31 Aralık 2020 Perşembe

31 Aralık 2020 23:30 Cuma CORONA GÜNLERİ.................................... 2020 bitimi, 2021 sınırında

2020’ gidiyor

Allah daha kötüsünden korusun. 2020 yılı nihayet bitiyor. Her geçen gün gibi yılları da arkada bıraktığımızda iki duygu arasında kalıyoruz. Bir yandan her doğan sabah her yeni yıl için umutlu olmak istiyoruz. Ki yaşıyoruz, hayat devam ediyor; doğal olarak yenisi eskisinden daha güzel, daha hayırlı olsun istiyoruz. 

Öte yandan yine iyi kötü yaşadığımız şeyleri arkada bıraktık. Bir burukluk var içimizde. Güzel anılar, değerini bilmediğimiz sağlık ve mutluluklar da yitip gitti eskisiyle. Yenisinin nasıl geçeceğinden ise hiç mi hiç emin değiliz.  

2020 yılı başından beri fırtınalı bir deniz gibiydi. Felaketler birbirini kovaladı yıl boyunca. Ama bu yıla corona belası damgasını vurdu. Yıllar boyu değil belki nesiller sonra bile belki böyle hatırlanacak. Üzerinde kitaplar yazılacak, belgeseller, filmler yapılacak. Daha nasıl ve ne zaman sonlanacağını bile biliyor değiliz. Ama zaman durmuyor, akıp gidiyor kendi mecrasında. İşte öyleydi böyleydi derken corona ile bile bir yılı tamam ettik.

Bugün itibariyle tüm dünyada 82 milyonu (82.115.011) aşkın vaka kaydedildi. 1,8 milyona (1.793.368) yakın kişi vefat etti. Ölüm oranı %2,2 olarak gerçekleşti. Yani hastalanan her 1000 kişiden 22’si öldü. 7,8 Milyar dünya nüfusuna göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 10.560, ölüm sayısı ise 231 olarak hesaplanıyor.

Bugün itibariyle ülkemizde de 2 milyonu (2.178.580) aşkın vaka kaydedildi. 20 binden (20.388) fazla kişi vefat etti. Ölüm oranı %0,09 olarak gerçekleşti. Yani hastalanan her 1000 kişiden 9’u öldü. 83 Milyon nüfusumuza göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 26.199, ölüm sayısı ise 245 olarak hesaplanıyor.

2020’nin son günlerinde aşı haberleri gündemin ilk sıralarında. Bazı ülkeler aşılamayı başlattılar bile. Bize Çin’den sipariş edilen 50 milyon dozdan 3 milyonu bugün geldi. Bir hafta kontrolleri yapılacak, tedbirleri alınacak. Muhtemelen yeni yılın ikinci haftasında aşılama bizde de başlayabilir.

‘2021’ geliyor

Bu gece 2020’den 2021’e geçeceğiz. İkisi arasında bir dakikanın 60’ta biri kadar bir uzaklık var. Adeta belli belirsiz bir zar gibi. Bir yüzü geçmişi saklıyor diğer yüzü de geleceğe uzanıyor. Önceki yıl da bu zamanlarda benzer şeyleri düşünüyorduk. Ancak yaşadıklarımız bizi pek memnun etmedi. Zor bir yıldı, bu gece de bitmeyecek. Takvim yaprakları 2021’i gösterecek ama bugün neyse yarın da öyle olacak gibi.

Aslında zamanın örgüsü ilmik ilmik örülüyor farkında değiliz. Aynı gibi görünen iki saat ya da gün arasında bile değişimi gerçekleştiren ince nüanslar var. Eğer değişiyorsa hayat, farklılaşıyorsa dünyamız bu nüansların birbirine eklenmesiyle oluyor. Bir gün bir bakıyoruz ki ne çok şey artık yok, ne çok yeni şey girmiş hayatımıza. Bir virüsün ettiklerini düşünün. Maskelerin arkasına mahkum etti bizi. Pek çok insanı hasta etti. Sevdiklerimizi toprağa verdik “ecel gelmiş, baş ağrısı bahane” diyerek.

Elbette yeni yılın sağlık getirmesini, hayırlı olmasını diliyoruz rabbimizden. Güzel şeyler düşünüyoruz umutla ve heyecanla. Her şeye rağmen o güzel şeyler hep oluyor hayatın içinde. Yarın da, öbür gün de olacak. Acılar, üzüntüler olacağı gibi. Görmek isteyen için hayatın hangi yüzüne baktığın önemli. Sıkıntılar görmek istersen bir dünya örnek var. İyilikler ve güzellikler için de öyle. Türk siyaseti açısından da böyle. Gergin geçen, neredeyse üç dört cephede mücadele ettiğimiz bir yıldı 2020. Anca öyle şeyler oldu, öyle şeyler yapıldı ki anlatmaya kalksam çok çok uzun bir liste olur.

Misal bizim için 2020 küçük torunlarımızla şenlenen bir yıldı. Şimdi biri 2,5 yaşını geçti, diğeri 1 yaşını doldurdu. Corona günlerinde rabbim bize hediye vermiş onları. Onlarla güldük, onlarla can bulup tutunduk hayata. Her günleri bir öncekinden farklı, her anları tatlı ve renkli idi. Onlar “dedde”, “nenne”, “anneanne”, “babaanne” dedikçe bütün dertlerimiz çözüldü gitti. Öpüp kokladıkça cennet kokusu çektik içimize. Sarılan küçük kolları büyük mutluluklar yaşattı ailemize.

Şimdi de ikiz bebekler bekliyoruz. Rabbül alemin sağlıkla kucağımıza almayı nasip etsin. 2021 için de en güzel müjde bu oldu bize. Coronanın ortadan kalktığı, devletimizin başarılarla yükselmeye devam ettiği, ülke olarak millet olarak da gücümüzün arttığı bir yıl olur inşallah.

Bu yıl ben yazma konusunda hiç olmadığı kadar üretken bir yıl geçirdim. 20121’de inşallah “corona günleri” dahil üç kitap çıkarabilirim. Oğlumuz Bahadır Cüneyt de böyle sıkıntılı bir yılda üç kitap yayınladı. İlki “Serüvengiller” bir çocuk kitabıydı. İkincisi “Kuş lokumu” ismiyle çıktı. Oldukça özgün bir çalışmaydı. Son kitabı “Şapşallar”ın basılıp satışa sunulduğunu daha bugün öğrendik. Başarılarının devamını diliyoruz.

Gelelim başbelamız corona konusuna. Bugün yani 2020’nin son günü itibariyle tüm dünyada 83 milyona (82.994.220) yakın vaka kaydedildi. Ölenlerin sayısı 1,8 milyonu (1.810.360) geçti. Ölüm oranı %2,2 olarak gerçekleşti. Yani hastalanan her 1000 kişiden 22’si öldü. 7,8 Milyar dünya nüfusuna göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 10.673, ölüm sayısı ise 233 olarak hesaplanıyor. Sadece son üç günlük trende bakarsak 1 milyon kişi başına vaka sayısı 10.475, 10.560 ve 10.673 olarak artmış görünüyor. Aynı şekilde 1 milyon kişi başına vefat sayısının da maalesef 229, 231 ve 233 olarak arttığı anlaşılıyor.

