23 Temmuz 2016 Cumartesi

257 24 Temmuz 2016 Pazar 08:30 IŞIK DURAKLARI.........................Zeynüddîn, Birgide ışıldayan cevher

Işık durakları

Zeynüddîn, Birgide ışıldayan cevher

Birgi kasabası Bozdağlar’ın Güney yamaçlarında, Birgi çayının iki tarafında kurulmuş tarihi bir yerleşim yeri. Sadece koruma altına alınan eserleri ve yarım asırlık çam ağaçlarıyla değil, gündelik gelenek ve görenekleriyle de saklı kalmış bir tarih. Mutlaka gezilmesi görülmesi gereken ışık duraklarından.

Her köşesi tarih bu şirin belde, sahip olduğu kültürel ve manevi değerler yanında büyük bir İslam alimini de bağrında bulunduruyor. İmam-ı Birgivî, adını bu saklı cennettten almış olsa da Anadolunun bu köşesini beş asırdır hala ışığıyla aydınlatmakta.

Birgivî'nin yaşadığı dönem, Osmanlı ilim, kültür ve medeniyetinin Kanuniyle birlikte zirve noktasına çıktığı 16. yüzyıl. İmam-ı Birgivî de bu asrın en meşhûr ve büyük Osmanlı âlimlerinden. İsmi; Muhammed bin Ali, lakâbı Zeynüddîn.  1521 (H. 928) senesinde Balıkesir'de doğmuş. 1573 (H. 981) senesinde Birgi'de henüz 52 yaşındayken veba (tâun) hastalığından vefât  etmiş. Kabri aynı kasabada küçük bir tepe üzerinde.

Burası halk arasında Böken mezarlığı diye anılıyormuş. Osmanlıdan kalma. Birgide müderrislik yapan Mehmed Efendinin burada defnedilmiş olması nedeniyle ünlü. Mezarlıkta ayrıca Osmanlı döneminde önemli görevler üstlenmiş insanların da mezarları var.

Babası da âlim bir müderrismiş Birgivinin. Bu nedenle önce babasından almış ilmini. Bu derslerde yetişip, akranlarını geçmesi üzerine de yüksek tahsil için İstanbul’a gitmiş. 

İstanbul'daki meşhûr Semâniyye Medresesi müderrislerinden Ahî-zâde Mehmed Efendi’den ve Kadıasker Abdürrahmân Efendi’den ders almış. Nihayet parlak bir mezuniyet başarısı ile icâzetini (diploma) alıp, müderrislik rütbesini kazanmış.

Bir müddet İstanbul medreselerinde ders okutmuş. Bu sırada Bayrâmiyye tarikatı büyüklerinden Şeyh Abdürrahmân Karamânî’nin sohbetlerinde bulunarak tasavvufta da yetişmiş.

Ardından Birgivinin Edirne Kassâm-ı askerî (Mîrâs taksîm eden kadı naibi yardımcısı) vazîfesine tayin edildiğini görüyoruz. Ancak, bir müddet sonra dünyâ işlerini tamamen bırakmak üzere vazifeden ayrılıp köşesine çekilmek istemiş. Tasavvufda hocası olan Abdürrahmân Karamânî buna razı olmayınca, ısrârı üzerine ders verip, vaaz etmeye başlamış.

Rivayet o ki; Edirnede’ki memuriyetten ayrıldıktan sonra ücret olarak aldığı paraları sahiplerine iâde için tekrar oraya dönmüş ve tereke defteri üzerinden paraları sahiplerine geri vermiş.

Bu sırada padişah ikinci Selim Hân. Onun hocası Atâullah Efendi, Birgi'de bir medrese yaptırıyor. Zeynüddîn (Dinin süsü, zinetiMuhammed bin Ali'nin ilimdeki kudretinin de farkında.  Bu nedenle takdîren onu Birgi'de yaptırdığı medresenin müderrisliğine tayin ettiriyor.

