Türküler yüzlerce yıldır bu
toprakların parmak izleri gibidir. Dilidir, sesidir, hikayesidir insanlarının. Onları
dinlediğimizde hüzünlenir, neşelenir ya da duygulanırız. Çalan sazın coşkusuyla
içimiz içimize sığmaz. Ama çoğu zaman onları konuşturan yaşanmışlıkları bilmeyiz,
kahramanlarını hatırlamayız. Hatta ağlanacak türküde oynar, gönlümüze değen
havalarda da efkarlanırız.
Oysa sözleri derin manalar yüklüdür. Aşıklık
geleneğinin zamanı aşıp gelen söz ustalığı ile doludurlar. Zamanı, kahramanı ve
hikayelerinden ayrı bile olsalar o sözler yine de birer mücevher gibidir.
Okundukça ışıldar, çalındıkça daha bir parlarlar gözümüzde. Ve dizeleri yeni
anlamlar kazanır günümüzde. Şimdi türküsünü dinlemeden şu sözlere bir bakınız:
Göğde uçan huma kuşu / Ne bilir dalın
kıymatın / Kargayı dala kondurman / Ne bilir elin kıymatın
Kahvelerde laf atanlar / Gerçeğe
yalan katanlar / Sonra beyliğe yetenler / Ne bilir gülün kıymatın
Güçlü şiirsel yapısı bir yana bu
sözler “kadir kıymet bilmeyen” belki de “haddini bilmeyen” günümüz insanına asırlar
öncesinden söylenmiş gibidir. Güçlü ifadelerle günlük hayattan politikaya, sanattan felsefeye
pek çok alana ışık tutuyorlar. Anlayana sivrisinek saz, duymayana davul zurna
az demişler. Arife tarif gerekmez değil mi ?
Biz yine de bu türkünün halkın gönlünde
bu güne kadar saklanıp gelmiş hikayesini öğrenelim. O zaman bir şeyi daha
anlayacağız ki bu toprakların kültür birikimi geçmiş zamanlarda yaşanan acılar
kadar sevdaları da bu güne taşıyıp gelmiş. Bu türküler o kadar değerli ki; deryalar kadar zengin halk imbiğinden damla damla süzülmüş. Bu hikayeler o kadar sade ve hakiki
ki; Türkünün güzelliği kadar, sözlerine de paha biçilmiyor.
Geçmiş zamanlardan birinde Irışvan
oğlu namında bir bey onun da Kınalı hatun adında bir bacısı varmış. Bu beyin kapısında
Öksüz Yakup adında bir kölesinden başka da kimsesi yokmuş.
Köleyle kız birbirlerini sevmişler. Ama
Irışvan oğlu pınar başında onları görmüş. Katil olmaktansa ben bu kızı başka
birine vereyim diye düşünmüş. Gelen dünürcülere de “Bir haftaya kalmadan kızı
götürün. Kimseye de haber vermeyin” demiş.
Kınacılar gelince Öksüz Yakup durumu
anlamış. Fakat ne yapmalı bilememiş. Sonunda bir çerçi vasıtasıyla kıza haber
iletmeye çalışmış. Çerçinin içerde söylediği türkü şöyleymiş:
Şimdi ağ ellere kına yakılır / İnce
bele Tarabulus dökülür / Eski nala acar mıhı çakılır / Dostun sana selamı var
Kınalı
Yetdi mo’la , Şâm elinin hurması / Gitti
m’ola âla gözün sürmesi / Mısırın Bağdadın telli turnası / Dostun sana selâmı
var Kınalı
Açıldı mı bağçamızın gülleri / Uzun
olur Siveyişin yolları / Şimdi alard alard değner yolları / Dostun sana selamı
var Kınalı
Çerçi Yusuf der de oldum şivara / Ulunun
işini mevlam onara / Öksüz Yakup gördüm ağlar pınara / Dostun sana selamı var
Kınalı
Irışvan oğlu bey işkillenmiş ama çağırılan
türkü de kıza ulaşmıştır artık. Kınalı kız bu sırada bir yolunu bulup kaçmış. Pınara
varmış ki Öksüz Yakup gerçekten pınarın başında ağlıyor. İkrar verip birlikte
Anteb’e kaçmışlar.