Ülkemize bakacak olursak; Corona günlerinin 295'ncisi, 2020'nin son günü  itibariyle ülkemizde de 2 milyonu (2.194.272) aşkın vaka kaydedildi. 20 binden (20.642) fazla kişi vefat etti. Ölüm oranı %0,09 olarak gerçekleşti. Yani hastalanan her 1000 kişiden 9’u öldü. 83 Milyon nüfusumuza göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 26.388, ölüm sayısı ise 248 olarak hesaplanıyor.

Sadece son üç günlük trende bakarsak vaka sayıları: 15.805, 15.692,14.380 olmuş, azalma var. Aktif hasta sayıları 2.783,2.612,2.219 görünüyor, düşüyor. Ölümler 253, 254, 239 seviyesinde, azalmakta. Ağır hasta sayıları 4.191, 4.098, 3.918 olarak kayda geçmiş, onlar da azalıyor. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 26.199 ve 26.388 olarak çok düşük bir farkla artmış görünüyor. Aynı şekilde 1 milyon kişi başına vefat sayısının da maalesef 245 ve 248 olarak arttığı anlaşılıyor. Buradaki artış da oldukça yavaş.

2021 yılında aşı çalışmalarının başarılı bir sonuçla coronayı bitirmesini diliyoruz. Bu haberi alıncaya kadar bir yıldır alıştığımız TMM tedbirlerine devam etmemiz gerekiyor. Umarız 2021’i de böyle geçirmeyiz.

31 Aralık 2020 Perşembe 15:30 KİTAPLAR ARASINDA........................Minyeli Abdullah

Minyeli Abdullah

“Minyeli Abdullah”ı 1972’de henüz lise ikideyken okumuştum. Benim için çok özel bir kitap. Hayatım için değerli bir dönüm noktası oldu. O güne kadar Anadolu’da doğan her Müslüman çocuğu gibi küçük yaşta kur’an öğrenmiş, ibadet şekillerini öğrenmiş, camide namaz kılıp müezzinlik yapmış biriydim. Ancak, sonraki yıllar bir okuyup adam olma sevdasına tutuldum. Ailem de bu tutkumu anladı ve destekledi. Fakir olduğumuzdan tek çıkış yolum devlet parasız yatılı sınavlarını kazanmaktı.

 

Öyle de oldu, imtihan kazanıp okumak üzere parasız yatılı okumaya gittim. O dünya bambaşkaydı. Köyden çıkıp gelmiş bir çocuk olarak bütün gayretimi sarfedip başarılı olmaya mecburdum. Yıllar bu çabalamayla geçti. Lisede bazı çocukların başka başka kitaplar okuduklarını fark ettim. Benimse öyle roman filan gibi yeni kitaplar alma imkanım yoktu. Ders kitaplarım bile devlet tarafından karşılanıyordu.

 

Oysa kitap okuma tutkumun önünde sınır yoktu. En sevdiğim mekan ders çalışmak için gittiğimiz halk kütüphanesiydi. Kitap kokusuna o zamanlardan alıştım. Çok zaman yeni kitap alabilen arkadaşlardan onlar okuduktan sonra iade etmek üzere kitap alırdım. Mütala sırasında, teneffüslerde, hatta uyumadan önce ya da tatil günleri yatakta çarçabuk okuyup geri verirdim ki yine isteyebileyim. Bu arada hafta sonu çarşı izninde olduğumuz saatlerde bir sahaf dükkanına takılır oldum. Orada çok az bir parayla ödünç kitap almak ya da satın almak mümkündü. İşte Minyeli Abdullah kitabını alıp okumak böyle nasip oldu.

 

Başta bir roman olarak okudum. Farklı bazı şeyler ilgimi çekti bir daha okudum. Üçüncü defa okuyup bitirdiğimde adeta kafamda bir lamba yanmıştı. Benim çocukluğumda ezberlediğim, adetten olarak yaptığım şeylerin çok ötesinde bir dünya keşfetmiştim. O dünya bana hayatın anlamını, hayata ve ötelere bakış açımı yeniden gözden geçirtti. Geçmişimle geleceğim bu mizanda yeni bir boyuta taşındı. “Müslüman” olmayı, bunun sadece bir ritüeller bütünü değil, herşeyi kavrayıp anlamlandıran ve düzenleyen bir “dava” olduğunu keşfettirdi.

 

Minyeli Abdullah asıl adı Ömer OKÇU olan Hekimoğlu İsmail'in(*) 1967'de yayınladığı bir kitap. İlk kez o yıl Babıâli’de Sabah gazetesinde tefrika edilen Minyeli Abdullah, o kadar büyük ilgi görmüş ki bu kitabı basmak için bir yayınevi kurulmuş. Yayınlandığı tarihten bu yana da 53 yıl geçmiş. Galiba türk edebiyatının en çok baskı yapan romanı. Sadece çıktığı yıl dört ay gibi kısa sürede 50 bin satmış.

 

Yıllar geçti ama Minyeli Abdullah yüzbinler tarafından okunmaya devam etti. Sinemaya uyarlandığında bu defa da gişe rekorları kırdı. 1990 yılında Rahmetli Yücek Çakmaklı tarafından filme çekilen Minyeli Abdullah aynı ilgiyi beyaz perdede de gördü. Bugün baktığımda 98.nci baskısının satışta olduğunu gördüm. Kitabı üniversitede iken bu kez 14.ncü baskısında satın almıştım. Yıl 1976 idi, bendeki nüsha hala o.

 

Minyeli Abdullah’ı ilk okuduğumda, ben bir liseliydim ve Türkiye 70’li yılların sancılarını yaşıyordu.  Yeni genç halimle etrafa bakıyor, olanı biteni anlamaya çalışıyor ve o kadar farklı yollar arasından kendiminkini bulmaya çalışıyordum. Belki de hayatımda üst üste üç kez okuduğum tek kitap. Okudukça hem dertlendim hem de umutlandım. Çünkü Abdullah’a üzülmüştüm. Ha Abdullah ha Mehmet, ha Mısır ha Türkiye. Dertler, dertliler aynıydı. Umutlandım çünkü; o labirentten çıkış işaretleri de vardı romanda.

 

Minyeli Abdullah, 20. asır Müslümanını anlatıyor. O Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de, Irak’ta da, Cezayir’de de, Pakistan’da da, Nijerya’da da, Türkiye’de de, hâsılı dünyanın her yerinde yaşayan bu dalalet asrının karanlığında yol arayan ve bulan Abdullahların hikâyesi aslında. Sözde Mısır’da geçiyor ama asıl Türkiye'nin öbür yüzünü, inanan insanların dünyasını anlatan bir kitap.