Böylece Birgivili anlamına gelen "Birgivî" adını alacağı Ödemiş'e bağlı Birgi'ye gelip vaktini, talebe yetiştirmek, vaaz vermek ve kitap yazmakla geçirmeye başlyor. Bu kasabaya yerleştiği ve İlimdeki yüksek derecesinden dolayı da İmam-ı Birgivî adıyla meşhur oluyor.

İmam-ı Birgivî Klâsik Arapça, Türkçe, Farsça ve Osmanlıca bilir ve konuşurmuş. Haramlardan sakınmanın önemini ve dünyanın faniliğini çok iyi anlamış bir alim. Dinin emirleri konusunda oldukça tavizsiz. Hak bildiğini ilmî delilleriyle söylemekten çekinmiyor. Bunları açıklıyor, yazıyor ve öğretiyor. Bu konuda zamanın alimleriyle de yazılı ve sözlü, pekçok münazaralara girdiği biliniyor.

Son derece dürüst ve dosdoğru biri. Yaşadığı dönemde yaygın olan, eserini bir devlet büyüğüne ithaf etme anlayışına da karşı çıkmış. Gördüğü aksaklıkları, yanlışları hangi devlet kademesinde olursa olsun hatır dinlemeden eleştirirmiş. Memuriyetlerin rüşvetle satılıp ehil olmayan kişilerin memur olması, kadılar ve diğer devlet görevlilerinin rüşvet alması gibi konularda kimseden çekinmeden görüşlerini dile getirirmiş. Bunun için sık sık İstanbul’a gider, dönemin sadrazamı olan Sokullu Mehmed Paşa ile görüşür, gördüğü aksaklıkları düzeltmesi için sadrazama öğütler verirmiş.

İmam-ı Birgivî, ayrıca ve özellikle her türlü bid’at ve hurafeye karşı çıkmakla da ünlü. Bu konuyla ilgili eserlerden biri olan “Şerhu’l Ehadisi’l Erbain’’ adlı eserinin önsözünde şunları söylüyor.

“...Öyle bir zamanda bulunuyoruz ki; cehalet meşhur, ilim ise sözü edilmeye değmez olmuştur. Bazı kimseler, hurafeleri ve dinin yasakladığı şeyleri, Allah’a yaklaşmanın en yüce yollarından sayıyorlar. İlmi zayıf bazı kimseler, insanları ibadet kılığına büründürülmüş yaygın bid’atlere teşvik ediyorlar. Hatta bunların bir kısmı iyiyi kötüden ayırmadan, zayıf ve uydurulmuş sözlerden meydana gelen kitaplar bile yazmaktadır. İşin aslını bilme imkânı olmayan halk ise ya menfaati, ya da işlerine öyle geldiği için bu eserlere iltifat etmektedir. Bu durum, insanların kendisinden gafil bulunduğu büyük bir musibettir!’’

Bu dönemde yaşayan büyük âlimlerden Şeyhülislam Ebussud Efendi ve birkaç âlim ‘güzel sesle ve usulüne göre ücret karşılığı Kur’an-ı Kerim okunması/okutulması için imamların para almasına’ cevaz veriyorlar. İmam-ı Birgivi bu fetvaya karşı çıkıyor ve bunun yanlış olduğunu söylüyor. Bununla ilgili şöyle bir olay rivayet var.

Fetvasının İmam-ı Birgivi tarafından reddedildiğini öğrenen Şeyhülislam, haber gönderiyor ve İmamı makamına davet ediyor. Birgivi Hazretleri davete icabet edip doğruca Şeyhülislamın makamına geliyor. İçeri girdiğinde Şeyhülislam namaz kılmakta. İmam-ı Birgivi, namaz kılan Şeyhülislam’ı görmesine rağmen ona selam veriyor ve içeri girip oturuyor. Şeyhülislam namazı bitirince: "Hoş geldiniz Hocaefendi. Benim fetvamı reddettiniz ama namaz kılan adama selam verilip verilmeyeceğini bilemediniz." diyor.

