıyan ülke, hatta dünya gemisinin gittiği yön ne tam olarak benim ne de tam olarak senin istediğin yönde. Cumhuriyet ve demokrasi dediğimiz şey de tam olarak bu değil mi zaten?

Eski zamanların arkadan kurmalı saatleri gibi zembereği boşalana kadar tek bir ses: tık-tak, tık-tak, tık-tak da tık-tak..Makinalar veya programlanmış elektronik aygıtlar belki, ama insanoğlu böyle olabilir mi? Hangi insan öğretilmiş papağan gibi konuşur, ya da hangi aklı ve dili olan insan bir kukla gibi başkaları tarafından oynatılır? 

İnsan ne saattir, ne robot, ne papağan ne de kukla. İnsan her şeyden önce düşünebilen, kendisi olabilen ve kendisini ifade edebilen bir varlık. Esaretin türlü çeşit halleri var ama aklını, fikrini zalim taşeronların kullanımına sunmuş birine özgür denilebilir mi? Özgürlük insana ait, farklı bir haldir, ama bunun farkında olması beklenir.

Anladık okumuyorsunuz, okuduklarınız daha doğrusu baktıklarınız bir iki satırlık paylaşımlardan ibaret. Hiç değilse gönül gözünüz, ferasetiniz açık olsa. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna aklınızı kiraya verdiğiniz için gücünüz yetmiyor olabilir. Ancak, inanın ki azıcık yüreğinizi dinleseniz o sizi yanıltmayacak. Aksi halde…Aksi halde, biraz abartılı olsa da -teşbihde hata olmaz- bir gün kendinizi şöyle bir kara komedyanın içinde bulabilirsiniz: ''Haber geldi, dünya dönmüyormuş; genel başkan öyle dedi !'' Aaa öyle miymiş, baksen şu aptallara dünyanın döndüğünü sanıyorlar! Cahil işte, ne olacak!..''

Cehalet sadece bizim bildiğimiz, kullandığımız manada cahillik, bilgisizlik değilmiş biliyor musunuz? Cahil; bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olandır. Genelde cahil deyince hepimizin anladığı ilk mana bu. Çok ilginçtir ama, Kur’an böyle bir cahilliği çok da kınamıyor, bilgisizlikten dolayı yapılan yanlışların Allah tarafından af edilebileceğini söylüyor. 

Fakat; Allah’ın emirlerine karşı soğuk davranan, o emirleri basite alıp gereğince önemsemeyen ve daha da kötüsü o emirlerin üzerine başka sözler söyleyenler için, hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hüküm bina edenler için, hakikatlere karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyenler için, başkasına bahşedilen güzellikleri çekemeyerek kıskanan, kendi elinde bulunan nimetlere şükür edeceği yerde, başkalarının elinde bulananları hazmedemeyenler için, başkalarına dil uzatan, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan ve güzelliği ortadan kaldırmak için ona-buna çelme takanlar için oldukça şiddetli ifadeler kullanmış. 

Bu nedenledir ki Mekke’nin en kültürlü ve soy itibari ile en asil insanına Ebu Cehil/Cehaletin babası denilmiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de cahilin ve cehaletin bu anlamlarını çok iyi kavramış olduğundan, onu belli bir zamanın ve mekânın ismi olarak değil, bir zihniyet ve hayat tarzının ifadesi olarak anlamış ve böyle anlaşılmasını istemiş. 

Zamanımızda da böyle koyu bir cehalet ve bir dolu cahil örneğine rastlıyoruz. Meselâ bir insan herhangi bir iman belirtisi olmadığı halde neden dini mevzularda başkalarını keser biçer? Kendi yaşamadığı halde neden başkalarının eksik ve kusurlarıyla uğraşır? Dinde olmadığı halde neden yaşamda karşılaşılan bazı olumsuzlukları ısrarla dine yamamaya kalkışır? Din olgusunu başka dinlerdeki inanç ve uygulamalarla genelleyerek neden İslamı da suçlar? Din istismarından rahatsız olduğu halde neden kendisi de dini kavramlar ve uygulamalar üzerinden eleştiri yaparak politik kazanç umar? Bu da bir din istismarı değil midir? Birilerine ya da birşeylere saldırırken neden acaba bu işin aslı, doğrusu nedir diye merak etmez? Bu cehaleti sırıtmaz mı, anlaşılmaz mı sanır?