 

Minyeli Abdullah’ı bugüne kadar hayatımın özel bir köşesinde hiç unutmadan sakladım. Aradan acılı 70’li yıllar, 12 eylül darbesi sonrası 80’li yıllar. Ardından gelen rahmetli Özal rüzgarı. 90’lı yılların dalgalı, girdaplı krizler dönemi. Nihayet Erbakan‘ın başbakanlığı. Tamam derken yine bir 28 Şubat kara lekesi. Ardından 2002 ile başlayan Anadolu baharı, bu defa “Tayyip”le ayağa kalkış. İşte onunla da 18 yıl geçti. Corona salgınına 2020’nin onca felaket ve saldırılarına rağmen şahlanış devam ediyor.  

 

Kitap, Mısır'ın Minye şehrinde büyüyen, dönemin istibdadına karşı dini bir duruş sergileyen Abdullah'ın başından geçenleri konu ediniyor. Ben bugün 63 yaşındayım. Anladım ki, bu hayatın gayesini sırtına yüklemiş, taşlı, çakıllı, dik bayırlardan yukarı tırmanan, tırmanırken de mescidini taşıyan her memleketin bir Abdullah’ı, her devrin bir Ahmet’i, her dönemin bir Mehmed’i var.

 

Hekimoğlu İsmail şöyle demiş kitabı hakkında: “Minyeli Abdullah’ı yazarken aslında dertlerimizi yazdım, inançlı insanların dünyasını ve yaşadıklarını… O dönemde o günün şartlarına bağlı sıkıntılar vardı. İnsanlar İslami kitap okudukları için kolluk kuvvetleri tarafından karakola götürülüp nezarete atılıyorlardı mesela. Müslümanların içinde bulunduğu hali bir şekilde anlatmalıydım.”

 

Hekimoğlu İsmail, dönemin şartları ve maddi yetersizliklerden dolayı romanı, çöplerden topladığı kâğıtlara yazmış. Roman bir dönem yasaklanmış ve yazarı da tutuklanmış. Ancak 1 yıl sonra beraat etmiş. Bu da kitabın anlattıklarını bir anlamda doğruluyor.

 

Yazara göre 1960’lı yıllarda üç büyük fikir hareketi vardı. Türkçüler, dindarlar ve dine karşı olanlar. Herkes kitap yoluyla davasını anlatıyordu. Dindarların kitapları ise sadece ilmihallerden oluşuyordu. Durmadan ilmihal basılıyordu. Ancak insanlara, İslam’ı hakikatiyle anlatmak gerekiyordu. Usûl yanlıştı. Sokaktaki adama hitap etmek gerekiyordu. Kitap böyle bir arayıştan çıkmış.

En iyi yolun roman olduğuna karar vermiş yazar. Nasıl Avrupa’yı ayağa kaldıran romanlarsa, İdeolojiler de ancak edebiyatla anlatılabilirdi. Ama onlar ‘Allah’ kelimesinin yerine ‘tabiat’ kelimesini koymuştu. Halk yanıyordu. Ebeveyn ‘Allah’ diyor, öğretmen ‘tabiat’ diyor; çocuk anarşist oluyordu. Ekonomi kapitalistti. Ekonomiyi bankalar yönetiyordu. Halk faize düşmandı ama ne çare? Minyeli Abdullah işte bu yangını söndürmeye çıkmıştı.

 KİTAPTAN ALINTILAR:

"Hayır, hayır! Ben mahkumum, ben prangalıyım, ben öz yurdumda paryayım!.. Evde gözyaşı benim için dökülür, çıkmaz sokaklar benimdir; kapılar benim yüzüme kapanır ;kalkan yumruklar tepeme iner!"

********************

Mısır’da herkes Müslüman, hâlbuki gâvurluk bizde demiştin; nasıl olur?

“Hüsün” konservelerini düşün. Bir kutunun içi boşaltılmış ve çöplüğe atılmış. Fakat üstünde yine “hüsün” yazılı… Aynen böyle de içi boş Müslümanlar çöplük hükmünde olan ahlaksızlık içindeler, fakat yine adları Müslüman.

************************

Düşmanı teşhis edememiş bir mü'min oltaya koşan balık gibidir. Menfaat zannettiği şeyler, dünya ve ahiret hayatını öldürür. Hem dinini zâyi eder, hem de bir İslam düşmanının mezesi olur.

************************

Allah'ı bilmek ve O'na mûti olmak, ilmin gayesi değilse; her gaye çürümüş ve her istikamet çökmüş demektir.

************************

Allah'ı bulan her şeyi bulmuştur. Allah'ı bulmayan her şeyi kaybetmiştir.

************************

Halimize bakıp da deme ki budur İslamiyet! İslamiyet Kur'an'dır... Müslümansa ona uyan!..

***********************

Sevmeden iman etmiş olmazsınız. Gönüllere yerleştirilecek Allah sevgisi, her mü'minin içinde bir polis gibi bekleyecektir.

***********************

- Ağabey, evlenmek istiyorum, ne dersin ?

- Evlen. Lakin evvela dindar bir kız almalısın. Sonra biraz kitap okumuş ve mürekkep yalamış olsun. Şimdikiler çeyiz hazırlamakla meşgul. Sen mala değil, imana ve ilme bak. Sonra kızla ‘annesinin babasının yanında’ konuş. İslami bir kıyafette gezecek, İslami olmayan yerlere gitmeyecek. Evine misafir gelecek. Sohbet edip kitap okuyacaksın. Ve alimler meclisine gidip ilim öğreneceksin. O bunlara mani olmayacak. Asgari geçim şartları içinde geçinecek, gerisini İslamiyet’in istediği yere vereceksiniz, ibadet edecek, kitap okuyacak, öğrendiklerini kadınlara anlatacak.

- Desene ağabey, evlenme diyorsun! Böyle birini nasıl bulacağım? “

- Hayır, bulursun. Allah’ın ne güzel kulları var. Erkeğin de iyisi vardır, kadının da.İdealist erkek olduğu gibi idealist kadın da vardır. Evlendikten sonra kadını mutfağa ve beşiğe mahkum etme! “ En çok Allah’ı sev. O’ndan daha fazla hiç bir şeyi sevme ve her şeyi Allah yolunda harca. Çünkü bir insan neyi çok seviyorsa; o, onun putudur.”

************************

Her şeyde Yaratanı görmek, onu düşünmek ibadettir.

***********************

"İman bitmez tükenmez bir hazine!.."

"imanın önünde olmayacak iş yok, imkansız şeyler mümkün olur."

**********************

Ya Rab kime gideyim? Kimim var? Ya Rab, çekemeyeceğim yükü bana yüklemezsin.

**********************

Ve seni anlamayanlar, anlayanlardan çok, hem pek çok olacak!