Bir mağaraya yerleşip, kıt kanaat
geçinmişler. Kısa süre sonra Kınalı hamile kalmış ama Öksüz Yakup da vadesi
gelip ölmüş. Kınalı hatun onun bunun ekmeğini pişirip ayakta kalmış. Vakti gelince
de, kar kış bir gecede çocukları olmuş. “Nasıl olsa kadersizdir. Böyle kışlık
boranlık bir günde oldu. Ben bunun adını Boran koyayım” demiş.
Öyle de yapmış. Aradan günler geçip
Boran beş altı yaşına basmış. Bu defa da anası Kınalı hatun da ölmüş. Cebinden
“Ben Irışvan oğlunun bacısı Kınalı hatunum. Bu kağıtla kardaşıma haber verin” yazılı
bir kağıt çıkmış. İnsanlar Irışvan oğluna durumu anlatmışlar. Irışvan
oğlu da “Bu çocuğu bana kim getirirse ona dünyalığını veririm” demiş.
Ancak, çocuğu kimse Antep’ten götürmemiş.
Onun bunun danasını güderek on, on iki yaşına ulaşmış. Bu arada tın mın derken damdıra
çalmayı da öğrenmiş.
Bu sırada çevrede Küpeli hatun
namında bir kızın ününü duymuş. Öyle ki her görümlüğe giden bir deve veriyormuş
bu kıza. “Hele ben de gideyim şu kıza. Hem göreyim, hem de belki bahşiş alırım”
demiş Boran.
Giderken bir kahvede dinlenmek istemiş
ama önce onu koymamışlar. Sonra da aşık olduğunu anlayınca eğlence olsun diye
ona bir türkü söyletmişler. Türkü de türkü ha. Bilene, anlayana ders verir
gibi.
Göğde uçan huma kuşu / Ne bilir dalın
kıymatın / Kargayı dala kondurman / Ne bilir elin kıymatın
Kahvelerde laf atanlar / Gerçeğe
yalan katanlar / Sonra beyliğe yetenler / Ne bilir gülün kıymatın
Çift sürüp bider ekmeyen / Meydana
sofra dökmeyen / Arıya hizmet etmeyen / Ne bilir balın kıymatın
Bunu diyen Deli Boran / Küçücekten
yetim kalan / Bir görmeye deve veren / Ne bilir malın kıymatın
Kahvedeki bulunanlardan bazıları bu
türkü bize diye kızmışlar. Ama kendisine söz veren kişi “Arkadaş bu adam doğruyu
söylüyor. Bir deve üç senede yetişiyor. Bir saat konuşmak için onu veren ben
bile olsam, hakikat mal kıymatını bilmez deliyiz “ diye arka çıkmış Borana.
Yine de neler olacağını merak ederlermiş.
“Deveyi biz vereceğiz” diyerek onu kızın kapısına göndermişler. Önce kızın
yanına salmamışlar. Boran “Ben aşığım. Varıp Küpeli hatundan bahşiş alacağım”
diye ısrar edince kıza haber verilmiş.
Kız gereği yok dese de yanındaki
cariyeler yalvarmışlar ”
Oğlan aşıkmış. Ne var ablam, gelsin de bir türkü söyletsek. Sen
hiç görünmezsin” demişler.