İmam-ı Birgivi şöyle cevap veriyor"Namaz kıldığınızı gördüm. Namaz kılan kimseye selam da verilmez. Ancak ben içeri girdiğimde siz namaz kılmıyordunuz ki. Bu oda karanlık olduğu için, şu pencereyi büyütsek de, odaya daha çok ışık girer mi diye düşünüyordunuz. Ben de sizin pencere ile meşgul olduğunuzu görünce selam verdim" diyor. Şeyhülislam neye uğradığını şaşırıyor ve özür beyan ediyor.

Öyle anlaşılıyor ki İmam Birgivi,dinin aslını muhafaza ederek korunmasını temin maksadiyle her türlü bid’atin şiddetle aleyhinde bulunmuş. Bu sebepten selef-i salihinin yolunu takip etmiş, dinin esaslarında yapılmak istenen değişikliklere hep karşı durmuş.

Birgivî Vasiyyetnamesinde şöyle yazmış:

"Çoluk-çocuğuma vasiyetim olsun ki, üzerime sesli ağlamasınlar. Allahü teâlâdan mağfiret ve rahmet istesinler. Öldüğüm günde, yedisinde, kırkında, sene-i devriyesinde yemek pişirip ziyâfet vermesinler. Fakat sevâbını rûhuma hediye etmek üzere sadaka versinler. Çok ihsânda bulunsunlar. Allahü teâlâ kabûl eylesin. Paraları yoksa; ekmek, pirinç, yağ, tuz, soğan versinler ve ne yapabilirlerse, az olsun çok olsun, Allahü teâlâ için verip, sevâbını, kalbleriyle ve dilleriyle bu fakire bağışlasınlar. 

Dua ederken beni hatırlasınlar, unutup gitmesinler.Yine çocuklarıma vasiyetimdir ki, dünyaya düşkün olup, mal, mevki ve makam peşinde koşmayalar. Allahü tealaya tevekkül edip, faydalı ilimleri öğrenmeye ve bunları yaymaya çalışsınlar. Salih ameller işlesinler ve takva üzere olsunlar, haramlardan sakınsınlar. 

Meâlen; “Allahü teâlâdan korkanı, Allahü teâlâ dünyâda ve âhırette her darlıktan kurtarır. Ona düşünmediği yerden rızık verir. Allahü teâlâya tevekkül edene Allahü teâlâ yetişir. İhtiyâcını ihsân eder, başkasına muhtaç etmez.” (Talak: 3-4) buyurulan âyet-i kerîmeyi düşünerek okusunlar.”

İmam Birgivî'nin düşünce ve ilmi birikimini en iyi aktaran eserin “Tarikat-ı Muhammediye” olduğu belirtiliyor. Zaten bu kitabını vefatından bir yıl önce sadece 50 yaşındayken kaleme almış.

Birgivi, toplumda dinî ve kültürel hayatında yozlaşmaların, hâkimlerin rüşvet almasını, adalet ve kamu hizmetlerinin despotça yürütülmesini, hocaların görevlerini yapmamasını, camilere ait dinî hizmetlerin, erkânına riayet edilerek yapılmamasını, birçok taklitçi ve cahil şeyhin halkı aldatmasını, tasavvuf adına dini istismar ederek kendi anlayışlarını halka din olarak takdim etmesi neticesini verdiğini söylüyor. 

Makam ve mevki sahiplerinin çocuklarına hiç bir ehliyeti ve liyakati olmadığı halde ilmî rütbelerin verildiğini, halkın kabirlere taparcasına rağbet ederek oralarda sabahlara kadar mumlar yaktığına dikkat çekiyor.