Kasıtlı ve hasmane tacizler kötü niyetli olmayan, çıkış noktası iyi niyetli tenkitlerden hemen ayırd edilebilir. Böyleleri zaten ya dikkate alınmaz, ya da araya daha kalın duvarlar örülmesine sebep olur. Nefret ve kin duvarlarının kime ne faydası var? Yapılan bazı imaların, ufak ufak bazı iğnelemelerin, yanlış ve yalan olduğu apaçık dolaylı bazı göndermelerin bile samimi gönülleri inciteceği neden akla gelmez? 

Herkes yaptığının hesabını verecek. O gün geldiğinde onların yerinde olmak istemem. Ama onca kul hakkından nasıl kurtulacaklar? Abdurrahim Karakoç'un bir şiirinde bu gibilere zarif bir nasihat var: 
Gölgesinde otur amma / Yaprak senden incinmesin / Temizlen de gir mezara / Toprak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa / Doğru söyle sorarlarsa / Tabutuna sararlarsa / Bayrak senden incinmesin.
İl göçsün göçtüğün vakit / Yol yansın geçtiğin vakit / Suyundan içtiğin vakit / Kaynak senden incinmesin.

Yukarıda sıraladıklarım dindar insanlar için de geçerli. Mücadele edilir, edilecektir ancak Allah korusun savaşın bile bir usulü var. Yalan, iftira, hakaret Müslümana yakışmaz. Başkalarının kutsallarına saldırılmaz. İman etmişsek dosdoğru olmakla da emrolunmuşuz. Mücadele ederken bile bir edep ve adap içinde olmak gerek. Bakın, Müslümanlık iddiasında olanların yanlış, eksik ve kusurları nasıl bize bir silah gibi yöneltiliyor. Tavsiyem şu: inanan inanmayan herkes kur'an okumalı. İslamı öğrenmeye çalışmalı. Sapla saman karıştırılmamalı. Aksi halde bu kör dövüşünden herkes yara alacak. Belki de ahireti kararacak. Yapmayın.

Facebook sayfam her açtığımda soruyor: "Ne düşünüyorsun?" Ne mi düşünüyorum? Gördüğüm, duyduğum çirkinliklerden uzak durabilmeyi. Elimle, dilimle ve kalbimle iyiye yönelebilmeyi düşünüyorum. Bazen bir yalana, iftiraya ve kötülüğe rastladığımda ona karşı gelmeyi çok istiyorum. Ama sabredip direniyorum o gayya kuyularına düşmekten. Onların ateşine odun taşımak gibi geliyor cedelleşmek. Pisliğin etrafa bulaşmasına alet olmaktan korkuyorum. Yoksa elbet söyleyecek sözüm, diklenecek gücüm var. Onun yerine güzel bir iş yapmayı, güzel söylemeyi ve yazmayı tercih ediyorum.

Herkes huyuna suyuna göre davranır elbette, gördüğü eğriliği düzeltmeye çalışan, susmayıp karşılık verenlere de saygım var. Ancak, bunu yaparken hasmının üslubuyla denk düşenler de içimi acıtıyor. Sözün şehveti de bu olsa gerek, içlerinde söz ustalığı, zeka ve cesareti görebiliyorum. Muhtemelen "nasıl da vurdum ama"keyfini tadıyorlardır. Bana uymuyor.

Bazen saldırı ve tacizin arttığını gözlemliyorum. Dört bir yandan geliyor. Evet bu ülkede karanlık odakların tertip ve piyonları çok tanıdık, sır değil. Ne boyaya girerse girsinler, hangi bahaneyi kullanırsa kullansınlar onları tanıyabiliyoruz. Adeta düğmeye basılmış gibi aynı malzemeyle aynı hedeflere saldırıyorlar. 