Böylece Borana müsaade edilmiş. İçeri
girince bakmış ki ne görsün. Kırk tane kız var, hepsinin de kulağı küpeli. İçinden
“ben bunlara deve değil bir tavuk bile vermem” deyip geri dönmeye kalkmış. Ama
kızlar “Aşığım, bir türkü söyle de dinleyelim”
diye üstelemişler. Bu yalvarmalara dayanamayan Boran sazının teline vura vura onlara
şöyle seslenmiş:
Gökten biraz suna inmiş / Şu Antebin
arasına / Ben dostumu göremedim / Ağlar amma çaresi ne
Suları da balkan gözlü / Gözelleri
şirin sözlü / Merhem eylen kömür gözlü / Şu şinemin yarasına
Suları çağlayıp akar / Gözleri hep
ona bakar / Mor menekşe bir hoş kokar / Şu kızların arasına
Deli Boran der de noldu / Ala göz kan
yaşınan doldu / Korkuyorum engel girdi / Şu kızların arasına
Küpeli hatun bu sözleri duyunca “Bu
engel ne imiş” bakayım diye perdeyi kaldırınca gözleri karşılaşıvermiş. Boran o
an oracıkta baygın düşmüş. Kızlar yüzüne su serpmişler. Ayılınca “aşık, sana
noldu ?“ demişler. Boran’ın dili tutulmuş adeta. Kızlar “Ne olur aşığım, bir
türkü daha söyle” deyip duruyorlarmış. Boranın içerisine bir ateş düşmüş ya, bu
ateş türkü olup dilinden dökülmüş, name
olup sazın tellerine dizilmiş:
Gökyüzünde öten olsam / Yeryüzünde
biten olsam / Uçu telli keten olsam / Yar başına atsa beni
Un elediği elek olsam / Tepelediği
yolak olsam / Ucu telli yelek olsam / Yar döşüne giyse beni
Gökyüzünde turna olsam / Yer yüzünde
hurma olsam / Bir çekimlik sürme olsam / Yar gözüne çekse beni
Kapısında inek olsam / Tu çalıp da
sağsa beni / Tepek vursam südü döksem / Yumruğunan döğse beni
Nolsa Deli Boran nolsa / Gözeller
meydana gelse / Küpeli pehlivan olsa / Güreşsek de yıksa beni
Kız kızmış bu defa “defedin gitsin” demiş
hiddetle. Boran “Hatun, sen deve alıyordun. Ben de aşığım. Bahşişimi ver de
gideyim” demiş son bir gayretle.
Başlarından defetmek için bir avuç dört altın vermişler. Ama Boran “Ben Küpeli hatunu yüz yüze görmeyince katiyyen gitmem” deyip inatlaşıyormuş. Kız “durdurmayın şunu atın dışarı” dediyse de Boran “Ben Küpeli hatunu görmezsem, burdan ölüm çıkar” deyip dikeliyormuş. Küpeli hatun öfkeyle kalkmış gelmiş ve “Yel kayadan ne anlar, daha eyi bak” demiş “Senin maksadın nedir ?”
Boran böyle fırsat ele geçmez, diyerek
kızın yüzüne atılmış. Yanındakiler hepsi gelip zorla ayırmışlar. Boran da çıkmış
daha önceki kahveye doğru yürüyüp gitmiş.
Fakat kızın bir yüzü bembeyazken
öbürü kıpkırmızıymış. “Aman kızlar ! Bunun çaresi ne ?” diye feryat etmiş. Kızların
akıllıcası “Abla bunun çaresi, öte yüzünden de öptürmektir” deyince hemen Boranı
geri çağırmışlar.
Bu defa Boran “Benim orda işim yoktur”
diye ayak direyip duruyormuş. Nihayet yalvar yakar, geri getirmişler. Küpeli
hatun “Kusura bakma aşığım. Sazı bağlayana çözdürürler. Benim şu yüzümden de öpüver”
demiş işveyle.
Boran inat ediyormuş “Sen degil, Huri
kızı olsan öpmem !” Kızlar bunun başına çökmüşler. Boran fırsat bu fırsattır
diye kızın öbür yüzüne de yapışmış. Nihayet ayrılınca, Küpeli “Bunu kimseye
deme !” diye tembih edip, buna bir avuç dört altın daha vermiş.
Boran yine kahveye dönmüş. Oradakiler
yaptığın işleri bir türküyle söyle demişler merakla. Boran’ın zaten aklı
başından uçmuş, hayal mi rüya mı belli değil bir garip haldeymiş. Almış sazını
eline, dökülmüş dilinden şu sözler:
Gene bulandı da yüzü havanın / Şahan
gezer sulağında turnanın / Top kara perçemli güzel sevenin / Can cefa götürmez
hey kara gözlüm
Güzeli sevmesin ne bilir ahmak /
Sevip sevip de cemaline bakmak / Fırsatın düşürüp yanaktan öpmek / Can cefa
götürmez kız kömür gözlüm
Beni del’eyledi kaşınan gözler / Taramış
zülfünü gerdana düzler / Kehribar dudak da balaban yüzler / Yüzünü yüzüne şiir
kömür gözlüm
Der ki Deli Boran da aslın soyuşa / Belin
ince ise usul boyusa / Aşığa verdiğin bahşiş buyuşa / Vallahi billahi az kömür
gözlüm
Kıza bu haberi ulaştırmışlar. “Aman kızlar,
şu aşık bizi halka rezil etmesin” diye bir avuç dört altın daha götürmüşler
aşığa. Ama o altınlara dönüp bakmıyormuş bile. İçine sevda ateşi düşmüş bir
kere, isterse dünyayı versinler gözünde hiç değeri yokmuş.