--------------------------

(*)http://hekimogluismail.com/biyografi/


30 Aralık 2020 Çarşamba

30 Aralık 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı194.................................Sanayi (II)

Sanayi (II)

Bu hafta Susurluğun ‘GZFT.08-SANAYİ’ sektörü alanında geriye kalan zayıf yönleri ile karşı karşıya olduğu tehditlere bakarak amaç ve stratejilerimiz istikametinde yeni bazı hedefler belirlemeye çalışacağız. “Neredeyiz?” aşamasında yapılan GZFT çalışmasında “SANAYİ“ sektöründe tespit edilen ‘Zayıf yanlar’ ımız; ”ZY.08.1-Sektörün yetersizliği”,”ZY.08.2-Kurumsal kapasitesi gelişmiş KOBİ’ler olmaması”,”ZY.08.3-Nitelikli ara eleman yetersizliği”,”ZY.08.4-İhracat ve markalaşma potansiyeli yüksek ürünlerin olmaması”,”ZY.08.5-Yüksek teknolojili ya da teknolojik ürün üretiminin olmaması”,”ZY.08.6-Üniversite işbirliğinin bulunmaması” olarak belirlenmişti.

“Sektörün yetersizliği” genelde bölgemiz ve özellikle de ilçemiz için olumsuz bir faktör. Ülkemizdeki sanayi işletmelerinin yüzde 71’inin başta İstanbul olmak üzere 12 ilde yoğunlaşmış bulunduğunu, bu anlamda Marmara Bölgesinin sektörün en fazla yoğunlaştığı coğrafi bölge olduğunu biliyoruz. Buna karşılık Balıkesir ve Çanakkale’yi kapsayan Güney Marmara bölgesi ise bu güne kadar sanayi sektöründeki gelişmişlikten yeterince faydalanamamış durumda. Zira Marmara Bölgesi’ndeki sanayi sektörü içinde oransal olarak payı en az olan bölge. Ancak Güney Marmara TR22 Bölgesi sanayinin geliştiği büyük kentlere olan coğrafi yakınlığı, lojistik bağlantılarını güçlendiren altyapı yatırımları, doğal kaynaklarının zenginliği ve çevresindeki büyük merkezlere alternatif arayan sanayinin yer arayışı sebebiyle son derece gelişmeye açık. Bu nedenle şu an itibariyle zayıf görünen bu tarafımızın orta vadede güçlü hale gelebileceğini varsaymak, ona göre stratejiler geliştirmek akıllıca olacaktır. 

“Kurumsal kapasitesi gelişmiş KOBİ’ler olmaması” bölge için bir başka genel zafiyetİlçelere göre Sanayinin Sektörel Dağılımı TÜİK 2012 verilerine göre TR22 Bölgesi’nde İSO 500 listesinde yer alan İçdaş, Kastamonu Entegre Ağaç Sanayi, Akçansa Çimento, Banvit, Kale Seramik, Şeker Piliç, Yörsan, Turyağ, Best Elektromekanik, Yarış Kabin, Bupiliç ve Teksüt gibi pek çok sanayi işletmesi bulunuyor. Ancak bu gibi sanayi işletmelerinin çoğu KOBİ statüsünde. Bölgedeki diğer büyük ölçekli tesisler ile KOBİ’ler arasındaki iletişim zayıf. Ayrıca, bölge illerinde girişimcilik kültürünün yeterince gelişmemiş olduğunu da biliyoruz. Öte yandan bunların uygun ve zamanında finansmana erişim güçlükleri de var.

“Nitelikli ara eleman yetersizliği” geleceğimizi negatif etkileyen önemli bir sorun. Bilgi ekonomisi ve küresel rekabet, şirketlerin işe eleman alırken çıtayı yükseltmesini zorunlu kıldı. Ama ezbere dayanan eğitim sistemi, nitelikli gençler yetiştirmede yeterince başarılı olamadı. Kronikleşen ekonomik krizlerden sonra şirketler, maliyetleri düşük tutmak için yeni eleman alımında cimri davranınca sorun daha da ağırlaşıyor. Gençler iş bulmakta zorlanıyorlar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun iş gücü istatistiklerine bakıldığında da 24-29 yaş arasındaki her 100 eğitimli gençten 30’unun işsiz olması, sorunun gerçek boyutlarını gözler önüne seriyor. Aynı soruna iş sahipleri, sanayiciler ve şirketlerin insan kaynakları yöneticilerinin gözüyle baktığımızda ise farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Onlar da şöyle söylüyorlar: “Aradığımız nitelikte eleman bulmak çok zor. Ortada fakülte diplomasını her kapıyı açan bir anahtar olarak gören, iş dünyası hakkında en ufak bir fikre sahip olmayan on binlerce genç var. Bir iş bulanların önemli bir bölümü de işinden memnun olmuyor.” Bir sorun, iki farklı bakış açısı. İş arayan gençlerin sadece diploma ile yetinmeyip niteliklerini de var güçleriyle artırmaları gerekiyor.

Bölgenin rekabetçilik gücünü anlamak için 2007-2010 yılları “İller Arası Rekabetçilik Endeksi” çalışmalarının sonuçlarına bakmak gerekiyor.  Buna göre her iki ilin de Marmara Bölgesi’ne göre alt; ülkeye göre orta sıralarda seyrettiği görülmekte. Bu sebeple İhracat ve markalaşma potansiyeli yüksek ürünlerin olmaması” oldukça zayıf bir tarafımız. 2012 Ticaret becerisi ve üretim potansiyeli endeksinde Balıkesir’in 2008’den 2010 yılına gelindiğinde 41. sıradan 27. sıraya yükselişi bu alanda bir gelişme olduğunu gösteriyor. Ancak markalaşma becerisi ve yenilikçilik konusunda her iki ilde yıllara göre durağan bir seyir izlenmekte. 

“Yüksek teknolojili ya da teknolojik ürün üretiminin olmaması” güçlendirilmesi gereken bir başka zayıf yönümüz. Zira bölgemiz bilgi yoğun sanayi sektörlerinde bugüne kadar yeterince yol kat edememiş durumda. Ancak küresel rekabette ön plana çıkarak kalkınmayı hızlandırmak için, kalkınmanın motoru olan teknolojiye yatırım yapmak; teknoloji geliştirmek ve yüksek teknolojili ürünleri üretmek gerekiyor. Bu sektörlerin başında 2023 yılına kadar ülkede 40 Milyar € katma değer yaratması beklenen yenilenebilir enerji teknolojisi sektörü geliyor. Yaşlanan nüfus ve buna bağlı olarak artan sağlık sorunları sebebiyle orta vadede hızla gelişmesi beklenen medikal elektronik sanayii ve ilaç sektörü de yatırım yapacak işletmeler için son derece cazip alanlar. 

“Üniversite işbirliğinin bulunmaması” konusuna gelince: Bugüne kadar Süt ürünleri MYO nedeniyle Balıkesir üniversitesiyle güçlü bir işbirliği kurulduğunu söylemek oldukça zor. Şimdi bu yüksekokulun Bandırma Üniversitesine devri ile Susurluk’ta eski askeri kışla arazisinde ek kampüs kurma teşebbüsü var. Bize lazım olan şey sadece kuru binalar ve öğrenci kalabalığı değil elbette. Bunun da ötesinde aktif ve üretken bir işbirliğine ihtiyacımız var. Aslında bugüne kadar Uludağ üniversitesi ve Balıkesir üniversitesi ile böyle bir işbirliği kurulamamış olması ilçemiz için talihsizlik. Bu konuda daha atak olmak, işbirliği projeleri geliştirmek ve ısrarla talep etmek Susurluğumuzun gelişmesine çok şey katacaktır. 