Bunlara karşılık organize olmuş birileri de var, onları da fark etmemek mümkün değil. Atışa karşılık atış, tacize karşılık taciz, söze karşılık sözle vuruşuyorlar. Keşke kötülükle mücadele ediyoruz derken kötülüğün bataklığına düşmeseler.

Bir de dini mevzularda köktenci karıştırıcılar var. Belki doğru şeyler söylüyorlar ama üslupları bir terörist gibi. Başkalarıyla didişerek, 1400 yıllık birikimi toptan reddederek nasıl bir tebliğ oluyor ki yaptıkları. Kuranı temel aldıklarını söylüyorlar ama bir güzel ahlak örneği vermiyorlar. Bunların tacizi de az yara açmıyor yüreğimde. Öyleyse bu konuya bir nokta koymadan önce onun sesine de kulak verelim, bakalım ne demiş:
Vurduğun yere iyi bak yanlış olmasın / Düşün, dinle, araştır dolan olmasın / Kırdığın, döktüğün yerler talan oluyor / Etme! az bir tamah için dünyan yanmasın
Bakarım nerede pislik sen oradasın / Dikkat et kendine ziyan olmayasın / Cedel ister isen elbet hasmın da olur / Bulaşma, bulaştırma seni boğmasın
Varsa fikrin söyle, hayra çalış durma! / O dedi, bu dedi deyip vır vır edip konuşma / Başkalarının ardı için bak atalar ne demiş:/ Eşelenip durursun 'b.k içinde çekirdek arama'
Kendine göre dürüstsün, iyisin belli / Durmuşsun bir köprüde kulağın küpeli / Deli Dumrul gibi hesap kesersin / Geçmeyenden yüz, geçenden yüz elli
Hepimiz faniyiz bu dünya yalan / Eğriyle, uğruyla oynaşma kalan / İyilik istersen yolun dümdüzdür / Kuklacı ipi olmasın sana dolanan
Allah bir, Kur'an haktır kuşkusuz inanırsın / İnsanoğlu şaşar, onu da Ademden bilirsin / Öyleyse kişinin günahı da olur, sevabı da / Hoşgör! Gün gelir incittiğinin eline düşersin
İman bahçesinde destursuz gezme / Zülfüyare dokunur bastığın çizme / Maksadın bağcıyı dövmekse şayet / Bağa zarar verme, gülleri ezme
Yalana, iftiraya, kumpasa gelme / Bir kuru hırs için kul hakkı alma / Söyleyecek daha çok söz var amma / İncitmek istemem 'bir' gönlü asla

İşte böyle...Bahar geliyor, ben bütün bunlara rağmen 'fidan dikmeye ' devam edeceğim. Fitne kazanlarında kaynamak istemiyorum. Bana göre yazmak da tohum ekmek ya da fidan dikmek gibi. Onlar da okuyanların aklı ve gönlüne ekilip dikiliyor. Ürün vermesi zaman, ihtimam ve nasip gerektiriyor. İyilik yapmak ve evlat yetiştirmek de öyle. Ben de yazarak ardıma tohum bırakıyorum, fidan dikiyorum. Çocuklarımla, torunlarımla ve ailemle ilgileniyorum. 

İnşallah okuyarak, yazarak, tohum ekerek ve fidan dikerek hak menzile ulaşmaya çalışacağım. İşte bunları düşünüyorum. Bu arada günler, aylar yıllar geçiyor. Diktiğim fidanlar da Allahın izniye büyüyorlar. Bir yandan hamdolsun torunlarım da artmakta. Fidanlarım da birer evlat gibi. Canlarımla birlikte büyüyüp serpilmekteler. Rabbim fidanlarımın meyvesini bereketli, gölgesini şifa eylesin. Can parelerimin de iki cihan saadet ve selameti için duacıyım.