Ne var ki kızın yanına çıkmaya da
artık imkan yokmuş. Kendiliğinden bir kurnazlık düşünmüş. “Gideyim dayıma
nişanlıyım diye kandırayım. Belki bu kızı almama yardım eder.”
Öyle düşüne düşüne yürürken bakmış ki
ihtiyar bir kahveci. “Varayım şurdan bir kahve içeyim. Dayımı da belki bilir,
sorayım” demiş.
Kahveci kahveyi yaparken “Oğlum, sen
Kimlerdensin ?” diye sormuş. “Babamı bildiğim yok” demiş Boran. “Fakat anam Irışvan oğlunun
bacısı imiş.”
Kahveci “sen Irışvan oğlunun
yiğenisin de, koltuğu damdıralı buralarda ne geziyorsun ?” demiş hayretle. Boran
“Emmi, ben de dayıma gitmek istiyorum amma nerde olduğunu bilmiyorum. Öldürür
diye de korkuyorum” demiş.
Kahveci “O adam seni çok aradı.
Senden başka da hiç mirasçısı yok. Dur ben sana bir kağıt yazayım da bu kağıdı ona
ver” demiş. Boran kahveyi içmiş, kağıdı koynuna koymuş ve yola düşmüş. Az gitmiş,
uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, günün birinde Irışvan oğlunu bulmuş.
Dayısı yüz, yüz elli çadırlı aşireti
ile sohbet ediyormuş. Boran da varıp meclise oturmuş. Irışvan oğlu kafasını
kaldırıp “E bre gençler ! İki türkü çağırın da dinleyelim” demiş. Oradakiler,
ben bilmem, ben bilmem, diye birbirlerinin arkasına sokulmaya başlamışlar. O sırada
birisi Boranın sazına dokunmuş ve “Aman beyim, burda bir aşık var !” diye haber
vermiş.
Irışvan oğlu yanına çağırmış Boranı.
Bakmış ki ufacık tefecik, genç bir çocuk. Yanına oturtmuş ve ”De bakayım oğlum,
bir iki türkü söyleyiver” demiş. Boran hemen sazına davranmış:
Nazlı dostum selam salmış gel diye / Ara yerde engellerim var diye / Açtı ak
göğsünü bana em diye / Emdiğim aklıma düştü efendim
Nazlı dostum selam salmış gelmesin / Ara
yerde engelleri duymasın / Eliminen ak göğsünün düğmesin / Çözdüğüm aklıma
düştü efendim
Metini de Deli Boran metini / Ne
vereyim Küpelinin metini / Ak bilekli samur kürklü hatunu / Nişanlımı
vermediler efendim
Irışvan oğlu “Sen Boran mısın ?
Anayın adı ne ? Babayın adı ne ? Bana deyiver” deyip üstüne gelmiş. Boran akıl
edip belindeki kağıdı çıkarmış ve dayısının eline vermiş. Irışvan oğlu kağıdı
okuduktan sonra, meclise dönüp “Arkadaşlar, bizim Kınalının oğlu Boran bu işte.
Benim bundan başka mirasçım yok. Buna hürmet eden bana da eder” demiş sevinçle.
Borana da dönmüş “senin türkünden ben
bir şey anlamadım. Ne ise şu türkünün manasını bana deyiver” demiş merakla. Boran
“Babam öldüğünde anamın karnında imişim. Benim olduğum gece komşumuzun da bir
de kızı olmuş. Anam onu beşik kertme nişanlım eylemiş. Sonra anam da öldü. Ben
elin arasında kaldım, kız da çok zengin. Şimdi vermiyorlar efendim” demiş bir
çırpıda.