Şimdi zayıf yönlerimizin telafisi ve güçlendirilmesine yönelik ne gibi hedefler öngörülebilir, buna bakalım. Öncelikle bu konuların ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’  için ‘’StrA.2.1-Değerlere dayanmak”, “StrA.2.2-Nitelikli insana odaklanmak”, “StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik” ile StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olmak’ şeklindeki stratejik amaçlarımızla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. O halde’StrA.2.1-Değerlere dayanmak” stratejik amacımız ve “Str.2.1.1-Daha fazla değer üretme, Daha adil paylaşma ve Değerleri koruyup geliştirme” stratejisinin; yetersiz bir sektör, zayıf KOBİ’ler, İhracat ve markalaşma seviyesi düşük ürünler gibi konularda bize nasıl yardımcı olabileceğini düşünelim. Öncelikle yetersiz bir sektöre ve zayıf KOBİ’lere sahip olsak da onlar bizim. İhracat ve markalaşma seviyesi düşük ürünler de. Her biri birer değer. Değerlerimize sahip çıkıp koruyup geliştirmeye çalışmaktan daha doğal ne olabilir. Eğer Susurluk’ta bir kalkınma, gelişme ve büyüme söz konusu olacaksa bu değerlerimizle birlikte olacak. O halde ilk hedef: HDF.2.1.1.01-Mevcut sanayi sektörümüze; tüm tesis, KOBİ ve ürünleriyle beraber birer değer olarak sahip çıkmak”  olmalı. İkinci hedef: HDF.2.1.1.02-Mevcut sanayi tesis ve KOBİ’lerimizi verimli çalıştırıp geliştirmek”üçüncü hedefimiz de: “HDF.2.1.1.03-Ürünlerimizin İhracat ve markalaşma seviyesini yükseltmek” olabilir. Öte yandan aynı AMAÇ.2 kapsamında “StrA.2.2-Nitelikli insana odaklanmak” şeklinde bir başka Stratejik amacımız daha var. Bunun için de “Str.2.2.1-Nitelikli insan yetiştirme” stratejisi izlemek gerekiyor. Çünkü gerek sektördeki zayıflıklarımız, gerekse yüksek teknoloji ve üniversite işbirliği konularındaki zafiyetimizin altında “nitelikli insan” eksiğimizin bulunduğu açık. Bu sebeple işe: “HDF.2.2.1.02-Sanayimiz ve işletmelerimizin gelişimi için Susurluk dışında bulunan nitelikli hemşehrilerimizi davet etmek” le başlayabiliriz. İkinci adım: “HDF.2.2.1.03-Bandırma 17 Eylül Üniversitesi ile Sanayi sektörümüz için; işletmeci, mühendis ve yüksek teknoloji bilgisine sahip nitelikli insan yetiştirme konusunda işbirliği yapmak” olmalı. 

Öte yandan “StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik” stratejik amacımızın “Str.2.3.1-Üretken olma” stratejisini sanayi konusundaki zayıflıklarımıza uygularsak doğal olarak “HDF.2.3.1.08-Tüm fabrika, tesis ve İşletmelerimizin üretim kapasitelerini arttırmak” hedefi ortaya çıkıyor. Üretim iki yönlü olarak bize yararlı. Birincisi, tarım ve hayvancılığa dayalı sanayi üretimi; tarım ve hayvancılık sektörümüzün gelişmesinin de güvencesidir. Emme basma tulumba gibi her ikisi de birbirlerine katkıda bulunur ve güçlendirirler. İkincisi üretim artışı yatırımla doğrudan ilgilidir ve yatırım yapmayı gerektirir. Yatırım da kapasite büyütmek, daha güçlenmek demektir. Bu nedenle sektördeki zayıflığımızı gidermenin akla gelen en baskın yolu bir seferberlik ruhu içinde üretim, yine üretim, daha fazla üretimdir. Sektörün yetersizliği ve Yüksek teknolojili ya da teknolojik ürün üretiminin olmaması konusundaki zayıflığımız “StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olmak” şeklindeki stratejik amacımız ve ‘Str.2.4.1-Özgün bir model ortaya koyma’ stratejimizle giderilebilir. Küçük ölçekli tesis ve üretim kapasitesinin güçlendirilmesi mevcudun takviye edilip büyütülmesine bağlı. Bu nedenle sektördeki yetersizliğin aşılması doğal olarak belli bir zaman alabilir. Diğer yandan bu zaman zarfında çok daha farklı bir açılımla dev adımlar atabilmek de mümkün. Misâl: 'HDF.2.4.1.03-Şeker Fabrikası için Torku örneğinde olduğu gibi özgün bir model oluşturmak' inanıyorum ki bizi çok değişik bir kulvara sokar. Aynı şekilde 'HDF.2.4.1.04-Yörsanı Süt birliği liderliği, halkın katılımı, mali ve siyasi destekle iflas masasından almak','HDF.2.4.1.05-Yörsan’dan Şeker Fabrikasına, Karapürçek’ten Yahyaköy Göbel ve Okçugöl’e kadar yol boyu Susurluk çayının batısını Tarıma dayalı Sanayi Bölgesi ilan etmek' ve 'HDF.2.4.1.06-Susurluk OSB’nin bir bölümünü yüksek teknoloji üssü şeklinde oluşmasını sağlamak' hedefleri neden olmasın ki? Bütün bu hedefler istikametinde yol alınabilirse Susurluk KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK için özgün bir model ortaya koymuş olur.