Bu yönüyle İmam Bir­gi­vî’nin zamanının bir "sos­yal ak­ti­visti” olduğunu söylemek de mümkün. İmam Bir­gi­vî'nin bu tavizsiz ve mücadeleci tutumu bazen onu ta­sav­vuf kar­şı­tı olduğu şeklinde de yorumlanmışAncak, gerçekte ken­di­si dâ­hil ai­le­sin­de­ki bir­çok ki­şi­nin Bayramiy­ye ta­ri­ka­tı ile ya­kın ala­ka­sı var. 

Birgivi'nin eleştirdiği durumların kendisini ümitsizliğe sevk ettiği bir dönemde, inziva hayatına yöneldiği, Edirne'de kassam-ı askeriliğinden ayrılarak İstanbul'a gelip Bayramiye tarikatı şeyhlerinden Karamanlı Abdullah Efendi'ye intisab ederek, zâhidâne bir hayatı yaşamaya yöneldiği biliniyor. Yani İmam Birgivi aynı zamanda bir Bayramiyye tarikatı dervişi.[1]

Ancak İmâm-ı Birgivînin bu eserinde, sûfîlerin uydurdukları ve ona göre küfür olan bazı bid’at-ı ḥasene (iyi yenilikleri) de şiddetle reddettiği ortada. Ona göre bid'atlar, küfür ile haram arası şeyler. Birgivî için evliyaların veya peygamberlerin ruhlarının hayatta olduğu, onlara yapılan yakarışlara icabet ettikleri, aynı anda birden fazla yerde bulundukları gibi inançlar son derece yanlış.

“Tarîkat-i Muhammediyye”bu anlamda, çok sayıda davranışı bid'at olarak nitelendiriyor: Mesela bunlardan bazıları şunlar:

"Para karşılığı Kur'an tilavet etmek veya öğretmek, Türbe inşa etmek ve buralarda kurban kesmek, oraya birşeyler bağlamak, ölenlerden medet ummak, Kandillerde mum yakmak, Ölüm münasebetiyle özel bir dînî âyin yapmak, Duada Allah'la kul arasına aracılar sokmak, şefaat ummak, Kur'an veya sünnete dayanmayan fetvalar vermek."

Birgivîye göre bunlar dînin dışında şeyler'Bir Müslümanın bidatlerden kesinlikle sakınması gerekir. Halkın dini hayatını bidatler sarmış olsa bile o, bunlardan etkilenmemelidir. Ne yazık ki bu gün sünnet diye sadece bazı şekil görüntüleri gündemdedir ve halk var gücü ile bunlara sarılmıştır' diyor.

İmam Birgivi, hayatının son devresinde, din ve devlet idâresinde gördüğü bazı yolsuzluklar hakkında devlet büyüklerine nasihat etmek için İstanbul’a gelmiş ve en büyük destekçisi olan Sadrâzam Sokollu Mehmed Paşa ile görüşmüş. Bu görüşmesinde mevki hatırı için dine karşı yapılan saygısızlıkları, ortaya çıkan bid’atleri ve yolsuzlukları bir bir anlatarak Sadrâzama bunların düzeltilmesini öğüt vermiş.

Görüşüne görü bunları bertaraf etmenin anahtarı, İslâm Peygamberi ve Selef-i Salihîn in yaptıkları gibi her türlü bid'attan temizlenmiş olarak uygulanan İslâm'dır. [2] 

Toplumun her kademesindeki yozlaşmayı tahlil ve mücadele ederek yaşamış olan İmam-ı Birgivî, genç diyebileceğimiz bir yaşta vefat etmesine rağmen Arap dili grameri, ahlak, tasavvuf, fıkıh, akaid, tefsir, kıraat ve hadis gibi ilimlerde çoğunluğu Arapça olmak üzere altmışa yakın eser yazmış. [2]

Bunlardan Tarikat-ı Muhammediyye ve Vasiyyetname Ehl-i sünnet alimleri arasında büyük itibar görmüş ve birçok alim tarafından şerh edilmiştir. Asırlardan beri okuna gelen ve şerhleri bile defalarca basılan bu eserler bizim için hala çok kıymetli bir ışık kaynağıdırlar. 