Irışvan oğlu “Oğlum, onun için hiç merak
etme. Eğer para ile ise, terazinin bir gözüne kızlarını, bir gözüne de para koysalar
gene de onu sana alırım“ demiş gururla.
Düşünüp taşınmışlar, sonra da basıp
almaya karar vermişler Kınalı’yı. Atlılar toplanmış. üç yüz kişi Boranla
birlikte yola düşmüşler. Kız uzaktan bunların kalabalığını görünce “Gene bize
deveyinen görmiye gelenler var” demiş. Süslenip püslenmiş.
Ama kılıcını çeken evin üstüne yürümüş.
Kızı çıkarıp bir ata bindirmişler. Yolda Irışvan oğluna gelin geliyor diye
müjdeci gönderilmiş.
Gelin bir tarafında Deli Boran, bir
tarafında da bölük kabadayısı, ikisinin arasında gidiyormuş. Kız şöyle bir bakmış
ki, bir yanında bir babayiğit var tanımıyor, öte yanındaki ise memleketinden tanıdığı
Boran. İçinden “Yarabbi, eğer ben bu babayiğide gidiyorsam, Boran da bunların
köylüsü ise, bu adam beni öptüydü, şimdi halka reklam olurum. Yok eğer Boran’a
gidiyorsam, ne ise kaderimi çekerim.”
Bu arada da meğer bölük kabadayısı da
içten içe kıza göz koyuyormuş. Çünkü kızın buluttan ay çıkmış gibi yüzünü görünce
onun da aklı başından gitmiş.
Sonunda bir çadıra gelini indirmişler.
Boran dayısından müsaade istemiş. “Peki yiğenim. Sana üç gün müsaade. Bu arada
arkadaşlarınla eşinle dostunla görüş, konuş. Üç gün bitince gel gelinin çadırına
girersin” demiş. Ama dışarda Bölük kabadayısı “Üç gün de benden müsaade. Git
altı günden sonra gel” diye kandırmış onu.
Beklemişler. Üçüncü gün sonunda gelmeyince,
Irışvan oğlu “Zaten bunun anasında da hayır yoktu ki danasında olsun. Çağırın
cellatları onun boynunu vurduracağım” demiş öfkeyle.
Bundan habersiz Boran altı günün
sonunda dayısının yanına gelirken yolda bir adamla karşılaşmış. Adam ona “nereye
gidiyorsun ? Dayın seni öldürecek” demiş korkuyla.
Bunun üzerine Boran Gül tepesi derler
bir dağa yerleşmiş. Ay geçmiş, yıl geçmiş, Irışvan oğlu Boran hakkında hiç bir
yerden haber alamamış. Fakat kızın figanından da durulmuyormuş. “Seni babanın
evine gönderelim” deseler de “Borandan haber almayınca, ölürüm de gene gitmem” diye
feryat edip duruyormuş.
Irışvan oğlu bunu duyunca, artık kızın
çadırını kendi çadırına bağlamış ve böyle yedi sene geçmiş. Boran aç, açık, sırtta
pırtı kalmamış vaziyetteymiş. Elindeki
sazda da bir tek tel kalmış. Böyle iken, bir arefe günü, Irışvan oğlunun avcısı
tarafından avlanırken görülmüş.
Bu arada Boran Gül tepesi denilen yerdeki
suyun başına gelip pınardan su içmiş ve derinden bir of çekip inlemiş. Elini
yüzünü yıkamış. Başlamış sazını tın tın ettirmeye:
Ben de çıktım gül tepeye / Seyir
ettim ellerine / Ağbaz ağbaz eller konmuş / Sevdiğimin çöllerine
Ağca cerenin sekişi / Sevdiğimin hub
bakışı / Muradın coşkun akışı / Benzer gözüm sellerine
Gülüstanın gülü kokar / Hublar
yanağına sokar / Murat derler bir su akar / Güvel konar göllerine
Hocam hocalar hocası / Okudum çıktım
hecesi / Bu gün de bayram gecesi / Yar kına yaksın ellerine
Bunu diyen Deli Boran / Sevdiğine
meyil veren / Şu işime sebep olan / Duman çöksün yollarına
“Deli Boran” sözünü duyunca avcının
aklı başından gitmiş. Bir hamlede Boranı arkadan yakalayıvermiş. Boran bakmış
ki kendini bir avcı tutuyor. Ona “Eline ayağına kurban olayım, beni koyver” diye
yalvarmış. Avcı da demiş ki: “Vicdansız, elin kızı senin için gözlerinden kanlı
yaşlar döküyor. Dayın da senin için kaç senedir yasta biliyor musun ?”