Bunu takiben eğer aynı stratejik amacın “Str.2.4.3-Güçlenme”stratejisini de izlersek Susurluk için çok önemli bazı konularda güçlenme imkânını da aralamış oluruz.  Bu bağlamda özellikle Susurluğun can damarı Şeker fabrikasında üretimin yıl boyu yapılabilmesine yönelik arayışlara kulak vermek, ilgi göstermek ve destek vermek zorunluluğumuz var.  Örneğin fabrika yan ürünü olan küspe, melas ve sıcak gaz atığının yeniden değerlendirilmesi üzerine odaklanılabilir.  Ankara Şeker Fabrikası’nda kurulan sera uygulaması bu tür arayışlara somut bir misal. Susurluğa da benzer bir sera yapılması son derece yararlı ve ufuk açıcı olabilir. Ankara Şeker Fabrikası’nda kurulan topraksız sera fabrikada yapılan üretim neticesinde oluşan ısıdan yararlanılarak üretime hazırlanıyor. Zira bu ısının soğutulması ayrıca bir maliyet konusu. Hâlbuki bu enerjiyi sera ısıtmasında kullanmak hem maliyeti düşürüyor hem de yeni bir üretime vesile oluyor. Aynı şey daha evvel başlatılıp da yarım kalmış kuru küspe projesinin yeniden ele alınması, melasla ilgili ek tesislerle fabrikaya kimyasal bir boyut kazandırma ya da üretilen şeker kullanılarak sadece bizde olan markalı bir şeker, özgün aromatik şerbet, meyve suyu ya da çukulata ürünleri vb. alternatifler neden düşünmeyelim ki? “HDF.2.4.3.09-Şeker Fabrikası yan ürünlerini işleyen, değerlendiren yeni projeler talep etmek” hedefi bize bu konuda yeni ufuklar açabilir. Böyle özgün ve yenilikçi fikirler fabrikamızın yıl boyu çalışmasını sağlayabileceği gibi çiftçimiz, hayvancımız ve ilçe ekonomimizi de canlandırıp güçlendirebilir. Günlük 7 bin ton üretim yapan Şeker Fabrikamız Susurluk için olduğu kadar, bölge için, Balıkesir ve ülkemiz için çok önemli.  Burada yapılan üretimle çiftçi ve hayvancımızdan işçimize, kamyoncumuzdan ilçe esnafımıza, hatta bu ürünleri kullanan pek çok imalatçıya kadar pek çok kesim kazanıyor. Hem çiftçimizin ürün verimliliğini hem de fabrikamızın verimliliğini artırmak istiyorsak her sene fabrika çalışacak seronomileriyle yetinmemeliyiz. Sıcak atık gazdan yararlanılarak kurulan topraksız sera gibi fabrikada üretim esnasında ortaya çıkan tüm yan ürünlerden maksimum verim alabilme çalışmalarının da ısrarla takipçisi olabilmeliyiz. Susurluk idare ve siyasetinin bu konuya da azami ilgi göstermesi artık bir zorunluluk. Aynı şey Yörsan konusunda da geçerli. Yapmamız gereken şey onun iflas masasında ölmesini bekleyip cenazesini kaldırmak değil, canlandırıp yenileyerek Susurluğun geleceğine kazandırmak olmalıdır. Böylece Susurluğun sanayi sektöründeki iki amiral gemisi yeniden ve daha güçlü bir şekilde kazanılabilir. Bu açıdan “HDF.2.4.3.10- Tarıma dayalı Sanayi ve Lojistik Bölge için makro bir plan yapmak”  Susurluk için özgün bir model ortaya çıkarabilir.  Bütün bu hedefler inşallah mevcut tesis ve işletmelerimizin yasal bir zeminde ve özgün bir modelle  güçlendirilmesini sağlayacak öneriler. Öte yandan yüksek teknoloji konusunda da böyle bir strateji pekâlâ mümkün. Örneğin bir alternatif olarak:  Ayrıca bu konuda: “HDF.2.4.3.11-Savunma sanayinin yüksek teknoloji gerektiren bazı parçalarının Susurluk’ta üretilmesine talip olmak” şeklinde bir başka hedefimiz daha olabilir, olmalıdır da.  İstemeyene verilmez, istemek için de önce niyet ve inanç gerekir. “Fabrika, marka ve tesislerimiz” bizim korunup geliştirilmesi gereken değerlerimizdir. Ayrıca “İstikamet üzere olmak”, “Amaç Birliğine riayet”, “Planlı değişim dönüşüm” ve “Birlikte başarmak” gibi ilkelerimiz de var.  Bütün bu değer, ilke ve hedefler bize ‘KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’  amacımız için yardımcı olacaktır. 