İmam-ı Âzam, İmam-ı Gazzâlî ve İmâm-ı Ebû Yûsuf gibi "İmam" sıfatını almış büyük bir İslam-Osmanlı alimidir İmâm-ı Birgivî. O "Zeynüddîn" (dinin ziyneti,süsü) lakabını haketmekle kalmıyor, Birgideki bu cevher Anadolunun bu köşesini ışığıyla aydınlatmaya devam ediyor.

------------------------------------------
[1] Nitekim, İmâm-ı Birgivî, “Tarîkat-i Muhammediyye” adlı eserinde tasavvuf ve kalp ıslahı ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Tasavvuf; kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylar ile doldurmak demektir. Kalbi ıslâh etmek, herşeyden daha önemlidir. Çünkü kalb, bedende emrine itaat edilen ve her hükmü yerine getirilen bir hükümdâr gibidir. Vücûddaki uzuvlar onun emri altındaki hizmetçilerdir. Bunun için Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi olur. Bu kötü olursa, bütün organlar bozuk olur. Bu (et parçası) kalbdir.” Ya’nî bu yürek denilen, et parçasındaki gönüldür. Bunun iyi olması, kötü ahlâktan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile süslenmesiyledir.”
[2]Belki de bu yüzden Sokollu Mehmed Paşa, sufilere karşı birçok teşebbüste bulunduktan sonra bir sûfî derviş tarafından (1579'da) katledildi. 
[3]En meşhur eserlerinden bazıları şunlar: 1)Tarikat-ı Muhammediyye (Arapça olarak yazılmış olup, Ehl-i sünnet alimleri arasında büyük bir itibar görmüş ve birçok alim tarafından şerh edilmiştir.), 2) Birgivî Vasiyyetnamesi (Asırlardan beri okuna gelmiş, çok kıymetli bir eserdir. Bu eseri, Konyalı Şeyh Ali Efendi tarafından şerh edilmiş ve bu şerhe de, Osmanpazarı müftîsi İsmâil Niyâzî Efendi tarafından bir şerh yazılmıştır. Bilhassa Kâdı-zâde Ahmed Efendi’nin bu esere yazdığı şerh meşhûr olup, defalarca basılmıştır), 3)Avâmil, 4) İzhar, 5)El-Emsile-i Fadliyye, 6)Ravdât-ül-cennât fî usûl-il-i’tikâd, 7)Şerhu hadîs-ül-erbe’în, 8) Etfâl-ül-Müslimîn, 9)Ziyâret-ül-kubûr, 10)Dürr-ül-yetîm fî ilm-it-tecvîd, 11)Hâşiye-i Hidâye, 12)Risâletün fî usûl-ü-hadîs, 13) Risâletün minel âdâb, 14) Tefsîru sûret-il-Bekâra (Bakâra sûresinin yarısına kadar yaptığı tefsîr) 15) Zuhr-ül-müteehhilîn, 16) Risâletün fî beyânı rusûm-il-mesâhif-il-Osmâniyye, 16) Nûr-ül-ahyâ, 17) Cilâ-ül-kulûb, 18) Muaddil-üs-salât, 19) Îkâz-ün-nâimîn, 20) lmtihân-ül-ezkiyâ, 20) Ta’lîkât ales-Sadr-iş-şeri’a, 21) Ulûmu âliyye (manzûm bir risale), 22) -Risâletün fî hurmet-it-tegannî ve vucûbi isti’mâ-il-hutab, 23) Sihâh-ı acemiyye (Farsça), 24) İnkâz-ül-hâlikîn, 25) Şerhu lübâb-ül-elbâb fî ilm-il-i’râb lil-Beydâvî, 26) Dâfiat-ül-mübtediîn ve kâşfetü butlân-ül-mülhidîn,