Boran “Avcı ben bunlara inanman. Belki beni öldürmekten maksadı küpeliyi kendisi almaktı. Zaten yedi senedir ne Küpeli hatun kalmıştır, ne de Boranın acısı” diye sızlanıp durmuş.
Avcı yemin billah etmiş. “Vallahi
Küpeli bir yere gitmedi. Dayın da seni öldürmek istemiyor. Senin için ah ! dedikçe
tütünü burnundan çıkıyor. Böyle olduktan keri seni ölsen değil, çatlasan gene
götürürüm..”
Tutmuş Boranın sırtını başını temizlemiş,
yüzünü tıraş eylemiş. Ayağına şalvarını, sırtına abasını giydirip, bileğinden
sıkıca tutarak Irışvan oğlunun yanına getirmiş. “Aha düşmanın ! aha kılıcın !
elinle öldür bey” demiş.
Irışvan oğlu Boranı görünce,
gözlerinden öpüp: “Yiğenim, bütün servetim senin olsun. Bana hakkını helal et”
diye ağlamış.
Bu arada ahali Boran tutulmuş diye,
Irışvan oğlunun çadırına toplaşmışlar. “Yiğenim sana ne sebep oldu da kaçtın ? Söyle
de ben de anlayım” diyormuş Irışvan oğlu.
Boran gene en kolay bildiği yoldan,
sazının tellerini konuşturarak başından geçenleri anlatıvermiş oradakilere.
Efendim efendim Irışvan oğlu / Aşkın
elinden de ciğerim dağlı / Yedi yıldır beri kollarım bağlı / Gümanına bu günler
de çözülür
O güne kadar daha Irışvan oğlunun bile
yüzüne gelmeyen Küpeli hatun Boranın sesinden bu beyti işitir işitmez çadırını
yararak meydana çıkmış. Yine Boranla göz göze gelmişler, ama Boran türküsüne
devam etmiş:
Odanda çalınsın alışkın sazlar / Bahçende
yayılsın kumrular kazlar / Gördü gene Küpeliyi şu gözler
Ah ettikçe kara bağrım ezilir / Efendim
efendim benim efendim
Elbet günlerinde gamsız gezilir / Ben de hizmetinde kusur m’işledim / Şeytan var arada yoldan azılır
Elbet günlerinde gamsız gezilir / Ben de hizmetinde kusur m’işledim / Şeytan var arada yoldan azılır
Boranım derkine böyle mi olur / Aşıklar
öğüdün ustadan alır / Af eyle kulunu efendim nolur / Beyte gitmiş gibi sevap
yazılır
Türkü bitince Irışvan oğlu “Yiğenim.
Aradaki şeytan kimse, onu söyle” deyince Boran: ”Dayı, sen o gün bana üç gün
izin verdin. Çadırından çıkınca bölük kabadayısı da geldi dedi ki üç gün izin
de ben aldım. Git altı günden sonra gel dedi. Altı gün sonra ben gelirken bir
adam ras geldi. “Yavrum, dayın seni öldürecek. Aman beyler diyeceğine, sapa
dağlar de, başını kurtar” dedi. Ben de oradan kaçtım. Gül tepesine yerleştim.
Meyve zamanı meyve yedim, ot zamanı ot yedim. Çok zaman da açlığınan geçti
günüm. İşte halim budur, sebebimin kim olduğunu bilmiyorum” demiş.
Irışvan oğlu ”Senin sebebini ben bildim. Şu bölük kabadayısını getirin bana” demiş hiddetle.
Böylece Bölük kabadayısı cezasını bulurken
onlar da yeniden kırk gün düğün edip muratlarına ermişler.
İşte böyle !.. Bu iki kuşak süren
acılı aşk hikayesinden [1] geriye
“Gökte uçan huma kuşu” türküsü [2] kalmış.
Nesiller boyu söylene söylene de bu güne ulaşmış.