Gelecekte ‘GZFT.08-SANAYİ başlığı altında karşımıza çıkabilecek en önemli Tehdit: ‘THD.08.1-İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için seçme ve yönlendirme lüksümüzün olmaması görünüyor. Doğaya duyarlı gelişim alanları olan Edremit Körfezi ve Kapıdağ Yarımadasının desantralizasyon için uygun görülmediğini biz de biliyoruz. Aynı şekilde verimli tarım toprakları ve sit alanları olan iç bölgelerin de hem nitelikleri hem de ulaşım modlarına uzaklığı bakımından İstanbul’la ilişkisinin zayıf kaldığı lehimize bir avantaj. Bu açıdan ilçemizde kurulacak karma Organize Sanayi Bölgesinin (OSB); yasal altyapısı, oluşum disiplini sayesinde buraya gelecek sanayi için belirli bir plan çerçevesinde ve kendi içinde otokontrol sağlayarak doğru tercihler yapılmasını sağlayabileceğini düşünüyorum. Ayrıca, ilçemizin daha çok tarımsal üretime dayalı gıda sektöründe ileri olduğu açık. Bu sebeple normal şartlarda gelişmenin daha çok gıda sektörü ağırlıklı ve öncelikli bir sanayi bağlamında olacağını öngörebiliriz. Diğer yandan bölgenin genelinde olduğu gibi orman ürünleri ve enerji üretimi de ilçemizde varlığı gözlenen diğer faaliyetler. Bu sebeple ilçemizin taşıdığı fırsat ve güçlü yönlerinin gelecek sanayi tesisleri için etkili ve yönlendirici olacağını tahmin ediyorum. Ancak bir arkadaşımızın dediği gibi “Hadi yatırım yapın demekle kimse yatırım yapmaz. Bütün şehirler, bütün il, ilçe, kasabalar yatırımlardan pay almak için rekabet halindeler. Hiçbiri benim bu fabrikaya, bu üniversiteye, bu tesise ihtiyacım yok, bu da sizin şehrinize olsun demeyecektir. Birlik ve beraberliğini korumaz, akıllı davranmaz, harekete geçmezsek bu defa da hava alırız. Susurluk’a bir yatırım gelecekse eğer, bu şehrin insanının göstereceği gayrete, isteğe, birlik ve beraberlik içinde hareket edip etmediğine bağlı. Şayet gelecek on yıllara daha yaşanılası bir Susurluk olarak girmek istiyorsak, Cumhuriyetimizin 100. yılından itibaren kalkınmış bir Susurluk olarak girmek istiyorsak, Her alanda Susurluk’un gelişmesini, ilerlemesini istiyorsak, öncelikle bir yol haritasına ihtiyacımız var. Biz bazı şeyleri değiştirmedikçe hiçbir şey değişmez.” Yine başka bir arkadaşımızın çok doğru olarak söylediği gibi: “Susurluğun Resmî kurumları, STK’lar ve Siyasiler ilçemize gelecek her yatırım için ortak hareket etmek zorunda olduklarını bilmeliler.” Yoksa eskisi gibi kısır çekişme, çıkar hesapları ve politik tartışmalar içine girersek sadece ilçemiz ve bizler kaybetmiş olmayız, gelecek nesilleri de mağdur etmiş oluruz. Odaklanmamız gereken soru şu: “İstanbul sanayisi gelecekte nereye gidecek?” Tabi ki de üretimini en uygun fiyat ve şartlarda yapabileceği, en kolay şekilde pazarına ulaştırabileceği yerleri tercih edecek. İşte bu noktada arsa fiyatı uygun, altyapısı hazır sanayi parselleriniz var ise tercih nedeni olabilirsiniz. Yeni yatırımcı sorun ile uğraşmayı sevmez, yatırımcı/sanayici sadece üretim yapmayı düşünür. Örneğin siz yatırımcıya doğalgaz altyapısı önümüzdeki sene gelecek derseniz sanayici beklemez, gerekirse daha fazla para vererek sorunsuz ve uğraşmayacağı yatırım yeri arar. Bu sebeple sanayiciyi iyi anlamak, iyi dinlemek, nelere ihtiyaçları var çok iyi analiz etmek gerekir. Sanayi Bakanlığımız uzmanlarının OSB’lerde yer alan yatırımcılar ile yaptıkları anket çalışmalarına göre; altyapı sorunu olmayan, konumu iyi olan, nitelikli eleman sıkıntısı yaşamayacağı bölgelerde yer alan OSB’ler yatırımcı çekme noktasında sıkıntı yaşamamaktadır. Unutulmamalı ki hayal etmeden gerçeklere ulaşılamaz. Hayal eden ve istediğinin peşinde çaba gösteren bir Susurluk Allahın izniyle saygı görecek ve eli boş kalmayacaktır. Bu konuda OSB girişimi çok kıymetli bir fırsat. Aynı zamanda ortaya çıkması muhtemel bazı riskler için de regülatör durumunda. Çünkü OSB’ler çevre Dostu Planlı Üretime geçişin en başarılı ve yüz akı projeleri.  53 bine yakın sanayi kuruluşu ve 2 milyona yaklaşan istihdamla ülkemizin gurur kaynakları. OSB’ler 2000’li yıllarda elde ettiği yasal mevzuat kazanımları ile birlikte statüleri netleşen, kurumsal yapıları güçlenen, yatırımcılarına ayrıcalıklar sunan, teknik ve sosyal donatı alanları şekillenen, üretimde zenginleşen ve ihtisaslaşan model bir yapıya dönüştüler. Bu sebeple hiç kuşkusuz Sanayi üretiminin OSB çatısı altında yapılmasının faydaları oldukça fazla. Ancak bir OSB kurmak da bir o kadar zor ve uzun yol işi. Bir defa kurulacak olan OSB’nin niteliği çok önemli. Karma OSB her zaman daha avantajlı. Bu şekilde imar planı ile düzenleme aşamasında ada bazında ihtisaslaşan üretim adaları düşünülebilir. Yani OSB’nin örneğin güney kısmında Gıda üretim tesisleri planlanırken, belli bölgesinde masa-sandalye üretimine yönelik imar adaları, bazı yerlerinde yüksek katma değerli teknolojik üretim adaları oluşturulabilir. Susurluk OSB için belirlenen bölge oldukça uygun. Zira ülkemizdeki OSB’ler 35 ha ile 2500 ha arasında çeşitli büyüklerde. Ancak 400 ha altında olan OSB’lerin çarkı çevirmesi oldukça zor. Bu yüzden ne kadar büyük olursa o kadar iyi. Yönetim aidatı adı altında toplanan paralarla güçlü bir bütçe oluşabiliyor ve OSB’nin ihtiyaçları kullanılıyor. O nedenle mümkünse Hazine parselleri olmak üzere özel mülkiyet elindeki parselleri de alanı geniş tutmak adına OSB içerisine almakta fayda var. OSB’lerde imar planı, parselasyon planı, altyapı tesislerinin yapılması, merkezi atık su arıtma tesisinin yapılması ilk ihtiyaç duyulan işler olup OSB’nin büyümesi ve güçlenmesi ile birlikte Mesleki Teknik Öğretim Kurumu, İtfaiye, Sosyal ve Spor Tesisleri, Kreş önemli tesislere de ihtiyaç duyulur. İşte bu tesisleri yapmak hem zaman hem de ciddi bütçe gerektiren işlerdir. Ülkemizde henüz altyapı, yol ve arıtma tesisini yapamadığı için üretim faaliyeti başlanamayan yaklaşık 70 tane OSB bulunuyor. Halen Ömerköy Demir kapı arasında bulunan 8700 dönümlük hazine arazisinin Milli Emlak’tan bu amaçla yer tahsisi yapıldığını, bakanlıkça da OSB için onay alındığını biliyoruz.  Fakat süreç devam ediyor. OSB’nin sicil numarası verildi mi, altyapısı ne zaman yapılacak, kimler gelecek, kuruluş protokolü ne durumda, ortaklar kimler ve ortaklık oranları ne gibi daha birçok husus belirsiz. Yine de ‘Niyet hayır, akıbet hayır ola’ diye bir atasözümüz var. Bu temelin atılmış olması bile Susurluk için güçlü bir adım. Diğer taraftan, özellikle bölgeye yatırım yapacak yabancı sermaye konusunda seçici davranılması da çok önemli. Bu açıdan Yörsan örneği de unutulmayarak hem sürdürülebilir sağlam yatırımların, hem de çevreye duyarlı kalkınma vizyonuyla yüksek teknolojili sistemlerin tercih edilmesi yararlı olur. Özellikle de İstanbul’daki sanayinin bölgemize taşınması noktasında bu iki bakış açısının dengelenerek hayata geçirilmesi yerinde olur. Yeni teşvik sistemi kapsamında yatırımların organize sanayi bölgesinde gerçeklemesi halinde bir alt bölge desteğinden yararlanabildiklerini biliyoruz. Bu nedenle bizler de OSB’lere yönelik teşviklerin hem ulusal politikalarla uyumlu olacak, hem de söz konusu taşınmayı kontrol edecek şekilde olmasını talep ve takip etmeliyiz. Bu teşvik ve özen kurulacak OSB’mizin doluluk oranının artmasına yardımcı olacağı gibi, düzenli sanayileşmenin sağlanmasına ve bununla birlikte muhtemel çevre tahribatının en aza indirilmesine katkıda bulunacaktır. Bu konuda biraz daha sabırlı, destek ve takipçi olmak gerekiyor. 

            Peki, ne yapmalıyız? ‘StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olmak” stratejik amacımız çerçevesinde Str.2.4.2-Her alanda ilerleme sağlama’ stratejimizi uygularsak karşılaşabileceğimiz herhangi bir tehditten çok fazla zarar görmeyebiliriz. Bu bağlamda İstanbul sanayisinden ilçemize gelebilecek yatırımlar için belki önceleri seçme ve yönlendirme lüksümüz olmayabilir. Ancak “HDF.2.4.2.07-OSB’nin mümkün olan en geniş arazide ve yapıda kurulması için siyasi destek sağlamak”, “HDF.2.4.2.08-OSB kurulumun gerektirdiği şartlar, disiplin ve planlamaya katkıda bulunmak ile “HDF.2.4.2.09-Güçlü Tarım ve hayvancılığa dayalı özgün ve ileri bir sanayi oluşturmakhedefleri gelecek yatırım ve yatırımcılar konusunda elimizi güçlendirecektir. Kaldı ki “Bozulmamış doğal çevre” değerlerimiz ve “çevre duyarlığımız”  de bizi bu konuda yalnız bırakmaz. Ayrıca KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK ile İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK vizyonumuza yaklaştığımız her an daha güçlü olmamızı sağlayacağı gibi, seçme ve yönlendirme şansımızı da giderek arttıracaktır. Böylece bizi olumsuz etkileyebilecek tercihlere de geçit verilmemiş olur.  

Bu meyanda meselâ; ‘‘AMAÇ.3-İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’’ arzu ediyor ve bu konuda “StrA.3.1-Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak” gibi bir stratejik amacımız varsa; bu konuda en öncelikli stratejimiz ‘Str.3.1.1-Amaç ve güç birliği yapma’ olmalı. Çünkü her hayırlı ve zor işin gereği bu. Mesela komşu ilçeler Karacabey ve M.K.Pasa’nın sanayileşme ve yatırım çekmede her zaman bizden önde olduğu aşikâr. Bu rekabeti lehimize çevirmek OSB fırsatının iyi değerlendirilmesi, sahiplenilmesi ve ihtisaslaşmış bir oluşum için güçlü siyasi destek almamıza bağlı.  Kuşkusuz sanayi yatırımlarını ilçemize çekebilmek yerel ekonominin gücünü arttırmamız demek. Orta ve uzun vadede bölgenin ulusal pazarların da ötesinde dış dünya ile ticari bağlantı sağlaması demek. Ancak bu durum sahip olunan doğal, tarihi ve kültürel değerler için potansiyel bir tehdit aynı zamanda. Çünkü özellikle İstanbul gibi metropollerden uzaklaşmak isteyen ağır sanayinin yer arama baskısı altına girmek anlamına geliyor. Nihayetinde burada önemli doğal kaynaklar, verimli topraklar henüz sanayi girmemiş nispeten bakir alanlar var. Desantralizasyonla beraber meselâ yabancı sermayenin Bölgede yatırım yapması durumunda çevresel değerlerden kaynaklı sorunlarla karşılaşılabileceğimiz de ihtimal dahilinde. Bölgesel rekabet edebilirliğin güçlendirilmesi uğruna doğal ve kültürel varlıkların tahribine göz yumamayız. Gelecek nesiller için bu riski kontrol altına alabilmek, kalkınma sırasında ikame edilemez değerlerin korunmasını gözetmek aynı zamanda Çevreye Duyarlı Sürdürülebilir bir Kalkınma istiyorsak söz konusu tehdidin ekolojik kalkınma, istihdam ve refah bağlamında dengelenmesi zorunlu. Hiç kuşku yok ki ilçemizde de mekânsal gelişim, istihdam ve sürdürülebilir kalkınma konularında kontrollü bir gelişmeye ihtiyacımız var. Çözüm; tahrip edici bir desantralizasyona karşı bölgenin Organize Sanayi Bölgeleri ile güvence altına alınması olabilir. Bu açıdan ilçemizde bir tür kontrol noktası şeklinde oluşacak karma OSB’nin bir an önce kurulması ve teşvik edilmesi stratejik önem taşıyor. Bu da komşu ilçelerin rekabeti, İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için seçme ve yönlendirme lüksümüzün olmaması ya da çevresel tahribat gibi öngörülebilir tehditlerin göğüslenmesi ve orta vadede fırsata çevrilerek güçlü yöne dönüştürülebilmesine imkân verebilir. Bir an için şöyle düşünelim Susurluk sürdürülebilir bir kalkınmayı amaçlamış ve bunun için Amaç ve güç birliği yapmışsa önünde kim durabilir? Bu hem mevcut zayıflıklarımızı güçlendirmek hem de karşımıza çıkabilecek tehdit ve risklere karşı en etkili yol. Bu manada öncelikli hedefimiz; ‘HDF.3.1.1.04-Susurluk sanayimizi güçlendirme ve kalkınma davasında birlik ve beraberlikle yürümeyi sağlamak’ olmalı. İkincisi; HDF.3.1.1.05-Yeni sanayi yatırımları için güçlü siyasi destekler bulmak’ şart. Bu kez Susurluk ihtiyacı olan istihdamı sağlama, rekabet gücü kazanma, seçici olabilme ve çevreyi korumak adına HDF.3.1.1.06-OSB konusunda amaç ve güç birliği sağlamak’ hedefiyle hareket etmeli ve önüne gelen bu fırsatı ıskalamamalı. 

Ancak her konuda olduğu gibi bu konularda da “sürdürülebilirlik” çok önemli tabi ki. Tabiri caizse bu konuda da Türk gibi başlayıp Alman gibi devam etmeli, Japon gibi bitirebilmeliyiz. Nasrettin hocayı Timur’un karşısında yalnız bırakanlar sadece kendilerine değil memleketlerine de kötülük ettiler. Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak uzun soluklu bir yürüyüştür. 100 metre koşusundan bahsetmiyoruz, bu bir maraton. Yolumuza güller dökülmüş değil. Zamana, emeğe, gayrete, inanca ve sabra ihtiyaç gösteren dikenli bir yol. Amaç ve güç birliği yapmayla başlar ama sözünün eri olmakla, dava adamı olmakla ve omuz omuza yürümekle gerçekleşebilir. Söz gelimi bugün OSB kuruldu deseler ertesi gün çarklar dönüyor olacak mı? Ne engeller, ne zorluklar ne sıkıntılar yaşanacak. En başta nitelikli eleman ihtiyacını karşılamaya hazır mısınız? Adam ihtiyacı olanı dışarıdan getirecek, onlara kalacak konutlarınız var mı? Onları bağrınıza basabilecek misiniz? Ticaret odasıyla, idari yapısıyla, esnafıyla, halkıyla Susurluk böyle bir sanayi açılımına hazır mı? 1954’de Şeker fabrikası inşaatı sürerken “Orda samanlık mı yapacaksınız?” diye alay edenler olmayacak mı sanıyorsunuz? Omuzunuza vurup, dost görünerek “İyi güzel de Balıkesir OSB’leri boşken sanayici neden buraya gelsin?” diyenler çıkmayacak mı karşımıza? Siyaseten biri oraya biri buraya çekmeyecek mi? “Onlar zaten şucuymuş, bucuymuş, arazileri de bunlara peşkeş çekmişler!” iftiraları atılmayacak mı ortaya? İşte tam da bu yüzden stratejik plan önemli ve “Amaç ve güç birliği yapma’  stratejisi çok gerekli. Ne istediğimizi, nasıl olacağını, fırsat ve tehditleri dirayet ve ferasetle çözümlememiz lazım. Bu işler kolay değil. Amma önce niyet, inanç ve çaba gerek. Gereken hazırlıkları önceden yapmak gerek. Oturduğumuz yerden konuşarak bir şey elde edemeyiz. "Ayağa kalk Susurluk. Kalk ve yürümeye başla. Gelecek ellerinde!"

yyalcin3@gmail.com